Yazı: Emin Nedret İşli Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
Seninle yüz yüze görüşmeyeli bir yıla yakın bir zaman oluyor. Bu süre zarfında hayatımızı dolduran, bizi güçlü ve muhkem kılan büyük bir desteğin, dostun yokluğunu, eksikliğini an be an hissederek, bu hasreti içimizde, aramızda, toplantılarımızda çoğaltarak yaşadık. Bu büyük boşluk yavaş yavaş azalacak hatta kapanacak şeklinde bize telkin edilen öngörüler yok hükmünde kaldı. “Yeri doldurulmaz” şeklindeki alışılagelmiş kalıp söz hayatımızın her anında karşımıza çıkıp bizi sarmaladı, tüm gerçekliğiyle basit bir kalıp olmadığını gösterdi. Yaşadık elbet hayatı; gezdik, toplandık, konuştuk, yazdık, çizdik hatta yedik-içtik bile; ama hep eksik, hep eksik, hep eksik…
Uzun zamandır tuttum kendimi; sıktım, hapsettim kelimelerimi, beyaz kağıda dökmedim. Ama şu an Gunda’dayım. Beni yine atlattın ve yalnız bıraktın. Son bir yıldır yaptığın gibi. Nereden bakıp gevrek gevrek gülüyorsun bilmiyorum ama burada kelimeler artık kutudan çıkıp dökülüyorlar…
Dün gece Yorgos, Eva, Öznel, Barış, Sena, ben bir masada idik. Bazı planlarımız var sana söylemeyeceğimiz. Bunları hayata geçirerek göstermiş olacağız sana dostum. Bu tasarıların ilkini çok yakında görecek bu yazıyla birlikte okuyacaksın.
Biz hayatı kör-topal sürdüreduralım sen yine bize görünmesen de destek ol. Hayat sürerken, ya bir iş icabı daraldığım anda veya keyifli bir sofrada herkesi kırıp güldürürken senin beni yalnız bırakmışlığın kurşun gibi saplanıyor kafama. İçimden diyorum ki Yücel bana bir oyun yapıyor. Tıpkı geçen sene bize görünmemeye karar verdiğin gün saat dört sularında “Çok sıkıldım, sana geliyorum” deyip de beni atlattığın gibi. Sonra yaşanılanları sen de biliyorsun, gerisi teferruat, gerisi boş işler.
Yücel, dostum
Bizim büyük planlarımız, hedeflerimiz vardı. Bunların pek çoğunu üstadı olduğun bilgisayara uygulamış, yerli yerine oturtmuştun. Bize, bunları uygulamak kalmıştı. Nerden bilecektik ki zaman yetmeyecek, nerden bilecektik ki her faniye olan sana da olacak!
Yücel, arkadaşım
Biz bir dostumuza armağan kitabı tasarladık, pek çok ortak dostumuz şevkle katıldı bu çabaya, işler su gibi aktı gitti. Yorgos Dedes, Evange-lia Balta. M. Sabri Koz, Mary Işın, Ersu Pekin bu armağan için canla, başla çalışıp yazıları kotardılar, okudular kitap haline getirdiler. Bendenize de bastırmak düştü. Hani sen bana bir sürü kitabı basabilmem konusunda nasıl el-ayak olmuştun ya (Örnek mi? Hiç unutmuyorum Hasmik A. Stepanyan’ın Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası’nın oluşumunu) Bunu senin gösterdiğin yollardan seni sevenlerin imecesiyle bastık. Senin adın her kapıyı yine açtı, bize sadece gereğim uygulamak düştü arkadaşım.
Yücel, ebedî dostum
Her ne kadar bizden kendini gizlesen de, bir yerlere saklanmış olsan da, bu dünyada görüşemeyecek olsak da bizim dostluğumuz, kardeşliğimiz, yoldaşlığımız her koşulda ebedî bir ibadet gibi sürecektir.
Seni sevenler bu dünyada var oldukları sürece seni dillerine tesbih edip, seni her koşulda zikr edecekler. Senin zamanımızın Evliya Çelebisi denmeye layık vasıfların her zaman, her koşulda bizim için örnek bir bilim adamı tipini oluşturacak.
Takvimcilikten arşivciliğe, sözlük uzmanlığından kütüphaneciliğe, özdeşleştiğin Evliya Çelebi bilgisiyle yayınlanmasını sağladığın “Seyahatname” var olduğu sürece adın unutulmayacaktır.
Evliya Yücel Çelebi!
Şu an Cunda’da maviliklere açılan bir teknede dostlarımız ile birlikteyiz. Açık deniz rahmet demek, sonsuzluk demek bence, senin gibi, senin şahsın gibi. Her an, aklımıza girip çıkıyorsun. Bu keyfi beraber sürdürmeli, beraber yaşamalı idik. Hayat buna müsaade etmedi. Heyhat!
Ah, Yücel. ah…
Yücel Dağlı Anısına