Cuma , 22 Kasım 2024

İSFAHÂN – İRAN

Yazı : Halil ÇELİK & Yeşim ÇORUH  Fotoğraflar : Halit Ömer CAMCI

Kendisi için “dünyanın yarısı” denen İsfahân’ı görmek için sabırsızlanıyorduk. Bunun bir Acem mübalağası mı yoksa hakikat mi olduğunu kendi gözlerimizle görecektik. Yola koyulduğumuzda Nihat Genç’in İsfahân için “Tuğlaların herbirini altın külçelerden yapın, yine de İsfahân gibi bir şehir, olamaz. İsfahân, tarihin en güzel şehri.” diye yazan satırlarını okuduk. Bunun bir Karadenizli mübalağası olabileceğine ihtimal vermekle birlikte, merak ve heyecanla koyulduk İsfahân yoluna.

gezgindergi_isfahan22

III.Gün (İsfahân) 

İran’daki üçüncü günümüzün sabahında yine gün ağarırken Yezd’den ayrılıp İsfahân’a doğru yola çıktık. Kendisi için “dünyanın yarısı” denen İsfahân’ı görmek için sabırsızlanıyorduk. Bunun bir Acem mübalağası mı yoksa hakikat mi olduğunu kendi gözlerimizle görecektik. Yola koyulduğumuzda Nihat Genç’in İsfahân için “Tuğlaların herbirini altın külçelerden yapın, yine de İsfahân gibi bir şehir, olamaz. İsfahân, tarihin en güzel şehri.” diye yazan satırlarını okuduk. Bunun bir Karadenizli mübalağası olabileceğine ihtimal vermekle birlikte, merak ve heyecanla koyulduk İsfahân yoluna.

Yezd’den İsfahân’a gidiyorduk ama Doğu’yu Batı’ya bağlayan kadîm ticaret yolunun, İpekyolu’nun üzerindeydik aslında. Roma’dan Çin’e kadar Doğu ile Batı’nın kervanlarıyla sadece mallarını değil, düşüncelerini, inançlarını, adetlerini, kültürlerini, sanatlarını da taşıdıkları efsanevî ticaret yolu üzerindeydik.

gezgindergi_isfahan40

Coğrafî keşiflerin dünyayı değiştirdiği günlere kadar dünyanın ana ticaret ekseniydi İpekyolu ve ismini bir kumaştan, Çin’den Batı’ya ihraç edilen ipek kumaşlardan almıştı. Hâl böyleyken Yürüyen Budalalar da İsfahân’a, İpekyolu’nun bu en özel şehirlerinden birine sıradan bir kıyafetle gidemezdi. İsfahân’a el dokumasından yapılmış özel bir kumaştan yaptırdığımız gömlek ve elbiselerimiz ile gidecektik.

İpekyolu’nun en karakteristik özelliklerinden birisi deve yürüyüşü ile günde dokuz saat, yani 40 kilometre esas tutularak inşâ edilen kervansaraylardı. Kervansaraylar, gün boyunca İpekyolu’nda yol alan kervanların akşamları güvenli bir şekilde istirahat etmeleri ve ihtiyaçlarını görmeleri için, özellikle Selçuklular döneminden itibaren inşa edilmişti. Çevreleri yüksek duvarlarla çevrili bu kervansaraylar, barış zamanlarında konaklama ve pazar yeri, savaş zamanlarında ise askerî bir üs olarak kullanılırdı.

gezgindergi_isfahan61

Yezd’den ayrıldıktan sonra İsfahân yolu üzerinde yer alan Gal-e Hargûş Kervansarayı ilk durağımız oldu. Bundan yüzlerce sene evvel hamamının açık, ahırının dolu, kapısının güvenlik kuvvetleriyle emniyette tutulduğu, çıngırak, hayvan ve insan seslerinin birbirine karıştığı günlerini hayal ettik kervansarayın. Baytarın hayvanları, hekimin hastaları muayene ettiğini, eczacının yan tarafında merhem hazırladığını, fırında nefis İran somunlarının pişirildiğini, berberin yolcuları traş ederken, nalbantın atların nallarını yenilediğini, akrep ve yılan avcılarının işbaşında olduğunu, kervansarayın hamamının dolup dolup boşaldığını, küçük mescitten dualar ve aminlerin yükseldiğini, kervan sahiplerinin ateşin başında oturup sohbet ettiği sırada duvarlara yansıyan gölgelerini hayal ettik. Vakit güneşin yükselmeye başladığı saatlerdi. Aramızda bulunan “ışık avcı”sının objektifi, bu kadîm mekandaki nevzuhur gölgeleri görüntülemekteydi.

gezgindergi_isfahan20

Yaklaşık 5.5 saat süren bir yolculuğun ardından öğle saatlerine doğru vardık İsfahân’a. İsfahân Eyaleti’nin yönetim merkezi ve Tahran ile Meşhed’den sonra ülkenin üçüncü büyük şehri olan İsfahân, İran’ın kavşak noktalarından birinde yer alır. İpekyolu ticaretinin canlı olduğu devirlerde, Türkistan’dan (Orta Asya), Mezopotamya, Anadolu ve Avrupa’ya giden bir coğrafyada dünyanın en büyük şehirleri arasında yer almaktaydı. İsfahân, jeopolitik pozisyonu sebebiyle tarih boyunca önemini hep korumuş, İran’da kurulan birçok devletin ya başşehri ya da en önemli şehirlerinden biri olmayı sürdürmüştür.

gezgindergi_isfahan57

Safevi hanedânının İran’da iktidar olması ile birlikte, İsfahân’da baş döndürücü gelişmeler yaşanmış, bu dönemde hattatlık, resim, musikî, görsel sanatlar, el sanatları, mimarî ve şehirleşme, edebiyat, tasavvuf ve felsefede göz kamaştırıcı ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu gelişmeler İsfahân’ı sadece bulunduğu bölgenin değil, dünyanın en önemli merkezlerinden biri haline getirmiştir.

İsfahân’da ilk durağımız şehrin cândamarı olan Zâyende Nehri’ydi. Zagros Sıradağları üzerinde, Bahtiyarî Dağları’ndan doğan nehir, batıdan doğuya doğru akarak İsfahân’dan geçiyordu. Ancak diğer nehirlerden farklı olarak bir göle veya denize ulaşamadan, çölün ortasında Gavhûni Bataklığı’nda kaybolurdu. 1971’de inşa edilen Kuhreng Barajı ve ardından gerçekleştirilen zıraî sulama projeleriyle nehrin suyu zıraat sahalarına kaydırılmaya başlandı. Öyle ki Zayende Nehri’ne vardığımızda bir damla suyu olmayan, çölleşen Aral Gölü’nü hatırlatan hayalet bir nehir, daha doğrusu bir nehir yatağı karşıladı bizi. Bir tabiat, medeniyet, şehircilik felaketi ile karşı karşıyaydık.

gezgindergi_isfahan05

Oysa İran’da önemli yerleşim sahaları büyük ölçüde Zâyende’nin suladığı toprakların çevresinde yoğunlaşmıştı tarih boyunca. Nehrin İsfahân merkezinde genişliği 100-300 metre arasında seyrediyordu ve nehrin üzerinde olağanüstü güzellikte tam on bir tarihî taş köprü vardı.

Şehrin tarihî köprülerinin en meşhurları Hacû ve Siosepol’dür. Bu köprülerin Zâyende’nin sularında titreyen yansımalarını seyredemedik. Nehrin şehre verdiği serinliği hissedemedik. Suyun iki yanında onu derin ve dalgın gözlerle izleyen İsfahânlılar’ı göremedik. Nehrin kıyısından değil, içinden yürüyerek Hacû
Köprüsü’ne vardık.

gezgindergi_isfahan25

Hacû Köprüsü’nün yerinde, Timur döneminin sonlarında yaya, atlı ve deve kervanları için yapılan bir köprü varken, II. Şah Abbas’ın emriyle 1650 yılında eski köprü yıktırılarak, bugünkü Hâcû Köprüsü inşâ ettirilmiş. Bu sebeple köprü halk arasında “Şah Köprüsü” olarak da biliniyor. Safeviler döneminde dünyanın en güzel köprüleri arasında gösterilen bu köprünün uzunluğu 133 metre, genişliği 12 metredir; 23 kemerden oluşur.

gezgindergi_isfahan64

Hâcû Köprüsü şehrin en işlek, en canlı köprülerinden biri. Köprünün kemerleri altında muhteşem bir akustik var. Bu sebeple İsfahân’da şarkı söylemeye niyet eden gençlerin mektebi olurmuş Hâcû Köprüsü. Köprünün akustiğinden destek alıp şarkı söyleyenlerin arasına katıldık biz de Yürüyen Budalalar olarak. Köprüde vakit geçiren İranlılarla beraber saatlerce şarkılar söyledik kendimizden geçerek. Sultân-e Galbhâ, Belal Belalom, Hûş-e Çîn, Yâr-e Câni, Ha Leylî, Ayrılık ve daha niceleri…

gezgindergi_isfahan08

Çarbağ Caddesi, adeta İsfahân’ı ikiye böler. Bu uzun cadde ise Zayende Nehri üzerinde bulunan Siosepol Köprüsü tarafından kesilir. Zâyende Nehri’nin en süslü, en gösterişli, en güzel köprüsünün Siosepol Köprüsü olduğu söylenir. Hacû Köprüsü’nden sonraki durağımız Siosepol Köprüsü oldu.

Siosepol Köprüsü 1602 senesinde Şah Abbas devrinde inşa edilmiş. “Siose” Farsça’da 33 anlamına geliyor. “Pol” ise köprü demek. “Siosepol” Farsça’da 33 mânâsına gelir. Köprü 33 sütun üzerine inşa edildiğinden bu ismi almış. Yapan mimarın adına ithafen “Allahverdi Han Köprüsü” olarak da anılan eser, 300 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğinde. Sadece yaya trafiğine açık. Güneşli günlerde gölgelerin uzayıp kısaldığı ve sütunların arasından sızan ışıkların sürprizler yaptığı köprü, İsfahânlılar’ın gece gelip vakit geçirdikleri, nehre yansıyan yıldızları temaşa ettikleri ve nehrin serinliğini hissettikleri yerdir.

gezgindergi_isfahan14

Siosepol Köprüsü’nün bir tarafı İran Ermenileri’nin yoğun olarak yaşadığı Culfa Mahallesi’ne açılır. Köprü, kadîm zamanlarında şehrin müslüman ve hristiyan bölgelerini birbirine bağlardı. Köprüden ayrılıp, Culfa Mahallesi’nde mahallî yemekler yapan bir İran restoranında öğle yemeklerimizi yedik. Yemeğin ardından restoranın aynalı duvarlarının önünde İran şarkıları söyledik.

Yürüyen Budalalar rehberlerle, acentalarla değil arkadaşlarıyla, dostlarıyla seyahat etmeyi tercih eden bir topluluk.

gezgindergi_isfahan67

Daha evvel sırtında çantasıyla uzun bir İran seyahati yapan arkadaşımız Çağrı Solak kendisi İstanbul’da kalsa da, İsfahânlı dostlarıyla bir araya gelmemizi sağladı. İsfahânlı arkadaşlarımız tarafından şehrin dış mahallelerinden biri olan Aşegabâd’da bulunan bir çiftliğe davet edildik. Mohammed Reza Meysam, Ali Rafiee, Mohammad Rafie ve arkadaşlarıyla sanki o gün öğleden sonra tanışmamıştık, kırk senelik ahbaplardık. Çiftlikte vaktin nasıl geçtiğini anlamadık. Burada hem pulakili çaylarımızı içtik, hem narlarımızı yedik, hem Ali Rafiee ve arkadaşları ile beraber repertuvarımızdaki İran müziklerini çaldık söyledik, hem de çiftlikte yer alan birbirinden değerli Türkmen, Arap, Kürt, İspanyol atlarının bizim için yaptıkları gösteriyi izledik.

gezgindergi_isfahan31

Bu tarz çiftlikler oldukça yaygındı ve her biri İran’da yaşayan ailelerin kendileri için oluşturdukları bir muhabbet, istirahat, hürriyet adasıydı adeta. Çiftlikten ayrılmadan evvel İran’ın en üretken müzisyenlerinden biri olan Ali Reza Eftehârî ile karşılaşmamız gecenin en büyük sürprizi oldu bizim için. Yürüyen Budalalar olarak seyahatten evvel sayısız eserini dinlediğimiz, seyahat albümümüze bir şarkısını dahil ettiğimiz sanatçıyla yollarımız kesişiyordu bir İsfahân akşamında…

gezgindergi_isfahan38

Hava kararmıştı. Bir gün evvel Yezd’de şahit olduğumuz Muharrem merasimlerinin tesirindeydik. Eşyalarımızı bırakıp, Muharrem merasimi yapılan camilerden birine gitmek üzere otelimizden ayrıldık. Tıpkı Yezd’de olduğu gibi Muharrem şehrin tüm havasını sarmıştı. Gittiğimiz camiinin avlusu kapatılmış, Muharrem merasimlerine hazır hâle getirilmişti. Kadınlar ve erkekler için farklı bölümler ayrılmıştı. Ancak bizi gören cami cemaati, merasimi grup hâlinde bir arada izlememiz için bize özel bir yer gösterdi. Merasim alanında cami kapısına yakın bölümde mersiyehânlar Kerbela mersiyeleri okuyor, dualar ediyor, siyahlar giyinmiş sînezenler göğüslerini dövüyordu. 14 asır evvel gerçekleşen Kerbela Vakası’nın matemi, kederi, hüznü her yere sinmişti.

gezgindergi_isfahan07

Merasimin nihayetlenmesiyle camiden ayrılmak istediysek de ne mümkün! Türkiye’den geldiğimizi öğrenen cami cemaatinin yoğun alakası ile karşı karşıyaydık. Şehrimizi, mezhebimizi, izlenimlerimizi soruyorlardı samimi bir ilgiyle. Camiden ayrılmak istiyorduk ama müsade edilmiyordu. Amansız bir ısrar ile karşı karşıyaydık. Kerbela aşlarından yememiz için ısrar ediliyordu en çok. Kalabalıktık, külfet vermek istemiyorduk. Toktuk, vakitsiz yemek istemiyorduk. Ne yiyeceğimizi bilmiyorduk, israf etmek istemiyorduk. Vaktimiz olmadığı mazeretini öne sürdük ama bizi ağırlamak isteyen cami cemaatinin ananevî “doğulu” ısrarlarına direnmek mümkün değildi. Hepimiz için teker teker hazırlanmış nohut, pilav ve tulumba tatlısından oluşan mütevazı birer yemek paketi tutuşturuldu elimize. Yemekleri almasaydık oradan ayrılamayacaktık. gibi hissettik adeta. İsfahân Çarşısı’na doğru yürürken, yolda aldığımız yemekleri yemeye başladık. Yukarıda yazdığımız her şeyi unutun, şunu hatırlayın: O gece İran’da geçirdiğimiz dört gün boyunca yediğimiz en lezzetli yemeklerden birini yürüyerek yedik, her köşesine siyah matem bayrakları asılı olan İsfahân sokaklarında…

gezgindergi_isfahan11

Gece olmuştu. Şehrin sokaklarından geçerek İsfahân’ın meşhur çarşısına varmıştık. Gündüz cıvıl cıvıl göreceğimiz İsfahân Çarşısı’nın, İbrişim Çarşısı’nın gece sessiz, sakin, istirahat eden hâlini gördük. Kapalıçarşının kapalı dükkanlarının önünden Nakş-ı Cehan Meydanı’na doğru yürüdük. Soğuktu. Kara ikliminin gece–gündüz sıcaklık farkı meydana getirdiğini anlatan coğrafya hocalarımızı hatırladık. Hızlıca meydandaki gece çekimlerini yapıp, gece yarısına doğru otelimize döndük.

gezgindergi_isfahan29

IV.Gün (İsfahân) 

Üç günün getirdiği bir yorgunluk ve bir gün evvel gördüklerimizin uyandırdığı merak duyguları ile başladık yeni güne. Seyahatimiz boyunca İran’da kaldığımız en iyi oteldeydik. Temiz, küçük, sıcak, üstelik ekonomik bir butik oteldi burası. Lobisinde İran el sanatlarından minik, mütevazı ancak güzel örnekler yapan ve satan bir hanımefendi vardı. İngilizce Sunrise Hotel diye geçiyordu ismi otelin, Farsçası “Tolu-e Horşid” idi. İsfahân’a yolu düşecek olanlara tavsiye ederiz…

gezgindergi_isfahan12

O gün İran’daki dördüncü ve son günümüzdü. Muharrem’in ise üçüncü günü. O sabah otelimizden kırmızı kıyafetlerimizle çıktık. Çıktık ancak Muharrem ayında her yerin siyaha boyandığı İsfahân’da, kırmızı renk Kerbela’da Hz. Hüseyn’i şehit edenleri sembolize edermiş. Bunu öğrendiğimizde kıyafetlerimizi değiştirmemiz mümkün değildi. Biraz tedirgin olduysak da, birkaç İsfahânlı’nın “neden kırmızı giydiniz, özel bir sebebi var mı?” soruları haricinde bir şeye muhatap olmadık.

gezgindergi_isfahan17

Kırmızı kıyafetlerimizle otelimizi terk edip, evvela Cuma Mescidi’ne yöneldik. Bundan yaklaşık bin sene evvel, Selçuklular tarafından inşâ edilmiş bir eser Cuma Mescidi. Dünyanın en eski on mescidinden biri olarak kabul edilir. Rivayet odur ki, cami aynı yerde bulunan bir ateşgedenin üzerine inşa edilmiştir.

İsfahân Cuma Mescidi, mimarî açıdan da oldukça mühim bir eser. Selçuklular, bu eser ile birlikte, İran’da İslâm mimarîsinde daha evvel başlayan gelişmeleri derleyip toparlayarak abidevî bir eser ortaya koymuşlar. Bu eserden sonra tüm İran ve Orta Asya’da uzun bir dönem boyunca bu caminin mihrap önü kubbeli, dört eyvanlı ve geniş avlulu bu plan mimarisi tekrarlanmış.

gezgindergi_isfahan31

İsfahân Cuma Mescidi hâlâ ihtişamını koruyor. İsfahân’da Selçuklulardan sonra hâkim olan İlhanlılar ve Safevîler de mescide belli kısımlar ekleyerek, esere kendi mühürlerini vurmuş olsalar da, kuzey ve güney ekseni üzerinde yer alan, Nizamülmülk ve Tacülmülk tarafından yaptırılmış iki tuğla kubbenin hâkimiyeti ve dört eyvanlı avlusuyla eser tamamen Selçuklular’ın mimari karakterini arzediyor.

gezgindergi_isfahan50

Cuma mescitleri, şehirde Cuma namazının kılındığı, şehrin en büyük mescitleridir. Bilhassa Cuma günleri tüm şehir buraya akar, burada bulunur, burada buluşu(du). Bu sebeple Cuma mescitlerinin birden çok kapısı olurdu. Yürüyen Budalalar, Tacülmülk’ün açtırdığı kapıdan çıkarak, İsfahân ziyaretimizin en renkli, heybetli, ihtişamlı kısmına doğru, bir gece evvel karanlıkta ve soğukta gördüğümüz Nagş-e Cihân Meydanı’na doğru yola koyulduk. Yol boyunca kâh esnafla selamlaşıp kâh kısa sohbetler ederek, küçük dükkanların arasından geçtik.

gezgindergi_isfahan60

“Nagş-e Cihân”, “cihânın süsü” mânâsına geliyor. Meydanın eski ismi Meydan-ı Şah, yani Şah Meydanı imiş. Şimdilerde İmam Meydanı deniliyor. 1979 senesinde Unesco Miras Listesi’ne alınmış.

1612’de yapılmış Nagş-e Cihan. Osmanlı – İslâm mimârisinin zirveye ulaştığı, Mimar Sinan’ı yetiştirdiği 16. asrın ardından, Sultanahmet Külliyesi’nin inşâ ettiği döneme (1609-1616) denk geliyor bu tarih. Şah Abbas’ın başşehir olarak tasarladığı İsfahân, batısındaki Osmanlı ile doğusundaki Türkistan arasında kendine has bir mimarî üslûba sahip olmuş. Dış süslemelere ve abidevî görüntüye önem veren Türkistan ve Türk-Hind mimarî tarzlarının izleri çok belirgin ancak Osmanlı mimarisi ile ortak hususlar da hemen göze çarpmakta.

gezgindergi_isfahan66

Uzunluğu 512, genişliği 163 metre civarında meydanın. Dünyanın en büyük meydanı olduğu söyleniyor. Daha büyük bir başka meydan yapılabilir yeryüzünde, ancak bu Nagş-e Cihân’ın kıymetine tesir edecek bir şey değil, zira Nakş-ı Cihân sahip olduğu boyutları aşan bir kıymete sahip. Burası bir meydan, bir havuz veya geniş bir avludan çok daha fazlasına sahip. Göz alabildiğine geniş bir dikdörtgen avlunun çevresine dizilmiş yüzlerce dükkan, üzerleri rengarenk çinilerle süslenmiş iki büyük camive onların muhteşem kubbeleri, İbrişim  denilen bir büyük tarihi çarşı kapısı ve Ali Kapu isimli emperyal saray bulunuyor Nagş-e Cihân’da. Mimarî bir meydan okuma, mimarî bir heybet, mutantan bir mimarî ile karşı karşıyayız bu meydanda.

gezgindergi_isfahan68

İlk yapıldığında polo oyunları oynanırmış  Nagş-e Cihân’da. DoğuRoma imparatorları Konstantinapolis’te Büyük Saray’dan geçerek Hipodrom’daki yarışları seyredermiş, İran Şahları ise hiç saraylarından çıkmaz, meydanın merkezinde bulunan Ali Kapu Sarayı’ndan seyredermiş polo oyunlarını. Ali Kapu, Şah Abbas tarafından Safevî Devleti’nin başşehri yapılan İsfahân’da, Nagş-e Cihân’ı oluşturan binaların tam ortasında yer alır. Safevî şahlarının devleti idare ettikleri idare merkezidir bu saray. Safevî devletinin idare merkezinin “Âli Kapu” olarak anılması, Osmanlı yönetim merkezinin “Bâb-ı Âli” olarak anılması gibi devlet kapısını yücelten bir isimlendirme. Ali Kapu, Nagş-e Cihân’a yukarıdan bakan, çok katlı, devrinin gökdeleni olan, altı katlı, 48 metre yüksekliğinde bir bina bu. En üst katta şahın meydanda tertip edilen merasimleri seyreylediği ve de misafirlerini kabul ettiği on sekiz sütunlu ahşap bir teras ve içeride harika bir akustiğe sahip bir musiki odası var.

gezgindergi_isfahan04

Meydanın çevresinde işlemeli faytonlar turistleri taşıyor. Meydanın tam ortasında, geniş bir alana yayılmış çok sığ bir su havuzu bulunuyor. Meydanın etrafını çevreleyen abidevî eserlerin akisleri hep suyun yüzeyinde. Havuz kenarı İsfahânlılar ve turistlerle dolu. Ali Kapu’dan çıktığımızda karşılaştığımız İranlılarile beraber ayak üstü Farsça şarkılar  söylemeye başlıyoruz… Meydan, saray, camiiler, insanlar, gülümseyen sıcak yüzler, müzik… Kendimizden geçmiş hâlde devam ediyoruz meydandaki ziyaretlerimize…

gezgindergi_isfahan43

İki camii var meydanın etrafında. Evvela meydanın güney tarafında yer alan camiye gidiyoruz, Mescid-i İmam’a. Bu cami Mescid-i Şâh olarak anılırmış 1979 İhtilali’nden evvel, ihtilâlden sonra Mescid-i İmam olarak değiştirilmiş ismi. Mescid-i Cuma’da gördüğümüz eyvanlı ve avlulu plan bu camide de karşımıza çıkıyor.Caminin geniş avlusunu çevreleyen dört eyvanla, kıble tarafında bulunan kubbeli alan mavi ve sarının yoğun olduğu çinilerle kaplı. Camide yaklaşık 472.500 çini pano kullanıldığı tahmin ediliyor. Kapı, minare, kemer, kubbe ve avlusuyla nefes kesici bir eder. Caminin kapısı yüksekliği 27 metredir. 42 metre yüksekliğinde 2 minare ile cami taçlandırılmıştır.

gezgindergi_isfahan37

Camiinin 1611 yılında başlayan inşaatı 1629 yılında kubbenin açılması ile tamamlanmış. Camiyi inşa ettirten Şah Abbas, sabırsızlığı ve kararlılığı ile tanınırmış. Camiinin mümkün olduğu kadar hızlı bitirmesini istemiş. Süleymaniye Külliyesi’nin inşaatının uzun sürmesi üzerine anlatılan Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinanlı hikâyesinin bir başka versiyonu çıktı burada karşımıza. Rivayetlere göre caminin inşaası devam ederken mimar Ali Ekber İsfahânî üç sene ortadan kaybolmuş. Sonrasında Şah’ın karşısına çıkarılan mimar “camiyi bana zorla tamamlatmayın diye saklandım Şahım. Çünkü yıllara meydan okuyabilmesi için bu bekleyiş gerekliydi” demiş. Mimar Ali Ekber İsfahânî Şah’ın sabretmesinin karşılığında kendisine tam anlamıyla bir şaheser inşa etmiş.

gezgindergi_isfahan28

İç yapıda muhteşem bir akustik var. Küçük bir ses dahi büyük bir yankı bulmakta. İçeride 49 farklı noktadan ses yansıması olduğu ancak bunlardan sadece 12 tanesini insan kulağının algılayabildiği söylenince Yürüyen Budalalar olarak Muhsin Namcû’nun “Novbaharî” isimli eserini “acapella” seslendirerek, deneysel bir çalışma gerçekleştirdik.

gezgindergi_isfahan49

Vakit öğleni geçmişti. Yemek vaktiydi. İsmini bu muhteşem meydandan alan Nagş-e Cihan isimli restoranda yedik öğle yemeklerimizi. Vitraylı camları, oymalı pencereleri, tezyin edilmiş çerçeveleri, aynalar ve minyatürlerle süslü duvarlarıyla, yüz elli sene öncesinin İsfahân’ının bir köşkünde hissettik kendimizi. Ne yerde, ne de masalarda yedik yemeklerimizi. Tahtların üzerine kurulduk. Mekanın bile önüne geçen lezzetteki öğle yemeklerimizi yedik. Nagş- e Cihân Restoran’ı ismine yakışan bir mekân olarak aklımızda kaldı.

gezgindergi_isfahan39

Yemekten sonra meydanın etrafında bulunan ikinci camiye, Şeyh Lütfullah Camii’ni ziyaret ediyoruz. Yine bir Şah Abbas devri eseri karşımızdaki şaheser. 1615-1618 seneleri arasında inşa edilmiş.Şah Abbas’ın kayınpederi adına yaptırdığı  bu mescidin, avlusu ve minaresi yok. İçi ise oldukça süslü, zira Şeyh Lütfullah Mescidi Safevîler devrinde harem  mensuplarının ibadet yeri olarak kullanılırmış. Açıkçası bunca süs, bu kadınlar mescidine çok yakışmış.

gezgindergi_isfahan27

Safevîler devrinin diğer eserleri Nagş-e Cihân’ın batısına doğru serpiştirilmiş. Bir sonraki durağımız bu bölgede gerçekleşti. Ali Kapu ve İsfahân Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yanından, İran bahçeciliğinin en güzel örneklerinin birinin içinden geçerek, güllerle dolu geniş bir bahçe içerisinde inşa edilen Çehel Sütûn Köşkü’ne vardık. II.Şah Abbas devri eseri. 1650 senesinde 6.5 dönümlük bir arazi üzerine inşa edilmiş. “Çehel Sütûn”, Farsça “kırk sütûn” mânâsına geliyor. Köşk ismini ön cephesinde bulunan yirmi adet sütundan alıyor. Bu sütûnların, köşkün önünde bulunan uzun havuza yansımasıyla sütûn sayısı kırka çıkıyor.

gezgindergi_isfahan30

Köşkün en etkileyici kısmı girişte bulunan büyük salon. Burada altı tane dev boyutta duvar resmi dikkatinizi çekecektir. Aralarında Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim ile karşılaştığı Çaldıran Savaşı’nın tasviri de var. Bunun yanısıra duvarlarda Şah I. Abbas, Şah Tahmasb, Şah II.Abbas ve Nadir Şah’ın Türkistan, Moğol, Özbek ve Hint devletleri ile savaşlarının yanısıra iyi ilişkilerini de gösteren minyatürler yer almakta.

gezgindergi_isfahan24

Günün sonuna doğru İsfahân’ın İbrişim Çarşısı’nın içinde her gördüğümüz dükkandan alışveriş etmek ister hâlde bulduk kendimizi. Ekibin serbest zamanıydı. Gördüğümüz her şeyin İsfahân’a has bir rengi, İsfahân’a has bir tadı, İsfahân’a has bir kokusu vardı. Her birini İstanbul’a taşımak istiyorduk. İpek Yolu’nun büyüleyici tesirinine kapılmıştık. Minyatürler, el sanatı ürünleri, halılar, kumaşlar, şallar, sürmeler, çerezler, çaylar, şekerlemeler her biri başka türlü görünüyordu bu dar vakitte gözümüze. Bir yandan da günün yorgunluğunu bir çayhanede atmak, güneşin battığı meydanı seyre dalıp, hiç bir şey yapmadan meydanı temaşa etmek istiyorduk.

gezgindergi_isfahan23

Meydandan ayrılma vakti geldiğinde, yeniden kavuşmak ümidiyle ayrıldığımız, dönüp arkaya bakışlarımızdan belliydi. Ardından İran seyahatimizin hazırlıklarına yardımcı olan Maryam Ghrakhânî Hanımefendi’nin annesi ve oğlu, rehberimiz Omîd Haghighat’ın anneannesi, Ezat Haghighat Dehsorkhinin misafiri olduk. Ezat Hanım aslen göçer Kaşkay Türklerindendi. Türkçe’yi nefis bir Türkmen ağzıyla konuşuyordu. Şirin bir dili, doyumsuz bir sohbeti vardı.

Ezat Hanım’ın evinde bizi bir sürpriz daha bekliyordu. Tar üstâdı Behrang Kufgar Beyefendi, tek başına ve tek sazıyla evi bir konser salonuna çevirdi. Üstâdın resitalinin ardından, hep beraber repertuvarımızdaki Farsça şarkıları bir kez daha söyledik.

gezgindergi_isfahan01

Kıyafetlerimizi değiştirip Ezat hanım’ın evinden havaalanına doğru gİderken, aklımızda İsfahân, dilimizde ise bir İsfahân şarkısı vardı:

Delêm mîhod be Esfêhân bergerdêm
Bâzem be ûn Nesf-e Cehân bergerdêm;
Berêm ûncâ beşînêm dêr kenâr-e Zâyênde rûd
Be hûnêm êz teh-e del terâne vo şe’r o sorûd Terâne vo şe’r o sorûd

Yine de İsfahân’a gitmek istiyorum Tekrar o “Dünya’nın Yarısı”na gitmek istiyorum Gideyim orada oturayım, Zâyende Nehri’nin kıyısında Yürekten şarkı ve şiir söyleyeyim

 Şarkı ve şiir söyleyeyim…

gezgindergi_isfahan63

İSFAHÂN – Bu yazı 2015 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 98. sayısından alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir