Yazı: Salime Leyla Gürkan – Fotoğraflar: Mehmet Demirci
Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisine (Şekina) karşılık gelen ve kainatı temsil eden ilk insan (Adam Kadmon) kavramına nispetle, Mabet’in gizli bir insan (Yakup, baş kohen veya Mesih) formunda inşa edildiğine inanılmıştır.
Dini gelenekler açısından mekânlar birbirine denk değildir. Bir kısım mekânlar Tanrı’nın tezahür ettiği, Tanrı’yla veya metafizik alanla ya da ilk, mutlak ve sonsuz olanla doğrudan bağlantı kurulan bölgeler olarak seçilip ayrılmıştır; dolayısıyla kutsaldır. Kutsallaştırma insanın dünyadaki varoluşunu belli bir mekân, yani başlangıç noktası üzerinden gerçekleştirme, anlamlandırma ve sonsuz kılma eylemi olarak anlaşılmıştır. Buna göre her bir kutsal ya da kutsallaştırılmış mekân aynı zamanda ilk ve ideal olana dönüşü, kutsallaştırmanın kendisi ise geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurulan ebedi bağı ve yönelimi ifade etmektedir. Fakat kutsalın ve kutsal mekân anlayışının dini geleneklerdeki yansımaları farklılık göstermiştir. Kimisinde kutsal mekân kutsallığın bizatihi tezahürü olarak görülürken, kimisinde ise daha ziyade kutsallığa götüren vasıta biçiminde anlaşılmıştır.
Yahudilik, kutsallık ve kutsal mekân olgularının merkezi öneme sahip olduğu geleneklerin başında yer alır. Yahudilikteki kutsallık kavramının temelinde yatan ilke “ayrılıp bir tarafa konmuş” manasına gelen İbranice kadoş (kutsal) kelimesinde ifadesini bulduğu üzere ayrıştırma eylemidir. Bu açıdan Yahudilik belirgin bir kutsal–profan ayrımı ya da karşıtlığı üzerine temellenmiştir. Yahudi inanışında İsrail kavminin Tanrı ile özel münasebeti neticesinde sahip olduğu kutsallığa paralel olarak yeryüzünün merkezinde bulunduğu kabul edilen İsrail toprakları da Tanrı’nın kutsallığının doğrudan tecelli ettiği bölge olarak anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle İsrail kavmi (kutsal kavim) ile diğer milletler arasında ön görülen ayrım, İsrail toprakları (kutsal topraklar) ile yeryüzünün geri kalan kısmı arasında da kurulmuştur. İsrail toprakları, Tanrı’nın kendisini izhar ettiği ve doğru ibadetin icra edildiği (tek) yer, dolayısıyla kutsallık ve hayat kaynağı olarak görülmüş; yeryüzünün diğer toprakları ise, daha ziyade putperestliğin hâkim olduğu yerler olmaları sebebiyle, kirlilik ve ölümle özdeşleştirilmiştir. Gelenek içerisinde yer alan bir yoruma göre İsrail toprakları, insanlığın kalbi konumundaki İsrail kavmi için özel olarak seçilip biçimlendirilmiş bölgeye karşılık gelmektedir. Yahudi kutsal mekân anlayışının en geniş karşılığını oluşturan İsrail toprakları, aynı zamanda merkezinde Kudüs’ü, onun merkezinde Siyon dağını ve onun da merkezinde Mabet’i taşıyan “kutsal piramit” şeklinde algılanmıştır.
Yahudi kutsal literatüründe başından itibaren İsrail topraklarının (Kenan) kutsallığı ya da ayrıcalığı açıkça ifade edilirken, Tevrat’ta sadece bir yerde ismi geçen Kudüs (Şalem) Yahudi tarihi boyunca sahip olduğu kutsallığı Yehuda bölgesindeki Krallığın merkezi ve Mabet’in inşa edildiği (MÖ 950) yer olarak sonradan elde etmiştir. Tevrat dışında kalan Yahudi kutsal metinlerinde Davud Krallığı ve Süleyman Mabet’i ile özdeşleştirilen Kudüs şehri (Yeruşalayim) ile kimi zaman Kudüs karşılığında kimi zamansa Mabet’in inşa edildiği bölge manasında kullanılan Siyon’dan yeryüzünün en kutsal yerleri olarak bahsedilmiş; İsrail kavminin dirilişinin ve kurtuluşunun tekrar buradan gerçekleşeceğine inanılmıştır.
Yahudi geleneğinde kutsallığın doruk noktaya ulaştığı mekânı temsil eden ve Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı Tanrı’ya kurban etmek üzere götürdüğü tepenin (Morya Tepesi) üzerine inşa edildiği kabul edilen Mabet, İbranice’deki karşılığıyla Bet ha-Mikdaş (Kutsanmış Ev), İsrail kavminin bir araya toplanması fonksiyonunun ötesinde Tanrı ile kutsal kavmi arasındaki buluşma yeri, İsrail Tanrısı’nın en fazla tecelli ettiği ve O’na doğrudan ulaşıldığı yer kabul edilmiştir. İsrail topraklarından Mabet’e doğru daralan ve daraldıkça kutsallığı fazlalaşan hiyerarşik yapı, bilhassa, Babil Sürgünü dönüşünde tekrar inşa edilen (MÖ 515) ve Herod zamanında genişletilen (MÖ 1. yy) İkinci Mabet mimarisinde de kendini göstermiştir. Buna göre Mabet, iç içe geçen ve gittikçe kutsallığı ve buna bağlı olarak yasak sınırları artan avlular silsilesinden meydana gelmiştir. Kutsallığından dolayı Mabet’e girişte dinî temizlik ile cinsiyet ve statüye dayalı uygunluk şartı aranmıştır. Temiz kabul edilmeyen İsrailoğullarının yanı sıra İsrail kavmine mensup olmayanlar ancak en dıştaki avluya kadar girebilirken, dış avluya İsrail kadınlarının, İsrailoğulları avlusu olarak isimlendirilen iç avluya sadece dinî temizlik açısından uygun durumdaki İsrail erkeklerinin, daha içerideki kohenler avlusuna din adamı sınıfını oluşturan kohen ve Levili erkeklerin, daha iç kısımdaki kutsal bölüme görevli kohenlerin, en iç kısımda yer alan en kutsal bölüme ise sadece baş kohen’in girmesine izin verilmiştir.
Mabet ibadetinin merkezinde yer alan ve kohenler tarafından icra edilen kurban ritüeli ise, İbranice’deki karşılığıyla korban (yakınlaştırılmış), Tanrı’ya sunulmuş bir hediye, İsrail kavmini Tanrı’ya yakınlaştırma ve dolayısıyla onları kutsallaştırma vasıtası olarak görülmüştür. Bu manada kutsal mekâna, ilgili ritüel ve ritüeli yürüten din adamlarının oluşturduğu sistem vasıtasıyla, Tanrı’nın kutsallığının İsrail topluluğuna geçişini sağlama fonksiyonu yüklenmiştir.
Mabet’in tamamen yıkılmasından sonra (MS 70) bile kutsal mekân fikri, Mabet’ten yoksun ve büyük ölçüde kutsal topraklardan uzak gelişen ve bu şekilde varlığını sürdüren Yahudi toplumunun hafızasındaki yerini korumuştur. Bununla kalmayıp daha da idealize edilmek suretiyle kozmik bir boyut kazanmıştır. Mabet sonrası döneme ait olan Yahudi sözlü (Rabbani) ve mistik (Kabala) geleneklerinde fiziki Kudüs’ün yanı sıra bir de semavi Kudüs’ten bahsedilmiştir. Buna göre fiziki Kudüs Tanrı’nın ikamet yeri olan semavi Kudüs’ün yeryüzündeki karşılığı ve iz düşümü olarak görülmüş; Kudüs ve bilhassa Kudüs’ün merkezinde yer alan Mabet bölgesi semavi Kudüs’e açılan ve hatta onu mümkün kılan geçiş yeri ya da kapı olarak yüceltilmiştir.
Diğer bir ifadeyle bu bölge yaratılışın başlangıç noktası, sadece Tanrı ile İsrail arasındaki buluşmayı değil aynı zamanda fiziki alemle semavi alem arasındaki geçişi sağlayan bağlantı yeri, yani dünyanın göbek bağı (umbilicus) biçiminde algılanmıştır. Buna paralel olarak, Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisine (Şekina) karşılık gelen ve kainatı temsil eden ilk insan (Adam Kadmon) kavramına nispetle, Mabet’in gizli bir insan (Yakup, baş kohen veya Mesih) formunda inşa edildiğine inanılmıştır. Mabet’in dış mimarisi yandan bakıldığında sırt üstü yere yatmış vaziyetteki üçüncü İbrani atası Yakub’u, üstten bakıldığında özel kıyafetleri içindeki baş kohen’i sembolize etmekte; Mabet’in iç yapımında kullanılan altın, gümüş ve bronz kısımlar ise kurtuluşun habercisi olan Mesih’in bu üç madenden yapılmış heykeline karşılık gelmektedir.
Kendisine yüklenen söz konusu önem ve sembolizmden hareketle Mabet’in, tıpkı Tevrat ve İsrail gibi, henüz dünya yaratılmadan önce Tanrı tarafından yaratılan ya da tasarlanan şeylerden biri olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca İsrail’in, dolayısıyla kâinatın, kurtuluşu ve Tevrat kurallarının yeniden tesisi Kudüs’ün ve Mabet’in tekrar kurulmasıyla gerçekleşecek bir süreç olarak görülmüş; o zamana kadar sadece İsrail’in değil Tanrı’nın da sürgünde olduğuna inanılmıştır.
Günümüzde Yahudi Mabet’inden -ya da en azından o dönemden- kalan Batı duvarı, yaygın ismiyle Ağlama Duvarı, Yahudiler için dini-tarihi ve sembolik bir değere sahip olmakla yetinirken, en azından Ortodoks Yahudiler söz konusu olduğunda Kudüs ve Mabet bölgesi hem dini-siyasi hem de metafizik-kozmik önemini hala korumaktadır.
Notlar:
Önceki medeniyetlerde Şalem isimli tanrıyla ilişkilendirilen Kudüs’e (Ur-Şalem) benzer bir kudsiyet ve metafizik-kozmik önem atfedilmiştir. Bk. Zecharia Sitchin, Gökyüzüne Merdiven, çev. Yasemin Tokatlı (İstanbul: Ruh ve Madde Yayınları, 2002), s. 388-389. Burada Yakub’un Bethel’de (Tanrı’nın Evi) gördüğü rüyaya atıf yapılmaktadır (Tekvin 28:10-22). Söz konusu metalden yapılmış Mesih heykelinin kökeni, Babil Kralı Nebukadnetsar’ın (Buhtunnasr) rüyasında gördüğü, başı altından, göğüs ve kolları gümüşten, karın ve kalça kısmı bronzdan, bacakları demirden ve ayakları toprak ile metal karışımından yapılmış insan heykeline dayanır. Daniel’in krala yaptığı rüya yorumuna göre bu heykel ve farklı metal bölümleri, yukarıdan aşağıya doğru, Babil, Pers, Grek ve Roma krallıklarını temsil etmekte, heykeli parçalayan kaya ise en sonunda kurulacak Tanrı’nın Krallığı’nı temsil etmektedir (Daniel 2. bab).
Yahudilikte Mabet – Bu yazı 2007 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 11. sayısından alınmıştır.