Pazartesi , 7 Ekim 2024

Cam Sanatı

Cam ustası adeta soluğuyla doğurur eserini. Saygıyla diz çöker fırınının önüne, kızgın ateşin karşısında eritir bütün sü’izanlarını, arınmış bir gönülle nefesini üfler . Hu der .. ve hapsolur zikri. Emeğiyle, alnından akan terle kutsallaştırır eserini, güzelle, güzel olanla birleştirir.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

 

Yazı : Nurya Çakır Fotoğraflar : Alper İnan

Cam, başka bir sanatçının kullandığı malzemeye benzemez. Çömlekçinin çamura dokunduğu gibi ya da heykeltraşın taşa dokunduğu gibi camcı dokunamaz eserine. Onun hammaddesi yakıcıdır, sıvıdır. Su gibi akar. Çok yüksek sıcaklıkta erimiş durumdayken çalışmayı gerektiren tek hammaddedir. Camcı istediği biçimi verir. Kah kadeh olur güzellerin elinde, kah gözyaşı şişesi olur aşıkların elinde.. Camcı yılların bilgi, beceri ve tecrübesiyle bülbülleri aşka getirir çeşmi bülbüllerde. Ruhundaki inceliği eserine aksettirir ama hiçbir zaman ruhu kadar ince bir eser yapamaz.

Camın Tarihi

İlk defa ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, üzerinde tarih olan en eski cam parçası M.Ö. 1551-1527 yılları arasında yaşayan Firavun Amenhotep’e ait olan iri bir boncuktur. Cam yapay olarak üretilmeye başlamadan önce, doğada doğal olarak bulunuyordu. Doğadaki bu maddenin adı obsidiyendi. Eskilerin ‘’zücac-ı bürkani’’ volkanik cam dedikleri aşağı yukarı 40 milyon yıl öncesinden kalma bir yanardağ ürünü olan obsidiyen ya da siyah akik, yüzyıllarca kesici araç olarak kullanıldı. Camın ilk bulunduğu yıllarda elmas gibi değerli bir taş muamelesi gördüğü muhakkaktır.

Romalı yazar Plinius (M.Ö. 23- M.S. 79) cam yapımının başlangıcını şu şekilde aktarmaktadır. Suriye’ de Fenikeliler zamanında Karmel (Karmelus) Dağının alçak tepeleri arasında Candebia adında bataklık bir alan vardır. Çamurlu birikintilerle dolu ve oldukça derin olması dolayısıyla nehrin dibindeki kum, ancak suların çekilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu kumlar dalgalarla çalkalanarak çamur ve yabancı maddelerden ayrılıp temizlenmektedir. Rivayette güherçile (barut gibi patlayıcı madde yapımında kullanılan bir madde) dolu bir gemi burada demir atar; gemi tayfaları kıyıda yemek hazırlarken odun yakmak üzere bir ocak kurarlar. Civarda taş bulamadıklarından gemiden getirdikleri güherçile blokları ile bir ocak yaparlar. Odunları yakınca kum ile güherçilenin birlikte erimesiyle saydam bir sıvının ocaktan sızdığı görülür. Böylece cam bulunmuş olur. Camın icadından 2000 yıl sonra bir Romalı tarafından anlatılan masaldır bu. Zira hiç bir kamp ateşinin camı meydana getiren elemanlarla silica yada silisyumlu çakmaş taşı ve toprağı gibi öğelerin bir arada eriyip kaynaşmasını sağlayacak kadar sıcak olması mümkün değildir.

Cam’ın Kimyası: Silisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan saydam ve kırılgan maddedir. Isıtıldığı zaman yüksek derecede akıcılık kazanan, akıtıldıkça, soğudukça katılaşan, en sonunda da durgunlaşan inorganik bir sistem. Genellikle normal cam terimi silis, soda ve kalker karışımından oluşan madde olarak tanımlanır. Daha yumuşak ağır, parlak, erime noktası düşük olan ve içinde kurşun oksit bulunan cama ‘’kristal’’ denir.

Cam yapımı için kullanılan yöntem ve hammaddeler ile şekillendirmede yararlanılan araç ve gereçler yüzyıllar boyu çok az değişikliğe uğramıştır. Sadece bileşimindeki oranlarında değişiklikler olmuştur. Bakır; Yeşil, turkuvaz ve mavi, Demir; Yeşil,mavi ve sarı, Kobalt; Koyu mavi, açık mavi, Magnezyum; Mor ve eflatun, Gümüş; Sarı, Altın; Pembe ve kırmızı, Çinko, Fosfat , Kalay; Beyaz ve opal’dir.

Cam’ın Kökeni: Farsça kökenli bir kelime. Cam kelimesinin cam yapımında kullanılan, latince adı “glastum” olan bir orman çiçeğinin adından türediği söylenmektedir. Diğer bir yaklaşım ise “cam” teriminin ingilizce (galcede) “glas sun” kelimesinden, bu kelimenin diğer lisanlardaki karşılığı olan “kehribar” dan geldiğidir.

Türkçemizde ‘’cam’’ kelimesiyle türeyen kelimeler mevcuttur. Cam Göbeği, cam güzeli, camadan, cambaz, camcı, camekan, camcı elması, camii, camit, camia gibi..

O dönemlerin seramik ustalarının seramik yapımında kullandığı sırlama tekniğinin gerçekte bir cam kaplama diyebileceğimiz işlem olduğunu bildikleri kesindir. Bu sır aslında, malzeme olarak bir anlamda camdır. Ve bu sır kendi başına kullanılarak camsı ürünler elde edilmeye başlanmıştır. Cam tarihinin ilk örneklerinin pek çoğu, seramikten cama geçildiğini gösteren izler taşımaktadır.

M.Ö. 1500 yıllarda cam sanatı Güney Mısır’da en parlak dönemini geçirmiştir.

Bu dönemde dekorasyonda kesme taşı, perdah taşı ve cam kullanılmakta ve cam iplik sarma tekniği bilinmektedir.

Öyle ki ölüler için cam tabutlar yapılmış, bu tabutlar yaşamla ölüm arasında şeffaf bir perde olmuştur. Son yıllardaki araştırmalarda, cam malzemenin Mısırdan önce Kuzey Mezopotamya’da özellikle Hurri-Mitanni bölgesinde yapıldığını, bu bölgede bulunan yazıtlarda, cam yapımı ve cam yapım aşamalarından bahsedilmektedir. Mısır’a komşu olan Babil’de de cam sanatı oldukça ilerlemiştir. Babil’e ait bir kil tablanın üzerinde bilinen ilk cam reçetesi kazınmıştır: 60 ölçü kum, 180 ölçü alg ve deniz yosunu külü, 5 ölçü güherçile ve 3 ölçü tebeşir (kireçtaşı). Yapılan kazılardan camı ilk keşfedenlerin Asur’lular olabilecekleri görülmektedir. İbranilerin kutsal kitaplarında da camdan bahisler bulunmaktadır.

İlk cam ürünler renkleri ve biçimleriyle seramiğe benzemektedir. İlk cam eşyalar taş ve toprak boncukların camsı boncuklar biçimine dönüştürülmüş olanlarıdır. Daha sonraları boyları genellikle 10- 15 cm. arasındaki kaplardır. Genellikle parfüm ve ilaç kabı olarak bir de kutsal vazolar olarak üretilmişlerdir. Bu cam örnekleri biçimleri açısından muhteşem eserler olmasalar da üzerlerinde bulunan renk ve desenleri açısından oldukça güzeldir. Mısır, Suriye Roma, Camelon, Osmanlı, Venedik, Fransa ve İngiltere camın serüveninin devam ettiği coğrafyalar olmuştur.

Cam işleri, XII. yüzyıl sonlarında Memluk ve Eyyubi dönemlerinde en parlak düzeye ulaşmıştır. Selçuklu ve Artuklu dönemlerinde ise, şemsiye denilen bombeli camlar üretilmiştir.

Camın Anadolu’daki Gelişimi

Camı Orta Asya’dan Anadolu topraklarına getiren Selçuklular olmuştur. Artuklular ve Selçuklular zamanında yapılan medrese ve camilerde kullanılan cam, ayrı bir özellik taşımaktadır. Konya Beyşehir Gölü kıyısında I. Alaaddini Keykubat’ın yaptırdığı “Kubadabad Sarayı” kazılarında mavi, yeşil, kahverengi, mor, sarı renkli yuvarlak veya bombeli pencere camları, renkli kadehler, şişe ve tabaklar bulunmuştur. Bu örneklerden Selçukluların cam işlerini hem elde, hem de çarkta yaptıkları anlaşılmaktadır. Oyma, kesme ve perdahlama teknikleriyle, camlara desen vermişlerdir.

On altı ve on yedinci yüzyıllarda cam sanayiinde büyük gelişmeler oldu. İstanbul, camcılığın merkezi haline getirildi. Saksonya’nın cam örneklerinin etkisinde 16. yüzyılda Bostancı Ocağına bağlı bir “Camcılar Ocağı” kuruldu. Camcı esnafı Osmanlılar döneminde sağlam bir örgütlenmeye sahipti. “Camgeran” denilen camcı ve şişeci esnafının diğer loncalardaki gibi nazır, nakib, kethüda, yiğitbaşı, çavuş, duacı ve sahib-i karhane denilen atölyeleri olan ustalar vardı. Bunlar ürünleri, üretim kalitesini ve fiatları kontrol ederler, belli koşullara uymayan üretimler, nazır tarafından kırılarak işleyen ustalar cezalandırılırdı. Cam takan, cam satan esnaf ise, doğrudan “mimarbaşıya” bağlıydılar.

Osmanlılar döneminde ise, yeni üsluplar geliştirilerek, cam işçiliği büyük ilerleme göstermiştir. 17.yüzyılda Eğrikapı çevresinde cam üretim atölyeleri kuruldu. 18. yüzyılda Edirnekapı’daki Tekfur Sarayı yakınlarında kurulan atölye ile Bakırköy çevresindeki “Baruthane-i Amire” çevresinde ise, parlatma atölyeleri, camhane, güherçile kazan ve ocakları bulunuyordu. Cam İslam mimarisine “revzen” denilen alçı pencerelerle girmiş, bardak, sürahi, kandil, ve tabak gibi eşyalarda kullanılmıştır. Revzenler, hem alçı, hem cam sanatı açısından büyük önem taşırlar. Başta Topkapı Sarayı, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Mihrimah, Rüstem Paşa ve gibi büyük camilerde güzel örnekleri mevcuttur.

18. yüzyılda “Mehmet Dede” adında bir Mevlevi dervişi, İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerinde çalıştıktan sonra, İstanbul Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde ürettiği “Beykoz İşi” diye adlandırılan ve ışığa tutulduğu zaman kırmızı rengi yansıtan billur kase ki (bu kırmızı ışığı üretimde kullanılan kaynağı bilinmeyen bir kum türünden olduğu tahmin edilmektedir) sahan, bardak, kupa, şişe, laledan ve gülabdanlarla büyük ün kazanmıştır. Yaldızlı nakış ve çiçeklerle süslenmiş beyaz, süt rengi ya da saydam olmayan mavi renkte bir cam hamurundan her çeşit eşya yapmıştır. Reçellik, şekerlemelik, kavanoz ve benzeri kapaklı kapların kapakları, Mevlevi sikkesi şeklinde yapılmış, Beykoz işlerinde Mevlevi Dedesinin etkileri görülmüştür.

Bu hususta ‘’Eski Eserler Ansiklopedi’si yazarı antikacı yazar Nurettin Büngül; ‘’Akibet Beykoz denen gayet güzel bir yerde de, marifet meydana gelmiş aferin Mehmet Dede’’ diyerek bu olayı böyle vurgulamıştır.

1848’de Sultan Abdülmecit Han’ın emriyle Paşabahçe’de büyük bir atölye kurulmuştur. On dokuzuncu asırda Çubuklu dolaylarında bir billur, bir de cam yapım evi kuruldu. Bunların en meşhurları çeşmibülbüller oldu. Çeşm-i bülbüller bir cam içerisine, bir şerit seramik esaslı maddenin düşük sıcaklıktaki fırınlarda uzun süre bırakılarak kaynaştırılmasından elde edilmişti. O devirdeki çeşmibülbüller ve opalin cam eşyanın pek çoğu bu kurulan fabrikanın ürünüydü. Yapılan bu ürünler birkaç grupta toplanabilir. Birincisi: Renksiz ve saydam camdan yapılmış, üzerlerinde yaldızla desen ve çiçekler çizilmiş eserler. Genellikle maydonoz yaprağına benzer çiçekler bulunmasından dolayı bunlara ‘’Maydonozlu Beykozlar’’ adı verilmektedir.

Bu tür cam eşyaların ilk dönemin ürünleri olduğu bilinmektedir. İkincisi: Opalinden süt beyazı ya da renkli olup üzerleri yaldız yahut çeşitli meyve ve çiçek desenli olan Beykoz işi cam eşyalar. Üçüncüsü: Saydam renkli camdan yapılan ve aynı şekilde bezenen Beykozlar.

Beykozların çeşitleri olarak Türk Ansiklopedisinde şunlar sayılmaktadır: Ayaklı ve Ayaksız şekiller, kapaklı bardak, kandil, kapaklı kase, laledanlık, sürahi, çeşmibülbül, karlık ( karla su ve şerbet soğutmak için bölmeli yapılmış özel sürahiler), gümüş kapaklı matara, fincan ve tabağı, gülabdan (Gülsuyu konulan şişe) ibrik, şamdan, kaseler, tuzluk, şekerlik, yumurtalık, şişe, bakraç, kavanoz, daldırmalık ( Bardak gibi kullanılan kulplu bodurca maşraba) kuş şeklinde yapılan koku ya da gülsuyu şişeleri, mine rengi üzeri çiçekli desenli şekerlik ve gülabdanlar, nargileler, mürekkep şişesi, yazı hokkaları, mühreler, ilaç kapları ve sübekler ( beşiğe yatırılan bebeklerin apış aralarına yerleştirilen şişe) olarak sıralanmıştır.

Eski Eserler Ansiklopedisinde ‘’Abdülmecid Devri Beykoz fabrikasının ürünü ‘’kırılmaz ‘’adı verilen tabaklar, beyaz ve menevişli boncuk tesbihler, çeşmibülbülün hem çizgilisi hem de altınlı olan fincanları gayet ince mücessem çiçekli avizeleriyle renkli tesbihler artık bulunmaz ve ele geçmez bir mal…’’ olarak anlatılıyor.

Opalin ise bir cam türüdür. Fransız fizikçi Reaumur’un (1683-1757) yıllarında Çin porseleni yapma çabalarından bulunmuştur. Reaumur camdan porselene benzer bir hamur elde etmiş, adına ilk cam porseleni denilmiş, daha sonra doğal opal taşına benzediği için opalin adını almıştır. Bu cam türü 19 yy. da daha da gelişmiş Fransa’dan diğer ülkelere yayılmıştır.

1899’da Paşabahçe’de Paul Modiano adlı bir Musevi, 900 işçi çalıştıran büyük bir fabrika kurdu fakat fabrika dış rekabete dayanamayıp 1902’de kapandı. 1933’te Edirne civarında Bulgaristan göçmeni yurttaşlar lamba camı ve su bardağı üreten küçük bir fabrika kurdular.

Cumhuriyet devrinde 1934 yılında ilk modern cam fabrikası kuruldu. Fabrika üretime 1937 yılında başlayabildi. 1934’te bu görev İş Bankasına verildi. İş Bankası’nın girişimleriyle 3000 ton yıl kapasiteli Paşabahçe Cam Fabrikaları A.Ş. ye devredildi. Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. ayrıca 1961’de Çayırova’da, 1969’da Topkapı ‘da, 1980’de Sinop ‘da, 1981’de Trakya ‘da, 1984’te Kırıkkale ‘de cam fabrikalarını kurmuştur. 1993’te Trakya oto cam üretmeye başladı. 1994’te el imalatı üreticisi Denizli Cam Sanayi kuruldu. 1996’da Paşabahçe Mersin fabrikası cam ev eşyası üretmeye başladı. 1998’de Şişe Cam-Egypt şirketi kuruldu. Merkezi Münih/Almanya olan Schott Paşabahçe Gmbh Satış ve Dağıtım şirketi kuruldu. Türkiye’deki cam üretim faaliyetleri halen devam etmekte her geçen sene önemli ilerlemeler kaydetmektedir.

Bu yazı 2013 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 82. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir