Cumartesi , 27 Nisan 2024

Pakistan-Londra Hattında Bir Meczup: Nusret Fateh Ali Khan

İlahi mesajlarla kodlanmış nefesini bir peygamber edasıyla ruhlara üfleyen ve evrenin varlık felsefesinin mistik temellerini aşk vizyonunun sonsuzluğa açılan kutsal müziğiyle duyuran bir büyücü-müzisyen Nusret Fateh Ali Khan.

Yazı: Bahadır Aydın Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Eşsiz tınısı,antik yunan mitolojinin görkemli müzisyeni Orpheus’un şarkı söylemeye başladığında cehennem azabı çeken tüm canlıların bir an acılarının durulduğu söylenisini gerçekleştirircesine, dinleyicisinde transandantal bir ferahlama yaratarak zamanı durduran bir yeteneğin gücünü sergiler. Müzik ve şiirle tanrıya ulaşma yolunda esriyen tonu,arzu ve kederle; maddi evrenden, kirli benliğinden kurtulup rüzgarın içinden geçmesine olanak tanıyan göksel birleşmenin huzuru arasındaki gerilimi taşır. Bu açıdan tüm çağrışımlar ve dile gelen aşk-güzellik, sembolizmden hakikate uzanan çizgide kesifleşir ve hiçlikte infilak eder. Jeff Buckley’e göre bu-olumlu bir kavrayışla-nurun parlak bir infilakıdır. Nusret Fateh Ali Khan doruk noktalarında kendi kendisini de dinleyicisinin gözleri önünde yok etmeyi becerir. Benlikleri öte dünya kapılarının eşiğinde yalnız bırakarak boşluğun aynalarından yansıyan küçük bir parıltıya dönüşür. Belki de bu yüzden ‘Yağmuru ağlatan adam’olarak anılır.

Nusrat Fateh Ali Khan 1948’de Pakistan’ın Faysalabad şehrinde müzisyen bir ailenin oğlu olarak doğar. Yaşamı boyunca sufizm felsefesi ve geleneklerine bağlı bir ‘yol çocuğu’ olur. ‘Yünlü elbise giyen’ anlamına gelen Sufi kelimesi özel manada ( ıstılah) tasavvufa bağlanmayı, mensub olmayı (intisab) imler. Arapça dilbilgisi kurallarınca bu kelimeden tasavvuf ( yün elbise giymek) kelimesi türetilmiştir. Mevlana,yanan bir muma hitab ederek sufiliğin hatlarını şöyle betimler: “ Sen de sufi huyları var. Sanırım şu altı huyu temizlik erlerinden almışsın: Geceleyin uyumamak, yüzü nurlu olmak, beti-benzi solmak, gönül yanışı, gözyaşı ve uyanıklık”

Nusrat Fateh’in doğumundan bir yıl önce Pakistan,İngiliz sömürgesi Hindistan’dan ayrılarak bağımsız bir devlet ve müslüman göçmenlerin yurdu olur. Göçmenlerin etkisiyle,sufilerce icra edilen ve İran kökenli olduğu tahmin edilen kavvali adlı bir müzik türü Pakistan’a yayılarak geniş bir dinleyici kitlesine ulaşır. Kavvali kültürü gelecekte dünyaya sesini duyurmayı başaracak olan Kavval Nusret Fateh’i de büyüleyecektir. (Kimi müzikologlar kavvali’nin Pakistan’da doğduğunu söylerler. Kaynağı belirlemenin zorluğu bir yana, Kavvali dünya’da Pakistan’ın dini müziği olarak bilinir).

Farsça kökenli Kavval kelimesi ‘lafazan’, ‘sözü yerinde söyleyen’ anlamlarına gelir. Bu bağlamda kavvali; söz ve müziğin mistik bir temaşanın altın oranında birleştirilmesi gibi gizil bir anlamı çağrıştırıyor. Kavvali müziği:Sözün,melodinin ve ritmin kesret-i tekrar( yoğun-çok tekrar)’ına dayanan ve bu durumuyla bir vecd hali yaratan;sufi felsefesinin,tanrı mesajının aktarılmasını sağlayan islami bir araç. Genellikle oturarak icra edilir ve müzisyenler dans içeren ibadete yön verirler. Bir kavvali topluluğunda, ana şarkıcının dışında,org ,tabla gibi enstrümanları kullanan müzisyenler;el çırparak tempo tutan, nakaratları söyleyen şarkıcılar yer alır. Grup üyeleri çoğunlukla eğitimlidir. Soru cevap ( respons) biçemi [bir solistin ezgisine(soru) karşı koro tarafından seslendirilen ezgi(yanıt) gibi] ve özgür emprovizasyon sıklıkla kullanılır. Bununla beraber Hamd, Naat-ı Şerif’ gibi adlar alan ayin bölümlerinin sıralanma düzeni de Kavvali müzisyenlerince gözetilir.

“Pakistan’ın Fayzalabad şehrinde her yıl, ölen ünlü kavvali ve sufi liderlerini anmak için törenler yapılır. Bu törenlere ünlü kavvallar gelerek müziklerini icra ederler. Bu törenler, kavval olacaklar için eğitim yeri ve okul niteliğindedir. Ölen üstatların ruhlarının törenlerde olduğuna inanılır. Üstatlar törenlerde müzik ile yaşatılır. Törenler üç gün, üç gece sürer. Kavvali müziğinde kendini kabul ettirmek isteyen herkes bu törenlere katılır. Bu törenlerin dışında da çeşitli türlerde müzik festivalleri düzenlenir. Festivaller tören havasında geçer. Amaç eski ustaları anmak, yenilerin yeteneğini görmektir.”

“Nusret Fateh Ali Khan, ünlü bir Qawwal olan babası Ali Khan’ın icazet vermemesine rağmen -aile, doktor olmasını istemektedir- gizlice babasının derslerini dinleyip terennüm eder. Baba Ali Khan bu sırrı öğrendiğinde derin bir üzüntü duyar fakat yetenekli olduğunu anlayınca onu eğitmeye karar verir. Ne yazık ki kısa süre sonra yaşamını yitirir. Nusret Fateh o sırada 16 yaşındadır. 1996’da yaptığı bir söyleşide (söyleşiyi gerçekleştiren kişi,müziğinde yer yer doğu mistisizminin ve üslubunun izlerini barındıran, rock müziğin kilometre taşlarından Jeff Buckley’dir. 1975’de eroin-morfin overdose’undan ölen ünlü müzisyen Tim Buckley’in oğlu olan ve 1966’da California’da doğan Jeff Buckley 29 mayıs 1997’de Missisipi Nehrine girerek gözden kaybolmuş,cesedi yaklaşık 1 hafta sonra bir turist tarafından karaya çıkarılmıştır). Şarkı söylemeye nasıl başladığıyla ilgili gizemli bir hikaye anlatır: “Babam, Kavval Üstad Fatih Ali Han 1964’de öldü. Günler sonra rüyamda bana gelip şarkı söylememi istedi. Ben yapamayacağımı söyledim ama o benden denememi istedi. Gırtlağıma dokundu, şarkı söylemeye başladım, o an şarkı söyleyerek uyandım. İlk icramın babamın cenazesinde olacağını gördüm, tekrar hep beraber olacağımız yerde ve kur-an’dan dualar okurken. Kırkıncı günü merasimde ilk kez şarkı söyledim.”

Nusret Fateh ilk olarak amcaları Ü. Mubarek Ali Khan ve Üsdat Salamat Ali Han’ın gruplarında yer alır. Hint ve Batı Klasik Müziğine,Caz’a ilgi duyar. Şarkılarında bilinç geliştirici deneysel üsluplar kulanır. Dili,ruhunu bedeninden ayırmak ister gibi sert motifler kullanır ve düş gücünün hızına ulaşabilmek adına onun kıvrımlarını zorlar. Cezbeye tutulan Coloraturanın gırtlağında düğümlenen imkansızın liriğidir. Hırçın ve hüzünlü trillo ‘Ali Maula’da Shouter tarzını duyurur ve ses dizisi göksel müzik merdivenin basamaklarını inşa eder. Stili göz kamaştırır. Nusret Fateh’in grubuyla birlikte 1979 yılından başlayarak Japonya, Toronto Londra, İspanya,ABD ve Paris’te verdiği konserler kendisinin ve Kavvali’nin geniş bir coğrafyada ünlenmesini sağlar. Peter Gabriel, Eddi Veder, Micheal Brook, Alanis Morissette, Jan Garbarek,Ravi Shankar gibi müziğinden ve felsefesinden etkilenen bir çok ünlü müzisyenle ortak çalışmalara imza atar.

Nusret Fateh’in popülerliği, bir tercüman olan arkadaşı Raşit Ahmet Din’e göre mütevazılığını ve sadeliğini bozmamıştır “Sen buraya onunla görüşmeye geldiğinde o hiç de önde gelen bir yıldız gibi durmuyor. O doğal bir adam. Ondan ne istersen yapmayı başarabilir” der Jeff Buckley’e söyleşi esnasında.

Dinleyicilerini gizemli bir bağ ile kardeşçe birbirine bağlayan Nusret Fateh, şarkılarını yüreğinin derinliklerinden ve kalbini katarak söylemeyenin Kavval olamayacağını belirtir. Bu sırlı maharet, erginlenmemiş ve kalp gözü açılmamış kişiler için anlaşılmazdır. İç-uzayın karanlık dehlizlerinden gelen titreşim,tanrı aşkıyla sarhoş olmamış ve varlık makamını mana aleminin üst mertebelerine taşıyamamışlar için ezoteriktir. Mast Ankhon Ki Kasem adlı şarkısında seslendiği gibi,bir talihsizlik…

O baygın bakışlara yemin olsun ki gitme anı geldi Kadehle sürahiyi çarpıştırma zamanı geldi Tövbenin iffetini geri tepme zamanı geldi Geldi artık, içip yalpalama zamanı geldi Meyin tadını sana nasıl anlatayım zahit? Ey talihsiz adam, sen hiç içmedin ki.

Nusrat Fateh Ali Khan, Love Songs, Devotional Songs, Shahbaaz, gibi bir çok ölümsüz albüme imza atarak 1997 yılında kalp krizi sonucu( kimilerine göre böbrek ve karaciğer yetmezliğinden)Londra’da ölmüştür.

Pakistan-Londra Hattında Bir Meczup: Nusret Fateh Ali Khan – Bu yazı 2011 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 52.sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir