Cumartesi , 20 Nisan 2024

Çarşamba Pazarı: Bir Mekan, Bir Tutam Sosyoloji

Küresel dünyada pek çok yapı birbirine benzer hale gelse de ‘’yerellik’’ dışarıdan aynı gibi gözüken bu dokuların hemen altında hala varlığını sürdürmektedir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   

Yazı: Hatice Çizmecioğlu Fotoğraflar: Kerem Kurtuluş

Yani dünyamız “küreselliğin etkisiyle tektipleşti” demek çok üstten ve hatalı bir okuma olur. Ondandır ki, yerelliği görmeye çalışan bir gezgin, gittiği yerlerin arka sokaklarında dolaşmalı, turistik olmayan mekânlarında bir fincan çay  kahve içmeli, yerel halkla iki çift lafın belini kırmalı, kısacası şehrin kuytularına bizzat temas etmeli(dir). Yoksa pek çok yerde benzer olan şehir çeperlerinde dolaşmış olur ki bu da gezginliğin ruhuna zaten terstir.

Çeperde kalma ya da yerelliğe temas etme mevzusu sadece turist olarak gittiğimiz yerlerle sınırlı değil. Kendi yaşadığımız şehirde de gezgin olabilir, yaşadığımız yerleri daha derin bir kavrayışla keşfedebiliriz. Bu keşif, uçağa binip de gidilen kilometrelerce uzaktaki bir yöreyi gezmeye eş bir tecrübe de olabilir, kim bilir? Yeter ki, insan bir gezgin ruhuna sahip olsun ve baktığı, gördüğü her mekâna bir gezgin tavrıyla bakabilsin.

Bendeki ise bu gezgin tavıra ‘mesleki refleks’ diyebileceğimiz tarzda bir de ‘sosyolojik düşünme’ eklenmesidir. Gezdiğim, gittiğim, baktığım her olaya, her mekâna ‘sosyolojik düşünme’ den uzaklaşarak bakma lüksüm kalmadığını baştan söylemeliyim ki benim hakkımda; “yorum yapmak için amma da kasmış“ diye düşünülmesin… Bu bir mesleki deformasyon belki ama bu deformasyondan kurtulamayacağıma göre onunla barışık yaşamayı da öğrenmem lazım. İşte bu gezgin tavrı ve sosyolojik düşünmeyle arzı geziyorum ve yorumlamaya çalışıyorum.

Şimdi sizi öyle uzaklara götürmeyeceğim; hemen hemen hepinizin mahallesinde bulunan semt pazarlarından bahsedeceğim. Durağımız İstanbul’daki en kadim pazarlardan bir tanesi olan Fatih Çarşamba Pazarı…

İstanbul’daki semt pazarlarının içinde Çarşamba pazarının popülerliği sadece çok eski bir pazar olmasından kaynaklanmıyor. Onu İstanbul’un diğer semt pazarlarından farklı kılan belirgin özellikleri var ve bu nedenle müdavimleri başka pazarlara pek de itibar etmiyorlar.

Fatih Cami’nin üç çevresini çepeçevre saran koskocaman bu pazarda, ünlü markaların seri sonu kumaşları, başka yerde bulunmayan orijinal düğmelertekstil aksesuarları, organik ürünler hangi tezgahta satılır diye yazan bir el kitapçığı yok.. Çarşamba Pazarı hakkındaki en detaylı bilgileri onu sadece gezerek değil, müdavimi olan kadınların kendi aralarındaki muhabbetlerinden de öğrenebilirsiniz.

Mesela eski bir Çarşamba pazarı müdavimi, çok özel ürünler alma peşindeyse asla öğleni geçirmezmiş. Öğleden sonra saat 2-3 gibi kadınlardan “Aman yürü yürü, pazar bitmiş!’’ gibi laflar işitirseniz, şaşırmayın. Haberiniz olsun, en iyi ürünler sabah saat 9 olmadan müdavimlerce tezgâhlardan kapışılıyormuş.

Burada da pek çok semt pazarında olduğu gibi esnafla müşteri arasındaki daimi alışverişin verdiği bir hukuka istinaden tezgahın arkasından “abla bu sana yaramaz” denildiğini duyabilirsiniz.

Çarşamba pazarında neler yok ki ; İsimlerini buradan zikredemeyeceğim büyük markaların hala sezonda olan ve pazarda sudan ucuz fiyatlara satılan kumaş parçaları, el emeği danteller, çok taze sebze ve meyveler, köy ekmekleri, taze sağılmış keçi sütleri ve daha neler neler… İğneden ipliğe akılınıza gelen-gelmeyen pek çok ürün bu pazarda satılıyor.

Hatta 90’lı yıllarda sadece Çarşamba pazarında satılan ithal ürünler varmış. Pek çok kişinin Avrupa’dan çok yüksek fiyatlara getirttiği ufak elektrikli ev aletleri, Çarşamba pazarının tezgâhlarında yerini alıyormuş.

Pazarların ekonomik bir faaliyet alanı olduğu kesin. Ama benim için aynı zamanda bir sosyolojik analiz cenneti. Semt pazarları insana hayatın akışı içinde uzak kaldığı kendi kültürüyle benzersiz ilişkiler kurabilmesini sağlıyor. Buraların özgün bir dokusu var. Biz sosyologlar soyut olgular üzerinden derdimizi anlatmaya çalışırken karşımıza çıkan bu mekânlar bize derdimizi somutlaştırarak anlatabilme fırsatı veriyor.

Bir köşede henüz AVM’ lere girememiş yerel tatları, kendi eliyle sağdığı sütü müşterisine sunanlar, başka bir köşede ise elemeği-göznuru ile örülmüş takkeleri satanlar… Ve çalı süpürgesi, mest, hamallık gibi nice kaybolmaya yüz tutan geleneksel ürün ve alanların hala ayakta kalma mücadelesi..

Belki de biz onların artık olmadığını varsayarken onların varlıklarını fark ediyoruz. İşte tam da bu noktada Pazar, sadece ticari bir mekan olmaktan çıkıp, bambaşka bir anlama bürünüyor bir sosyoloğun gözünde..

Çocukluk yılları doksanlara denk gelen biri olarak biliyorum ki, o yıllarda semt pazarları pek çok erkek çocuğu için yaz günlerinde buzlukta soğuttukları soğuk suyu satarak ilk parayı kazanma mekânı olmuştur. Şimdilerde pet şişelerdeki suları almak varken kimse termostan bardağa doldurup da su içmez. Ama o dönemlerde henüz her şey ‘paketlenmemişken’ ve biz de hijyen konusunda bu kadar takıntılı değilken o musluktan doldurulmuş ‘Terkos’ sularından pek çok erkek çocuk kendince büyük büyük paralar kazanmıştı.

Tarih boyunca şehir meydanları ve tabi ki çarşılar tüm medeniyetler için çok büyük önem arz etmiştir. Toplumun farklı kesimlerinin karşılaşması ve iletişim kurması özellikle de çarşılarda olur. Alışveriş sırasında kurulan diyaloglar aslında herkes için tekrar tekrar kendi sosyal konumunu yenileme fırsatını doğurur. Semt pazarlarını bundan çok önemsiyorum. Pek çok kesimden insanın aynı anda hareket halinde bulunduğu bir alan. Ekonomik olarak orta ve düşük ekonomik sınıfa hitap ettiği sanılsa da Çarşamba pazarı gibi pazarlar belli bir ekonomik sınıfın mekanı değil. Mağazadan alabileceğini çok uyguna alabileceği için gelen yüksek gelirli bir kişi de, pazardan ucuza aldığı aksesuarlardan yaptığı tasarımları yüksek fiyatlara satan tasarımcı da, bütçesine sadece pazar uygun olduğu için gelen de bu pazarın müşterisi… Ve belki de farklı ekonomik tüketim alışkanlıklarından dolayı farklı mekânlarda geçen hayatlar, semt pazarları gibi birkaç yerde kesişmekte..

Konuyu fazla idealleştirdiğimi düşünebilirsiniz. O zaman her geçen gün sayısı artan, içinde okuldan alışveriş merkezine kadar pek çok tesisin yer aldığı yaşam merkezlerini hatırlamanızı tavsiye ederim. Şehirler mahalle yapısından uydu kentlere doğru evrilirken belki de toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelebileceği çok fazla mekan da kalmayacak, ne dersiniz?

Çarşamba Pazarı: Bir Mekan, Bir Tutam Sosyoloji – Bu yazı 2013 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 82. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir