Yazı: Önder Kaya Fotoğraf: Zeynep Azize
İstanbul, Ortodoks dünyasının tarih içinde en önemli merkezi konumuna gelmiş ve bu anlamda da bir çok dini yapıya ev sahipliği yapmıştır. Bu yapıların adedi hakkında ne yazık ki tam bir istatistiğe sahip değiliz. Esasen bunun da bazı nedenleri bulunmaktadır. Öncelikle, bu dini yapılardan bazıları daha Bizans döneminde ortadan kalkmış ve dönemin kaynaklarında da yer almamışlardır. Yine büyük kiliselerin bazılarında bulunan ek yapılar ve zaman zaman da ana apsisin yanındaki apsisler bazı azizlere ithaf edilerek ayrı bir ibadethane olarak kabul edilmişlerdir. Yani bir yapının içinde iki ibadethaneye tesadüf etmek mümkündür. Bazı yapılar ise harabe haline geldiklerinden bunların taşları başka binalarda kullanılmışlardır. Pek tabii ki bunların dışında yangın, deprem ya da işgal gibi felaketler de bu yapıların sonunu hazırlamıştır.
Herşeye rağmen söz konusu yapılar hakkında bir istatistiki veri hazırlamaya çalışan R. Janin kaynaklara ve gözlemlerine dayanarak Bizans İstanbul’unda 485 kilise ve 325 manastır belirleyebildiğini ifade eder. Yine onun hesaplarına göre bu binalardan çoğu 1453 yılına gelindiğinde çoktan ortadan kalkmış ve geriye sadece 50 kadar kilise ile 18 manastır kalmıştı. Ancak yukarıda sayılan nedenlerden dolayı bu verilerin kesinlik taşımadığı da gözden ırak tutulmamalıdır.Osmanlılara intikal eden Bizans devri dini yapılarının bir kısmıysa cami, tekke ya da medreseye dönüştürülmüş ve böylelikle de fonksiyonel hale getirilen bu yapılardan önemli bir bölümü günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu dönemde önemini koruyan Ayasofya, Fethiye ve Küçük Ayasofya gibi camiler diğer yapılara göre çok daha iyi korunarak günümüze ulaşabilmiştir.
Cumhuriyet döneminde ise bu yapıları bekleyen tehlikelerin muhteviyatı değişmiştir. Şehirleşme faaliyetleri çerçevesinde bilinçsizce açılan cadde ve bulvarlar pek çok Bizans yapısının da sonunu hazırlamıştır. Ama herhalde bundan daha büyük bir tehlike Bizans eserlerine karşı devlet büyüklerimizin ve bazı ilim adamlarımızın takındığı menfi tutum olmalıdır. Nitekim Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni dergisinin Mayıs 1952 tarihli sayısında “Bizansçılık illeti” adı ile yayınlanan yazısında İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eserin müellifi İsmail Hami Danişmend şu satırlara yer verir; “Bizde şu son otuz yıl boyunca her nasılsa üreyip türemiş tuhaf zihniyetlerden biri de hikmetinden sual olunmaz bir Bizans iptilasında gösterilebilir. İstanbul’un şehircilik bakımından kalkınma programı işte bu iptilaya göre hazırlanmıştır. Hiçbir ilmi değeri olmayan bir takım yabancı tufeyliler muhtelif vesilelerle işe karışmış ve netice olarak Bizans aşıklarının izni olmadan İstanbul’da hiçbir imar işi yapılmak imkanı kalmamıştır: Çünkü nereye bir kazma vurulsa, altından mutlaka bir Bizans döküntüsü çıkmaktadır. Pek tabii değil midir? Çünkü Bizans İstanbul’u Fatihten itibaren ancak elli yedi sene, üç ay, on altı gün yaşadıktan sonra İkinci Bayezid devrinde 1510 senesi 14 Eylül Cuma günü Osmanlı müverrihlerinin (Kıyamet-i suğra = Küçük kıyamet) dedikleri büyük zelzelede kamilen yıkılmış ve Sultan Bayezid’in emriyle Anadolu ve Rumeliden getirtilen seksen bin amele ve ustanın himmetiyle tam altmış beş günde eskisinden daha güzel bir Türk İstanbul’u kurulup aynı senenin 1 haziran Cumartesi günü inşaat ikmal edilmiştir: Bizans İstanbul’u işte o zaman yere geçmiş ve ondan sonra asırlar boyunca büyük yangınlarla zelzeleler yüzünden şehri birçok defalar yapıldıkça Bizans tabakası en altta kalmıştır.”
Halihazırda memleketimizdeki Bizans tarih araştırmalarının gel(eme)diği noktanın durumuna baktıkça İsmail Hami Danişmend’in Bizansçılık illetinden şikayet etmesinin yetkili makamlar nezdinde ses getirdiğini anlıyoruz. Zira ne yazık ki Semavi Eyice Hoca’nın da belirttiği gibi Yunanistan, Almanya, Amerika, Fransa gibi ülkelerdeki Bizans araştırmalarının yanında bu devletin başkentine sahip olan Türkiye’nin esamesi dahi okunmuyor. Zaten yine Semavi hocanın girişimleri sonucu açılan Türkiye’nin tek Bizans araştırmaları kürsüsü olan İstanbul Üniversitesi bünyesindeki Bizans Sanatı Tarihi kürsüsü 1963 yılında açılmış ve ülkemiz adına bir lüks olarak kabul edilmiş olmalı ki 1982’de kapatılmıştır.Gelelim asıl konumuza; camiye çevrilen Bizans yapıları denilince ilk akla gelen yapı şüphesiz Ayasofya’dır. Ayasofya’nın camiye çevrilmesinde iki temel amacın göz önünde tutulduğu söylenebilir. Bunlardan ilki Müslümanların eline geçen bir şehirde Cuma namazının kılınacağı camiye duyulan ihtiyaçtır. Diğer bir neden ise yine bu ulu caminin çevresinde şekillenecek temel yüksek öğretim kurumu olan medreseye duyulan gereksinimdir. Nitekim Fatih, fetihten sonraki ilk Cuma namazını bu mekanda kıldığı gibi yine kilise narteksinin kuzey tarafına da bir medrese inşa ettirerek zamanın Ebu Hanife’si olarak adlandırılan hocası Molla Hüsrev’i buraya müderris tayin etmiştir. Sonradan bu medreseye Semerkant’tan gelen büyük matematik alimi Ali Kuşçu da müderris olarak tayin edilecektir.
Fakat Ayasofya, İstanbul’u önemli bir kültür kompleksi haline getirmeyi planlayan Fatih’e ilk etapta da olsa yeterli gelmemiş olacak ki Bizans devrinin önemli dini yapılarından Pantakrator Kilisesi de medrese ve camiye çevrilmiştir. Bu kilise, Komnenos ailesine mensup bazı hanedan üyelerinin mezarını içinde barındırmakla da meşhurdu. Buradaki medresenin başına getirilen değerli alim Molla Zeyrek, hem camiye hem de medreseye adını verecektir. Hocazade ve Ali Tusî bu medresenin diğer önemli simalarıydı. 1470 yılından sonra yapımı biten Fatih Camii ve medresesinin devreye girmesi ile her iki yapının da eğitim alanındaki önemi sekteye uğradı. Hatta Ayasofya medresesi, Fatih’in medreseleri devreye girince kapatılmış, ancak 2. Bayezid döneminde duyulan ihtiyaç üzerine tekrar açılmıştır.
İstanbul, bilindiği üzere Ortodoks dünyasının merkezi konumundadır. Ayasofya, Osmanlı hakimiyeti öncesinde patriklik makamı olarak kullanıldığından padişah tarafından tayin edilen ilk patrik durumundaki Genneadios Scholarios’un makamı, Fatih semtindeki Havariler Kilisesine taşınmıştır. Fakat bu kilisenin, Bizans’ın son dönemlerinde adeta bir harabe haline gelmesi ve Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilecek külliye arazisinin üzerinde kalması nedeniyle patriklik makamı 1456-1587 yılları arasında merkez olarak kullanacağı Pammakaristos manastırına taşındı. Sultan 3. Murat devrinde bu manastırın Fethiye camine ve yanındaki şapelin de Hıramî Ahmet Paşa mescidine çevrilmesi üzerine sırasıyla Fener ve Balat semtlerindeki iki kiliseye taşınan patrikhane, son olarak 1599 yılında bugünkü merkezi olan Fener’deki Aya Yorgi Kilisesine taşınmıştır.Gerek Fatih ve oğlu 2. Bayezid ve gerekse de onların ardılı olan padişahlar zamanında bazı kilise ve manastırlar müslüman mahallelerinin ortasında kalmaları, cemaatsizlikten harabe haline gelmeleri ve doğal afetler sonrası zarar görmeleri gibi nedenlerle bazı devlet adamları tarafından cami ya da mescide çevrilmişlerdir. Bu anlamda Zeyrek’teki Eski İmaret Cami, Vezneciler’deki Kalenderhane cami, Vefa’daki Molla Gürani cami, Samatya’daki Sancaktar Hayreddin mescidi daha Fatih zamanında kilise ya da manastırdan cami veya mescide çevrilmiş yapılardı.
Fatih’in oğlu 2. Bayezid zamanında artan müslüman nüfusla beraber bu dönüşüm işlemi de hızlandı. Ayvansaray’da Atik Mustafa Paşa cami, Laleli’de Mısır valisi Mesih Ali Paşa’nın eliyle camiye çevrilen Bodrum cami, Aksaray’daki Molla Fenari İsa cami, Cibali’de Gül cami, Koca Mustafa Paşa semtine adını veren ve aynı adla anılan cami, Sultanahmet’teki Küçük Ayasofya cami bu padişah devrinde camiye çevrilen Bizans dönemi dini yapılarıdır. Bu arada 461’de temelleri atılan Studios manastırının kilisesi de yine bu dönemde İmrahor İlyas Bey cami haline getirilmişti.
Bu iki padişahtan sonra kiliseden camiye çevirme işleminin de hız kaybettiğini görüyoruz. Zaten İstanbul’da kalan kiliseler de Rum cemaatinin hizmetine tahsis edilmişti. Kanuni zamanındaki Sinan Paşa mescidi ile Esekapı mescidi ve 3. Murat zamanında patriklik makamı olarak kullanılan Pammakaristos manastırının camiye çevrilmesi ile meydana gelen Fethiye cami, sonraki yıllarda meydana gelen tek tük dönüştürme işlemleri arasında zikredilebilir. Bilindiği kadarıyla son ciddi anlamda camiye çevirme teşebbüsü 4. Murat zamanına tesadüf eder. Bu dönemde camiye çevrilen Kefeli cami ile Kemankeş Kara Mustafa Paşa camiinden sonra benzer bir işleme tesadüf edilmez.Camiye çevrilen Bizans dönemi dini yapıları şüphesiz ki bunlarla sınırlı değil. Fakat bu eserlerin bir kısmı çeşitli nedenlerden dolayı günümüze ulaşamadığından bunları yazıya konu etmek istemedik. Laleli’deki Bodrum ve Aksaray’daki Molla Fenari İsa camilerinde olduğu gibi yakın zamana kadar harabe halinde bulunan bazı eserler günümüzde tadilata uğrayarak yeniden ibadete açılmıştır. Yukarıda zikredilen yapılardan bazıları da bugün cami olarak değil, müze olarak kullanılmaktadır ki bu anlamda ilk akla gelenler Ayasofya ve Kariye’dir. Ayrıca Zeyrek ve Fethiye camilerinin de bir kısmı müze bir kısmı ibadethane olarak kullanılmaktadır. Bu yazıyı elde edebildiğimiz bilgiler doğrultusunda Bizans dini yapılarından Osmanlı dini yapılarına çevrilen eserlerin bir listesini vererek sona erdirelim.
Kiliseden Camiye çevrilen yapıların listesi
1-Ayasofya Kilisesi – Ayasofya Camii 2- Aya Teodosia Manastırı- Haliç kıyısındaki Gül camii 3- Aya Andreas Kilisesi- Koca Mustafa Paşa Camii 4- İlyas peygamber Kilisesi-Bir diğer Koca Mustafa Paşa camii 5- Aya Sergios ve Bakhos Kilsiesi-Küçük Ayasofya camii 6- Halkopretya Meryem Ana Kilisesi-Arpaemini Hayreddin camii 7- Hora manastırı-Kariye (Atik AliPaşa) camii (bugün müze) 8- Aya Teodora Kilisesi-Vefa Molla Gürani (Kilise) camisi 9- Kiyriotissa manastırı-Kalenderhane camii 10-Aya Lips manastırı-Molla Fenari İsa camii 11-Miryelon Kilisesi-Bodrum (Mesih Paşa) camii 12-Pentopoptes manastırı-Eski İmaret camii 13- Pammakaristos Kilisesi-Fethiye camii 14-Pantakrator İsa Kilsesi-Zeyrek camii 15-Studios Kilisesi-İmrahor camii 16-Vaftizci Yahya Kilisesi-HıramiAhmet Paşa camii 17- Gastria manastırı-Sancaktar Hayreddin camii 18- Manuel manastırı-Kefeli camii
Bizans’ın Camiye Çevrilen Yapıları – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2008 yılının Kasım sayısında yayımlanmıştır.