Cuma , 13 Aralık 2024

Cevelenname

“Milk-i âl-i Osmân üzre Avrupâî-tarz Frengî-meşrep matbah ü metâimin revâc bulmaklığı vü PİZZA HÖT! deyû zebânzed me’kûlât-ı serîa met‘amunda hakîrin vü Mustafa Çelebi’nün zevk-i selîmine nice halel geldiğin beyân ider…”Seyyâh-ı Hayrân Ziyâ Çelebî

Yazı: Mücahit Demir

Bu nasûh-i devrân, seyyâh-ı hayrân bir asr-ı şitâda devlethânemde Tevârîh-i Taberî vü Kâmil-i İbn-i Esîr’den eş‘âr ü ebyât mütâlaa vü hıfz iderken bâb-ı hânem dakkolundukda bakdım kim pîr ü üstâzımuz Ziyâ Paşâ diyârı Adana eşrâfından GÜLERZÂDE MUSTAFA ÇELEBİ hakîri ziyârete gelür. Hemân ânı hoşâmedî idip muhkem bir kürsîye buyur itdim. Gendüsi tedrîs-i âlîde bulunmağın ulûm-i dîniyyeden belâgat-i Arabiyye’de ihtisas etmededir. Ol eyyâm Marifetnâme vü Eşrefoğlu hazerâtunın Müzekki’nnüfûs’ını mütâlaa itdüğinden begâyet fâideli mâlûmât nakleyleyüb fakîri irşad idip rûhına rikkat bahşitti. Cenâb-ı lem yezel ol gibilerin maârifin müzdâd eylesün. Âmîn! Ammâ bu Mârifetnâme kitâbı İbrâhim Hakkı Erzurûmî tarafından takrîben bir asr evvel telif idilüb aded-i suhufi hezârı mütecâviz bir nevi mâlûmât-ı umûmiye vü âdâb eseri olmağın avâm içün müfîddürür. Fevâidi hâvî mâlûmâtı muhtevî olmağla; “esnâ-i cimâda kangı ef‘âl mekrûhâtdandır” nev‘inden hurâfât; vü esâtîr nev‘inden nice mâlâyânîler dahî anda bulunur. Ammâ Müzekki’n-nüfûs ziyâde hûb ü latîf olub mânendi yoğ bir bahr-i hikmet ve mevâiz eseridür. Ehl-i dil zevâtın menba-ı hikemi olub kırâetine mülâzemet ü müdâvemet hayrdürür.

Şiir: ‘Ârif ol ehl-i dil ol rind-i kalendermeşreb ol; Ne müselmân-ı kavî, ne mülhid-i bîmezheb ol;

Akla mağrûr olma Felâtûn-i vakt olsan eger; Bir edîb-i kâmili gördükde tıfl-i mekteb ol!

Ol telif celîl ü mücellâ bir edeb-i dünyâ vü dîndir. İş bu eser-i mezkûrun müellifi Eşrefoğlu Rûmî Efendi’ye dâir bâlâda mezkûr Mustafa Çelebi ilen musâhibet iderken Çelebi ayıtdı kim: ‘Bak a Ziyâ bürâderim! Zât-ı âlîniz gâyetle pür-hikem olub ebyât ü eş‘âr ü nice vecîzâtı vâkıf olmağın çarşûbazar seyrine çıksak da, ebnâ-i dehrin ahvâlin müşâhede idip zemânenin nuhûsetinden itibârda bulunub hissedâr olsak, sen dahî şol hakîre nush ü pendde bulunsan nic’olur? Hem dahî din ü diyânetin, kavm-i necîbimizün âdât ü an‘anâtınun kıymetin takdîr ideriz. Zîra cevelân iden hikeme nâil olur’. Ol böyle digeç hakîr: ‘Ya kande gitsek Çelebi?’ didikde kirâren ayıttı kim: ‘Anda Kadıköyü dimekle ma‘rûf hayli acîb ü garîb bir semt vardır. Âna varalum.. âyende vü râvendesü vâfirdir; hem taâm eklideriz’ didi. Hakîr ol semte muttalî olub hiç hazzitmediğinden gönülsüz hay hay deyüb yolâ revân olduk. Mesâfe kasîr olmamağın “Otobüs” nâm vesâitle gitmek îcâb eder. Ol bu otobüsler lisân-ı Arabî’de “hâfile” deyü zebân-zeddir. Hemân cebimize âye vüs‘atinde AKBİL nâm murabba‘ kırtasaları koyub esnâ-i rükûbda ihzâr itmek lâzımdır. Bu kırtasalar ecnebî îmâli vü Türk îcâdı olub hâfızasunda bir nevî akçaları hâmildirler kim ücret-i seyâhat andan tahsîl idilir. Ammâ bu AKBİL ne dimekdir? Mâlumdur kim “akbele” fiil-i mâzisi zebân-ı Arabî’de müteveccih olmak, kudûmde bulunmak ve gitmek dimekdir. “Akbil” dahî bu fiil-i mâzînin emr-i hâzırı olub “müteveccih ol, git” dimekdir. Sâbiku’z-zikr kırtasa dahî bir nevî kudûme cevâz virdüğinden böyle dimişlerdir. Ben bu husûsı îzâh ederken Mustafa Çelebi mâlûmât-furûş ve sarf ü nahivde sâhib-i merâtib ârif bir zât olmağın ‘Çelebim’ didi; ‘Ana zu‘m itdüğin ol sebepden Akbil dimezler. Ol lafız bir terkîb olub AKILLI BİLET terkîbinin evvel hecâlarından mukassar ü mürekkeb bir lafızdır. Bu Akıllı Bilet bir “âkil kırtasa-i cevâz”dır kim ol sebebden böyle tesmiye itmişlerdir’. Bu îzâhâtından sebeb Çelebi’yi tahsinleyüb Kadıköyü’ne vâsıl olmak müyesser oldı. Osmanağa câmi-i şerîfinde salât-ı vüstâyı edâ eyledükden sonra -kim bu salât-ı vüstâya husûsen ehemmiyet atfitmek Kelâm-ı Kadîmce mûcibdir- cev‘ânımuz izâleiçün derhal bir met‘am aramağa şurû eyledik. Hakîr, Mustafa Çelebi frengî-meşrep bir zat olmağın kademinün frengî mekânlara meyyâl olacağın bildüğinden: ‘Bak a Çelebim, anda Yanyalı Fehmî’nin dükkânı olub gâyetle lezîz ü nazîf taâm-ı Osmânîleri vardır. Hem dahî Türk ü Müselmândurlar. Allâhu a‘lem ehl-i salât ü savm mütedeyyin âdemlerdür. Gel, anda açlukdan halâs olmak gökçektir’ didikde ol aydur: ‘Pîrim; ol dükkânın taâmları aslâ murahhas değildür; NA‘T-İ LÛS nâm muâsır bedestânde –kim elsine-i selâse ulemâsı nezdinde ol terkîb “bed-meşreb ü nâhoş” dimekdir, mukaddemâ bu husûsı îzâh eylemiş idik- ücretleri münâsib nice metâim olub envâ-i bî-aded taâm bulmak mukadderdür. Âna varalum!’. Hakîr mukaddemâ ol bed-meşrep bedestâne râhidüp cümle kerâhetliklere şâhid olucak ol mekâne gitmek istemedümse de

Mustafa Çelebi musırr olmağın itirâz itmedim. Beyt: Seyreyledim rûy-i zemînde çarşû-yi Frengî’yi; Kerâhetlik, garâbetlik aceb mahzşüûmetlik.

Âna vardıkda yiyüp içme mekânlarının cümlesinin devr-i âhirde idiğün görülür kim cümlesin esmâı hayli acîb ü nev-peydâdır: MİM CİM DONAT, SABIR O, BUL GEL KİN, KENT-İ ATİK, SİTÂR-BEĞ. İş bu nursız bedestânde cümle elfâz ü esmâ-i dükkân Zebân-ı Türkî’yi zimmetten ref‘ eylemişlerdir. Anda esâmi-i taâm dahî Türklükden bî-behredir: HAM BUL GEL, PİS HA, SÛ-SİS nev‘inden taâm ü KOLA, SOVUK ÇAY nev‘inden kerîh meşrûbâtlar bey‘ u şirâ idilir. Mustafa Çelebi hakîri PİZZA HÖT dinen bir Avrupâî tarz Frengî met‘ama celb etdi kim anda PİZZA nâm kerîh pide ikrâm idilirmiş. Filasl bu PİZZA, PİS HÂ! münâdâsundan müştakdır. Bir nevi pide eşkâlinde lezzetten mücerred nursız hamûrın üstüne bilcümle Frenk meze vü zerzevâtundan mâmul harcın sıvanıp furunlamak sûretiylen bişirilir kim üzerine dahî ne kadar ecnebî mâcûni var ise sabbeylenen âdemin iştihâsın izâle idip içresün ifsâd itmesi mukadder ol taâm İtalya devlet-i kerîhesi vü İtalyan kavm-i laînesi nezdinde ziyâde mûteberdir. PİZZA HÖT dinen bu met‘am-i Frengî’de ise ânı dahî usûliylen idemezler kim sofraya geldikde Mustafa Çelebi birle ânı acîb nazarlar ile süzmeğe şurû eyledik. Çünkim ânın hamûrı guspend çillesi misillû bir tuhaf, harcı dahî ziyâde sürh ü lezzetten berî idi. Yanında ikrâm olunan KOLA nâm cibilliyetsiz meşrûbât dahî gâz muhtevî olmağın âdemin batnında işkenbe-i bakar misillû bir teverrum hâsıl ider. Hakîr bu ahvâle şâhid olub iştihâsı ikrâhe uğrayıcak hemân yâneden ubûr iden met‘amın müstahdem oğlanına âvâz-ı bulendî ilen gürleyib itâb itdim ki Çelebi hakîri güç zapteyledi: ‘Bre nâdân ü şuursuz oğlan! Biz taâm irâdet etdük yâ sen nice menfûr şey ihzâr itdün? Şol nursuz penbe-misâl hamûr vü üstündeki necâset n’ola? Lahm-i hınzîr midir, yâ nedür tiz beyân eyle yâ tiz yıkıl karşımdan!’

Ol münâzaayı başımızdan def‘ ettikden sonra Mustafa Çelebi’ye nush eylemenün vaktidir deyüb kelâma ser-ağaz eyledim:

‘Bak a Çelebim! Evvelen iş bu çatulu bedestân misâli çarşû-yi ecnebîde cümle beliyyeden mâadâ, alâmeleinnâs taâm ekleylemek katiyyen şer-i şerîfe muvâfık bir iş değildir. Çün kim hakk-ı nazar hakdır. Sâniyen merhûm üstâzânumızdan mervîdir kim ol FAST FOOD nâm me’kûlât-ı serîa met‘amlarunda alâ vechi’l-isti‘câl ü rûzgâr misillû HAST HÖST! vezninden karın doyurmak da aslâ sıhhat ü âdâba çespân düşmez; ol muzır a‘mâldendir. Sâlisen iş bu Frengî met‘amlarda cümle sarfiyyât tebzîre mebnîdir kim, kelâm-ı kadîmde buyruldığı vechile “mübezzirler cümle şeyâtîn ihvânıdırlar”. Ol bu mekânlarun ücretleri murahhas tevehhüm olunsalar dahî âsâmı menâfiinden ekberdirler. Kavm-i necîbimizün nice lezîz taâm ü meşrûbâtı vardır kim ânlara mülâzemet eylemek hayrdürür. Şol cümle kerîh ü garîb Frengî-meşreb, Avrupâî usûl metâim ü matâbıhda soframıza arz idilen meymenetsiz taâm vü meşrûbât cümle örfümüze mugâyir, ehâlîsi İslâm olan arzımızı ifsâd, hars ü neslimizü ihlâk maksadına mâtûfdur. Anlaru ihdâs idenlerin murâdı zevk-i selîmimize halel getirüp kalb-i selîmimizi tezyîf, akl-ı selîmimizi tahfîf itmekdir. Ba‘dehû şol duâ ü temennâ ile ol bed-meşreb mahalden îtizâl eyledik:

‘Ya rabbi! “Pis ha” vü “Ham Bul Gel” karşusunda “Lahm-ü-acîn” ü “dürüm dönere” nusret ihsân eyle; “Kola” karşusında “ayrân” ü “şerbet” ü “şalgam”a muzafferiyetler nasîb eyle; metâim-i Osmâniyye’yi vü meâkil-i milliyeyi muhâfaza buyur; ânlaru pâmâl eyleme! Cümle nesl ü kavmimizü Frenk mukallidliğinden, Evropâ’ya teşebbühden, kefere vü fecereyi taklîdden sıyânet eyle. “Hünkâr-beğendi” vü “karnıyarık”ın şânını tezyîd idüb; “pirincî pilav”a, “helvâ” vü “boza”ya vü “Temürhindî”ye; cümle meşrûbât ü taâmımıza fesâd ü zevâl verme… Âmîîn…’

Seyyâh-ı Hayrân Ziyâ Çelebi Cevelânnâme-i Ziyâ 5 Mart 1428, Çamlıca.

Cevelenname – Bu yazı 2012 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 62. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir