Yazı ve Fotoğraflar: Asiye Yılmaz
Bir şehri ilk gördüğünde, havasını ilk soluduğunda sana hissettirdikleri orayla ilgili en akılda kalan şey oluyor sanırım. Venedikte güneşli bir kış sabahında indiğim meydanı hatırladığımda “Bir film sahnesi olabilir miydi?” diye düşünmüyor değilim. Önümde bir kanal karşımda tarihi binalar ve etrafımda sağdan soldan çıkan maskeli insanlar..
Yıl 2013 ilk yurt dışı gezim olan İtalya maceramızın son durağı Venedik. Gecenin bir vakti kiraladığımız arabadan Venediğe ulaşmadan önceki son kara parçası olan Mestre’de ki otelimizin önünde iniyoruz. Karanlıklar içinde herhangi bir kasabadayız sanki. Sabah ola hayrola diyerek dinlenmedeyiz.
Şubat ayında gercekten de gün ayıyor bize. Günlük güneşlik bir hava erkenden yollardayız. Mestreden Venediğe ulaşmanın iki yolu var birincisi 5-10 dakikada bir Mestre tren istasyonundan kalkan trenler bir diğeri ise otobüsler. Bizim otelimiz otobüs durağına yakın olduğu için biz kaldığımız 3 gün boyunca otobüsle gitmeyi tercih ettik. Venediğin karayla bağlantısını sağlayan üzerinden trenlerin ve araçların geçebileceği büyüklükteki bir köprüden sonra yüzen şehir Venedikteyiz.
Bir şehri ilk gördüğünde, havasını ilk soluduğunda sana hissettirdikleri orayla ilgili en akılda kalan şey oluyor sanırım. Venedikte güneşli bir kış sabahında indiğim meydanı hatırladığımda “Bir film sahnesi olabilir miydi?” diye düşünmüyor değilim. Önümde bir kanal karşımda tarihi binalar ve etrafımda sağdan soldan çıkan maskeli insanlar.. Büyülü bir atmosfer. Daha once karşılaşmadığımız bu sahne bizi şaşkına çeviriyor tabi ki. Elimizde makinalar nereyi, kimi çekeceğimizi şaşırıyoruz. Bir tarafta poz veren maskeliler bir tarafta yüzlerini maske şeklinde boyatan turistler.
İnsanlar neden maskeli sorusunu duyar gibiyim? Aslında tüm İtalya gezimizin çıkış noktası olan Şubat aylarında yapılan Venedik Karnavalının tam içindeyiz. İlki, 1162 de yapılan Venedik Karnavalı’ nın simgesi de ”Maske”.
Bu karnavalın ilk nasıl çıktığına çeşitli rivayetler duymuştum. Eski çağlarda insanlar arasındaki sosyal sınıf ayrımının hissedilmemesi için maske festivalinin düzenlendiği ve soyluların kiraladıkları kıyafet ve maskelerle halkın arasına karıştığı en çok duyduğum rivayet oldu. Uzun yıllar devam eden karnaval, 1797 de suç oranının artmasına sebep olduğu için Napoleon tarafından tamamen yasaklanmış. 1979 yılında ise İtalyan hükümeti, Venedik’in tarihini ve kültürünü geri getirmeyi hem de şehre daha çok turist çekmesi amacıyla yeniden düzenlenmeye başlamış.
İnsanlar neden maskeli sorusunu duyar gibiyim? Aslında tüm İtalya gezimizin çıkış noktası olan Şubat aylarında yapılan Venedik Karnavalının tam içindeyiz. İlki, 1162 de yapılan Venedik Karnavalı’ nın simgesi de ”Maske”.
Meydanının büyüsünün şaşkınlığınıüzerimizden atıp festival alanının olduğu meydana; San Marco Meydanı’nın yollarına düşüyoruz. Yaptığımız araştırmalar sonucunda elimize harita almanın hiç faydası olmadığını San Marco tabelalarını takip edip kendimizi Venedik sokaklarına bırakmamız gerektiğini öğrenmiştik. Bizde haritayı bırakıp kendimizi San Marco tabelalarına bırakıyoruz. Sanki bir oyunun içindeyiz. Labirent gibi sokaklar arada bir görünüp kaybolan San Marco tabelası. Tabelayı kaybetttiğimiz an girdiğimiz yanlış sokaklar ve karşımıza çıkan su kanalları.
177 tane kanalla birbirinden ayrılmış ve 420 köprüyle birbirine bağlanan 118 adalı bir yüzen şehrin her sokağı ayrı bir güzelliğe açılıyor. Bir anda karşına çıkan gondol, dar sokaklarda karşılaştığımız meydana gitmeye çalışan maskeli, kostümlü insanlar yarım saat süren bulmaca yolu unutulmayan anlarım arasına yerleştiriyor.
2015.. Aradan geçen iki senenin ardından tekrar o yolda bu sefer Özgeyle bir bulmacanın içindeyiz. Şartlar biraz farklı iki yıl once bir Şubat ayında bizi karşılayan kış güneşi yerini mevsimin doğal şartlarına bırakmış. Önümüzü bile zor gördüğümüz bir yağmurun içindeyiz.Apar topar kendimize bir yağmurluk alıp üzerimize geçiriyoruz. Yağmura bir de fırtına eklenince üşümemiz de cabası oluyor. O gün 1 saat boyunca yağmurdan ıslanmış, makinalarımızı çıkaracak fırsatı bile bulamamış, maskeli insanı geçtim normal insanı bile çok az gördüğümüz bir yolun sonunda San Marco meydanındayız.
Haberlerde gördüğüm meydanı su basmış, herkesin ayaklarına sarı plastik çizmeleri geçirdiği sahnenin şu an bizzat içindeyiz. Bir an 2013’e gidiyorum. Günlük güneşlik bir günde meydan da kalabalıkları yara yara yürüdüğümüz, her taraf maskeli insanlarla doluyken ki sahne gözlerimin önüne geliyor. İki sahne o kadar da farklı ki. O gün meydanın neşesinden kalabalığından ne yapacağımızı hangi maskelinin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırmıştık. Şimdi yağmurdan makinamızı bile çıkaramıyoruz. Her işte vardır bir hayır var deyip meydanın sularla kaplı halini de görmek varmış nasipte diyerek içimizi ısıtmak için bir kahve içmeye oturuyoruz. Biraz keyfimiz kaçmış “Acaba hep böyle mi olacak?” diye umutsuzluğa kapılıyoruz. Sonra ısındıkça anın tadını çıkaralım Venediği yağmurda da keşfedelim diye başlıyoruz keşfe. Bu sefer ki hedef Venediğin bir diğer simgesi Rialto köprüsü. Oyunda sanki kademe atlamışız, yağmur engelini de aşıp San Marco meydanına ulaştıktan sonra bir diğer hedef Rialto yollarındaymışız ve tek yardımcımız Rialto tabelalarıymış gibi bir hisse kapılıyorum. Bu sefer yolculuk kısa sürüyor. Labirent gibi dar sokaklardan 10-15 dakikalık bir yolculuğun sonunda üzeri hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu Rialto köprüsünün üzerindeyiz. Yağmurda çok güzel görünmese de 4 km uzunluğunda ki ve 30-70 metre eninde olan Venediğin en büyük kanalı Büyük Kanal manzarası bizi karşılıyor. Kanalda tek tük vapurettolar görünüyor. Vapurettolar ilk gittiğimizde de şimdide kurtarıcımız oluyor. Yorulduğumuz anlarda binip biraz soluklandığımız Vendik manzarasının tadını çıkardığımız hem de bizi bir yerden bir yere götüren aracımız oluyor. Sizde bizim gibi Gondola o kadar çok para vermek istemiyorsanız vapurettoları kesinlikle öneririm.
Yağmur bir türlü duracağa benzemiyor zaten yolculuğun yorgunluğu da tam çıkmamış dönüş yoluna geçiyoruz. Bu sefer Ferrero (otobüs ve tren duraklarının olduğu yer) tabelalarını takiple ilk günü yağmur eşliğinde bitiriyoruz. Yağmurlu geçen iki günün sonunda dualarımız kabul oluyor ve güneşli bir Venedik sabahına uyanıyoruz. Günlerden Cumartesi karnavalın en hareketli haftasonu başlıyor. Bugün San Marco meydanında ki ana sahnede en iyi maske ve kostüm yarışmaları ve çeşitli etkinlikler yapılacak. Güneşi görür görmez sabahın erken saaatlerinde tren istasyoundayız. İlk gelişimizde otobüsü tercih etmiştik bu sefer otelimiz Mestre tren istasyonuna 5 dakikalık yürüme mesafesinde olduğu için güne hep tren istasyonunda ve trenle başlıyoruz. Yağmurlu Venedik manzarasından sonra bugün karşımda ki güneşli sokakların hareketlendirdiği Venedik manzarası iki yıl öncesini hatırlatıyor. Maskeler dışında sanki hiç bir şey değişmemiş. Bu sefer San Marco meydanına yürüyerek değil vapurettolarla gidip büyük kanal boyunca Venediği seyretmek istiyoruz. Henüz maskeli görmedik. Özge bugünde göremeyeceğiz herhalde diye düşünmeye başlıyor. Ben ise San Marco meydanında göreceğimize eminim. Büyük kanal boyunca bir birinden güzel binalar, kanallardan çıkıp bir anda karşımıza dikilen gondollar eşliğinde keyifle yolculuk ediyoruz. Büyük kanal üzerinde ki en büyük ve en ihtişamlı Rialto köprüsünün altından da vapurettoyla geçip yarım saat sonunda San Marco meydanına ulaşıyoruz. İskelenin olduğu kıyı sağlı sollu park etmiş gondollarla sıralanmış. Meydana kadar yürüdüğümüz yol hediyelik eşya ve maske satan satıcılarla dolu. Özgeye “İşte şimdi Venedik karnavalındayız” diyorum. Meydana yaklaştıkça tek tük maskeli ve kostümlü insanlar görünmeye başlıyor. Ama erken bir vakit olduğu için sayıları yine de az. Meydanın içlerine doğru ana sahnenin olduğu yere doğru yürüyoruz. Meydanın ortası yağmurun izlerini taşıyor. Ara ara su birikintileri karşımıza çıkıyor. Maske ve kostüm yarışmasının olacağı ana sahnenin önü yavaş yavaş kalabalıklaşmış. Yarışmayı en önden izle ek için bilet almak gerekiyor. Biz de çoğu insanın yaptığı gibi dışarıdan izlemeyi tercih ediyoruz. Yarışma saatini beklerken etrafı izleyip fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Her tarafta ayrı bir eğlence. Müzik çalıp eğlenen gruplar, kostümlerin içinde kuşları beslemeye çalışan minikler, bir birinden ilginç maskeleriyle yarışmaya katılmak için gelen maskeliler…
Meydanın tam ortasında ki güvercinler hem büyüklerin hem çocukların eğlencesi olmuş. İnsanlar kollarını açıp güvercinlerin kollarına konmasını bekliyorlar ve sonrasında onları besliyolar. Bu sahneyi bir de kostümlü sevimli minik çocukların yaptığını düşünün ana sahneyi bırakıp uzunca bir süre onları seyrediyoruz. Yarışma vakti yaklaştıkça kostümlü insanlar gelmeye başlıyor. Bizde kalabalığın içinde peşlerinden koşup bir kaç karede olsa fotoğraflarını çekmeye çalışıyoruz.
Yarışma sahnesinin hem uzak oluşundanve bir anda izlemeye gelen kalabalıktan hiç bir şey göremediğimiz için hem ara sokakları görmek hem de bir şeyler yemek için Rialto köprüsüne doğru yola koyuluyoruz. Ara sokaklardan bir anda karşımıza çıkan maskeli insanlar, çıktığımız bir meydan da müzik eşliğinde yapılan ufak gösteriler tüm kenti bir tiyatro sahnesine dönüştürmüş bile.
İlk gördüğüm an korkutucu gelen maskeleri gözüm alıştıkça incelemeye başlıyorum. Hediye olarak satılanları da insanlarda gördüklerimde çeşit çeşit. Ufak bir araştırmadan sonra karnavalda dört çeşit maske kullanıldığını öğreniyorum. Bunlar Bauta, Moretta, Larva ve Punchinella. Bauta bütün yüzü kaplayan süslü maskelere, Moretta ise kadınlar tarafından tercih edilen, bazılarının önünde duvak bulunan, oval, siyah kadife olan maskelermiş. Larva ise genellikle siyah pelerin ve kenarları kalkık şapka türü olan tricorn ile giyilen hayaleti andıran maskeymiş. Punchinella ise upuzun sarkık burnu ile görünce beni en çok korkutan maskelere verilen admış.
Yine vapurettodayız. Rialto köprüsüne yakın bir yerlerde hem dinlendik hem bir şeyler yedik. Tekrar kendimizi o koşuşturmacanın içine atmaya hazırız. Yemeğin üzerine vapuretto da ki yirmi dakika o kadar iyi geliyor ki.Vapuretto da keyif dakikalarımız da etrafı uzun uzun, izledikten sonra uzaktan 15. yüzyıldan kalma San Marco meydanının simgesi Saat Kulesi görünüyor. Meydan da kalabalık daha da artmış her köşede poz veren bir maskeli ve etrafını sarmış fotoğrafçılar… Savaşa gitmeye hazırlanan askerler gibi fotoğraf makinalarımızın son ayarlarını yapıp,lenslerimizi kontrol edip kendimizi; unutulmaz bir gezinin, festivalinin son karelerini çekmek üzere meydanın kalabalığına bırakıyoruz…
Dünya o kadar büyük ve görülecek keşfedilecek o kadar yer var ki aynı şehre iki kere vakit ayırmak lüks gibi görünebilir ama hem festivalin büyüsüyle hem de şehrin güzelliğiyle defalarca gitmeyi hak eden bu yüzen şehri bir de festival zamanı görmenizi isterim..
Venedik Bir Festival Macerası – Bu yazı 2015 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 97. sayısından alınmıştır.