Cuma , 29 Mart 2024

Yaman Gelir Yaman Gideriz: Ateşin Çocukları

İnsan medeniyetinin başlangıcı insanoğlunun ateşle tanışmasıyla başlar. Ateş insanoğlunun muhteşem gelişmesinde kilit bir rol oynar. Çeliğe onunla şekil verilir, motorlar onun sayesinde çalışır ve insan ateşle ısınır. Bu gün ki göz kamaştırıcı teknolojimizin temelidir aslında ateş. Onsuz düşünemediğimiz bir dünya! 

Yazı ve Fotoğraflar: M. Erkam Bülbül

Ateş ne kadar dostumuzsa o kadar da düşmanımız olmuştur tarih boyunca. Gariptir ki ateşin ilacı da sudur. Su da aynı medeniyetin temellerinde ateşle birlikte yer alır hep. Çelik ateşle şekillenip suyla sağlamlaştırılır. Motorlar ateşlenerek çalıştırılıp suyla soğutulur. Ve dengesini yitirmiş bir doğa da su da ateş kadar düşmandır insana.

İşte bu iki ebedi dost ve düşmanımızın dengeden çıktığı vakitlerde canını diğer canların önüne koyan adamlar vardır. Ateşin ve suyun azgınlığında mücadele eder onlar. İtfaiyeciler. Tarih savaş çıkarıp insan öldüren onca kişiyi hatırlarken canları kurtarıp, canları kurtarmak için canını veren kahramanları anmaz.  Oysa biz tarih kadar sadakatsiz davranmayıp bir not düşmek isteriz. Başkalarının canının güvenliği için savaşan birileri olduğuna dair.

İtfaiyeciler, polis ve askeri teşkilatlardan daha farklı bir görev üstlenir. Polis ve asker teşkilatı insan temelli sorun ve çatışmaları engellerken itfaiyeciler doğayla mücadele içinde. Onlar insanların sebep olduğu fakat bizzat içinde bulunmadıkları bir düşmanla insanların can ve mal güvenliği için savaşıyorlar. Cesurca, yılmadan. Onlar da asker ya da polisler kadar kadim bir tarihe sahipler; fakat onların tarihini gelişimini pek çoğumuz bilmez.

İlkokul çocuklarının çoğunun hayalidir itfaiyeci olmak. Çünkü onlar canları kurtaran birer savaşçıdır. Peki o kadar kolay mıdır bu meslek? Kendileri ne der?

Uzun bir misafirlik sürecimiz oldu itfaiyecilere.  Onlarla birlikte pek çok 24 saat geçirdik. Ve bunu bir çok kez birkaç yıl içinde yaptık. Bu sayede onlar hakkında yazacaklarımız konusunda fikirlerimiz netleşti. Aynı zamanda bazı yangınlarda yanlarında yer alarak çektiğimiz fotoğraflar da bu süreçlerin açık tanığı oldu.

Neresinden başlarsak başlayalım eksik kalacak bir şeyler. Ama biz gene de yüreğimizin bam teline dokunan şeylerden bahsedelim.

‘Yaman gelir, yaman gideriz’ diye başlar onların hikayesi. Bu bir tulumbacı narasıdır. Bilinen ilk itfaiyecilik de tulumbacılıkla başlar ki tulumbacılığı anlatmak bizi gerçek hikayemizin ötesine götürür. Ama bu boylu poslu külhanbeylerinden bir iki kelam etmeden geçmek de hatırsızlık olur. Beyazıt kulesinden gözlenen yangınlara sırtlarına aldıkları tulumbalarıyla koşan tulumbacılar naraları ve civanmertlikleriyle meşhur. Yangınları söndürmek amacıyla ilk defa yeniçeri tulumbacılar ocağı kurulmuş. Sonrasında pek çok farklı isim ve kurum olan tulumbacılar günümüz de itfaiye olarak hizmet veriyor. Aslında bu tarihçe çok dikkat çekici. Belki bu yazıdan sonra küçük bir araştırma yapabilirsiniz. Zira bu konu bir makalenin ötesinde bir kitap konusu.

Biz günümüz itfaiyecilerine dönelim. Devir ne kadar değişse de itfaiyeciler pek değişmiyor sanırım. Tulumbacılar için anlatılan mertlik hikayeleri bu gün itfaiyecileri için de anlatılsa gerek. Ne de olsa hala yaman gelip yaman gidiyorlar.  Cesaretin ötesinde bir delilikle giriyorlar yangının orta yerine. Bir yangın için ellerindeki işi bırakıp araçlara binmeleri 30 sn civarı. Örneğin bir itfaiye grubunun çay ocağında oturuyoruz. Yine bir yangın muhabbeti; o sırada bir ihbar geliyor, daire yangını ve takım çıkacak (tam takım içerisinde 6 araç var) ben daha attığım kahkahayı tamamlamadan çay ocağı bomboş kaldı. 40 dakika kadar bekledim geri geldiklerinde nerede kalmışsak oradan devam ettik. Üstelik birisi nasıl ölümden döndüğünü anlatıyordu gülerek. Ben şaşırdığımda ise bizim işimizin adı ölümle sevişmek dediler. Sert adamlar lakin kediyi kurtarırken de farklı bir merhamete bürünüyorlar. Teşrik-i mesaimiz süresince birlikte yedik birlikte içtik. Bir kere itfaiyecilerin sofrasında yiyeceksin arkadaş; “Yok”, “olmaz”, “sağol” sökmez. Sen yiyeceksin ki onlar da rahat etsin. Misafirperverlikleri müthiş bu anlamda. Bir örnek daha vereyim yaşadığımdan: gecenin geç vakitleri koğuşlarında dinleniyorlar. Bir tanesi öylesine horluyor ki dersin aslan kükrüyor. Bir süre uyandırmaya çalıştılar tık yok. O esnada bir ihbar geldi. Az önce uyandırmaya çalıştığımız adam yok oluverdi birden.

24 saatlik mesailer halinde çalışıyorlar. 3 posta. Bayram seyran herkes işinde. Sabah idman, araç bakımı, malzeme bakımı. Bazen nöbetlerini yangında devralıyorlar. Ve müthiş bir askeri sistem hakim. Guruplarda otururken muhabbet esnasında herkes arkadaş. Lakin sıra işe geldiğinde ast-üst dengesi hemen görülüyor.  Yine bir gün bir itfaiye çavuşu dedi ki var mıdır çalışmadığında sevinilen başka meslek? Öyle ya itfaiyeci çalışmıyorsa afet yoktur…

Söylenecek şeyler çok ama bir şey var ki hangi itfaiyeciyle konuşsanız gözler dolar. İtfaiyecilerde pek çok şehit vermişler. Ne vakit onlardan söz açılsa tanıdık ya da değil hepsi duygulanır. Çünkü her itfaiyeci ölümün koynunda yaşar. Ve onlar için arkadaşları ailelerinden bile önde geliyor. Zaten hep diyorlar hanımdan çok görüyoruz arkadaşları. Ve öylesi bir bağ ki bu can cana… bir yangında hortumun ucunda bir adam hemen arkasında diğeri. Eğer arkasındaki itfaiyeci bir ihmalkarlık yaparsa öndeki canından olur. Dumanın içinde gözgözü görmezken biriblerine canlarını emanet ederler. Zaten teşkilata girip de bu ruhu taşımıyorsanız bu işi yapamazsınız.

Bir gece çalışmasa itfaiye yaşadığımız şehir (İstanbul) kül olur. Günde onlarca yangının çıktığı bir kentten bahsediyoruz.  Tarihte pek çok kez zaten yangından şehrin büyük bölümleri kül olmuştur. Bugün ki muhteşem teknolojilere rağmen hala önüne geçilemez yangınlar oluyor. Teknoloji ne kadar gelişirse risk de o derece büyüyor. Ve pek çok kez ihmal yüzünden ocaklar sönüyor, canlar yanıyor.

Konu öyle ha deyince anlatılacak bir konu değil. Daha kullandıkları araçlardan giydikleri elbiselere ve çalışma sistemlerine kadar pek çok konu var.  Yaşadıkları onca ilginç anı da cabası.

İtfaiye şehitlerini rahmetle anarken itfaiyeci duasıyla onlara dua ediyorum. Allah pirleri İbrahim peygamberi yanmaktan koruduğu ilahi emrin sırrına onları da mazhar eylesin…

İtfaiyeci duası:

Allahım; tehlikeye düşmüş olan her canlının, özellikle küçük bir çocuk ya da yaşlı birinin imdadına geç kalmadan yetişebilmem için bana güç ver. yangınla mücadelede bilgi, teknik ve tecrübelerimi artır. sevgimi, cesaretimi ve inancımı eksiltme. pirimiz ibrahim peygamberi yanmaktan koruduğun ilahi emrin sırrına beni de dahil et.kaderimde ölmek varsa çocuklarımı, eşimi ve yakınlarımı koru Allahım.

ÜLKEMİZDE İTFAİYECİLİĞİN GELİŞİMİ

– 1560 18 Şubat 1560’da Kanun-i Sultan Süleyman’nın Fermanı – 1572 1 Haziran 1572’de Sultan  2. Selim’in Fermanı – 1579 12 Mart 1579’da Sultan 3.Murat’ın Fermanı – 1714 İstanbul’da yangınlar, önceleri Yeniçeriler tarafından söndürülürken, ilk kez  Tophane’de çıkan bir yangına David adlı Fransız  mühendisin yaptığı ilk tulumbayla  müdahale edildi. Yangından sonra 15 kişilik küçük bir takımla ilk yangıncı ekip kuruldu. – 1826   Yeniçeri Ocağı lağvedilince “Tulumbacı Ocağı”da kaldırıldı. – 1828 “Yangıncı Taburları” ve birkaç yıl sonra Belediyelere bağlı “Daireliler” oluşturuldu. İstanbul’da çıkan ve binlerce  evi yok eden “Büyük Beyoğlu” ve “Hocapaşa” yangınları meydana geldi. – 1874  Tam donanımlı modern “Askeri İtfaiye” kuruldu ve Macaristan’dan gelen “KontSzechynı Paşa “ dönemi başladı. – 1923   1922 Kont Szechynı Paşa’nın vefatından bir yıl sonra 25 Eylül 1923’de sivilleştirilerek “Belediye İtfaiyeleri” dönemi başladı. – 1997 74 yıl Müdürlük olarak yürütülen hizmetler 10.10.1997’de “Daire Başkanlığı” na dönüştürüldü.

Yaman Gelir Yaman Gideriz: Ateşin Çocukları – Bu yazı 2011 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 49. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir