Pazartesi , 7 Ekim 2024

Yolda Olmak ve Yolculuk Üzerine

EN GÜZEL BAHÇE 

Her aradığımda yoldasın” dedi bana telefonda uzaktan yakın dost. Son aradığında mesela aynı yol üzereydim. Yine aynı yerde yakalandım dedim. Gerisini içimden söyledim. Her birimiz neyin peşindeysek ona yakalanıyoruz. Sanki bunu duymuş gibi şöyle yazdı hemen ardından bana: “O’nun yolunda. O’nunla. O’na doğru. Yolun ve yolculuğun daim olsun.”

YAZI LEYLA İPEKÇİ ve FOTOĞRAFLAR HAYRETTİN OĞUZ

Derken yoldan gelip yola gittim. İstanbul’a uğrayıp uzaklara uçacaktım. Bu arada uzun zaman sonra İstanbul’a gelen bir başka arkadaşımı bir gün dahi göremeden uğurlamak zorunda kalacağımı fark ettim. O halde dedim, özlem gidermenin bir yolu da anmak olsun.

Yaş elliye dayanınca hafıza bahçesinde ister olgunlaşmış bir meyveyi kopartabilirsiniz dalından. İster sararmış bir yaprağın usul usul düşüşünü izletebilirsiniz okura. Hepsi özleme dahil. Hepsinin içinde gurbet. Bitimsiz bir yolculuk bu. Ama bahçe bir. Nerede yanar, nerede filizlenir, nereye düşersen…

Yolum ilk seferlerde batıya uzandı. Derken doğuya. Bazen Seddülbahir köylerinde pıhtılaşmamış kan izlerine bastım. Bazen dolambaçlı yollarla geldiğim Sur içlerinde turistleri tartmak için bekleyen, dağ zirvelerinde, en tenha patikalarda karpuz kavun satmak için sabrı sınanan çocuklara sarıldım. Köydeki evini pansiyon yapmış yaşlı amcalarla Zil kale yollarında bal yapan arıların peşinden gittim. Peygamberler şehrinde vakti bekleyen meczuplarla çay içtim, Nemrut’un eteklerindeki Karadut köyüne akan soğuk sulardan Safranbolu evlerinin altında kaynayan sulara yol buldum.

Bazen bu dünyanın ihtiyarlarıyla Toroslara tırmandım bulmak için su içeceğim pınarları. Bazen gencecik çocuklarıyla yeraltı mağaralarında binlerce yıllık yuvarlanışını seyrettim taşların. Her seferinde bir nefes vardı ruhumun yolculuğuna eşlik eden. İnsan nefesi. Hiç kesilmeyen. Elmalı’nın Ümmi canları misali azizleri vardı. Kiminin Samandağı’ndaki aziz Simon’u kiminin İda dağında Sarı Kızı, kiminin Efes’te havari Yuhanna’sı, kiminin Alacadağ’da Eroğlu Nuri’si. Tepelerde Yûşa’ları, Aya Yorgi’leri, şehirlerde Şaban-ı Veli’leri…

Kimi zaman Batının Filozoflar Yokuşu’ndan aşağı inerken aradım kıblemi, açıp ellerimi dua ettim. Kimi zaman Kudüs’ün ara sokaklarından sahabe mezarlarını geçip Hızır makamına vardığımda. Kimi zaman Kâbe’nin eteklerinde ettiğim o ilk duanın kabul oluşunda. Halep’in ara sokaklarından girip Halfeti’nin sularından çıktığımda; Lizbon’un okyanusa bakan penceresinden dalıp Tire’deki eski bir taş evin çekmecesinde tozlandığımda; Azeri ve Ermeni anıtlarında yükselen ateşi aynı rüzgarla harladığımda; İskenderiye’deki Meçhul Asker anıtından Saraybosna’daki şehit askerin yüzüne yol bulduğumda, Nişantaşı’ndaki bir kitapçıdan İbn Arabî’nin Şam’daki sandukasına… Hep o duanın içindeydim.

Yollar sonsuz idi. Yolculuk bir. Bulutların üzerinde okyanus geçerken nasıl da aynı anın içinde uzuyordu zaman. Gece ve gündüz geçtiğim çöllerin üzerinde ise sanki asırlardır aynı nebevi bulut. Dalgalı bir sahilden sevdiklerime el sallarken asıl yol katedenin kalanlar olduğuna inanmıştım.

Yine de gittim. Çünkü geçip gitmenin insanı baştan aşağı bütüncül kılan bir niteliği vardı. İnsanlar hep gitti benden. Ben de onlardan. Bir yanım ise hep kaldı. Kesrette vahdeti sezmekti bütün isteğim. Her şey ile her şey arasındaki o bağı çözmekti. Kördüğüm gibi bir şeydi sevmek. Bütün uçları yitik.

Komünizm döneminde gece karanlığında katettim kara yoluyla Bulgaristan’ın Yugoslavya’nın şehirlerini. Sabah alacasında kendi içlerine bakan olgun yüzlü genç işçilerle selamlaştım, toplu konutlarından çıkmış otobüs duraklarında bekleşen. Alplerin uçurum dolu dar yollarından Manş denizini geçerek kendine Fransa’da gelecek arayan Magripli bir doktorun yüzüne vardı bir sefer 80’lerde yolum. İngiltere’nin güney sahillerinde Alman Fransız çekişmelerinin iç yüzünü ondan dinlerken Fransa Cezayir’deki seçim sonuçlarına henüz müdahale etmemişti.

Prag’a vardığımda daha ülkesinin adı yeni değişmişti. Demirperde inmişti ama zihin duvarları usul usul yıkılacaktı. Tarihi bir bir köprüde tanıdığım kukla sanatçısı ideallerinin baharındaydı. Disiplin ve prensip ehli yüzler arasında Almanya’yı uçtan uca trenle geçerken, birörnek budanmış ağaçları, taşra evlerinin önünde muntazam dizilmiş tertemiz çöp konteynerlerini yadırgamadım. Tıpkı İtalyan raylı sisteminde bir yılbaşı gecesi elektrik kesilince karanlığa gömülüşümüzü de yadırgamadığım gibi.
Evet paraleller ile meridyenleri saatlerle katedersin de bir bakarsın aynadan yüzüne… Bir tek ifaden dahi değişmemiş. Hep aynı yüzüne eğilmişsin dünyanın. Seni hapseden. Esir eden iç dünyanın… Anlarsın ki bütün yolculuklar kendinden yola çıkıp kendine varmanın hikayesidir. Bütün menziller içindeki o süveydaya dokunabilmen içindir. Güzelliğin cevherine. Bir kara nur gibi. Parlayan…

Dokunmak için ona sarp yokuşlardan inmeye and içmiştim. Volkanik taşlı tarihi binalarda, mağaralarda rızık arayan gencecik Kürt oğlanlar rehber oldu kimi zaman bana. Bazen akarsuların yatağında, gizli geçitlerin, orta Anadolu’daki yeraltı şehirlerinin yıkık basamaklarında rastladım dünyanın en masum yüzlerine. Baktığım her yüzde, bastığım her toprakta sendeki beni görmek istedim.

Karada havada suda hep ol nefesin içinde atarken yürek… Bir bakmışsın kanda devam ediyor aynı yolculuk. Alyuvarlar akyuvarlar derken.. Atar da damar, toplar da! Yedi uyurların mağaralarında, ışıklı vitrinlerde, üç ağızların, Çatalhöyük’lerin dibinde, insansız füzelerde olduğu kadar el yapımı bombalarda, kazılan çukurlarda, Güzelköy’lerde olduğu kadar Kerbela’larda, bazen ulu camilerin, bazen de cumhuriyet meydanlarının ortasındaki Atatürk büstlerinde gizlemiştir hakikatini. Beyaz midillileri üzerinde yorgun genç kızlarda, yaylaya dört çarpı dört cipleriyle tırmanan kadınların büyükbaş hayvanlarında, eğreltiotunda, kozda, çamurda, irinde, iltihapta.
Nereye dönersen dön. Yâr yüzü oldukça baktığın… Senden bana, ona… Ondan sana, bana… görünmeyen yollar açılacak. Bir bakmışız bu en güzel bahçe. Ateşlerin ortasında.

Yolda Olmak ve Yolculuk Üzerine – Bu yazı 2016 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 112. sayısından alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

3 Yorumlar

  1. Dokunmak için ona sarp yokuşlardan inmeye and içmiştim. Volkanik taşlı tarihi binalarda, mağaralarda rızık arayan gencecik Kürt oğlanlar rehber oldu kimi zaman bana. Bazen akarsuların yatağında, gizli geçitlerin,….

  2. Çok güzel bir yazı olmuş tebrik ederim. Büyük bir keyifle okudum…

  3. Gezi ve yazı ne güzel bütünleşmiş. Her ikisine de meraklı biri olarak bu yazı büyük keyif verdi bana.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir