Cuma , 11 Ekim 2024

Ege’deki Kardeş ve Komşu Kıyı: Midilli

“Yolcu yolu göze alamaz, yol yolcusunu göze alır…” dedik ve çıktık yola. Zordu başta ama birden kolaylaştı. Jeolojik olarak bir zamanlar Anadolu’dan kopup gitmiş, tarihi itibariyle ise 500 sene Osmanlı egemenliğinde kalmış ve geçmişi M.Ö. 10. yüzyıla kadar uzanan Midilli (Lesvos), hemen Ayvalık karşısından bize göz kırpıyordu adeta. Kaz Dağlarının yitik parçasıydı. Her yanı zeytin ağaçları ve kızılçam ormanlarıyla kaplı adanın bu çağrısına kulak verdik ve küçük bir yolculuk gerçekleştirdik.

Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan

Midilli: Yakın Komşu

Daha bu yüzyılın başında üçte biri Türk olan ve Lozan ile birlikte savaşsız olarak Yunanistan’a teslim edilen Midilli’de mübadelenin bütün acılarını adanın neredeyse her yerinde görmek, duymak ve okumak mümkün. Öyle ki, hemen ada girişinde Küçük Asya Annesi Anıtı ile karşılaşıyoruz. Burada, ayrıca, Midilli’nin Lozan Barış Anlaşması gereği silahsızlandırılmış, üzerinde deniz üssü ve istihkâm kurmanın yasak olduğu adalardan olduğunu hatırlatalım. Diğer popüler Yunan adalarına nazaran Midilli’nin daha sakin ve daha az eğlence barındıran bir yerleşim yeri olduğunu söyleyebiliriz. Bizim Ege sahillerimiz gibi, buradaki sosyal dokuda da zeytin üretimi önemli bir yer tutuyor. Yalnız zeytin genelde zeytinyağı çıkarmada kullanılıyor. Ben bu olguyu tadarak da beğenmediğim zeytin türlerinin pek lezzetli olmayışına bağladım.

Midilli, meze çeşitleriyle ünlü aynı zamanda… Özellikle kabak çiçeği dolması ve kızartılarak ezilmiş acılı peyniri hararetle tavsiye ederim. Keşke bizimkiler de becerebilseler diye iç geçirdiğimiz meze tabakları bizdeki gibi tadımlık değil, masaya servissiz basit ama büyükçe bir tabakta geliyor ve tadına doyum olmuyor. Üstelik taptaze ve karşı yakada, Türkiye’dekilere göre daha hesaplı. (Buradan Cunda’da yediğimiz kazıklara selam olsun). Yediğiniz her şey çok taze ve bekletilmeden hazırlanmış. Bu iyi bir alışkanlık ve insana saygı göstergesi… Mönüde çoğunlukla her seçeneğin Türkçe karşılığı bulunuyor ve karşı kıyıdan gelen komşularına gayet dostane davranan tesis sahipleri çat pat Türkçe konuşabiliyorlar. Hele konu kahveyse, dilleri birden çözülüyor…

Mitilini (Mytilene)

Büyük şair Sappho’nun da doğum yeri olan Mitilini’de iki sanat müzesi, iki arkeoloji müzesi, bir etnografya müzesi, bir de Bizans müzesi ve (başta Agios Athanasios, Agios Theodoroi ve Agios Therapon olmak üzere) çok sayıda kilise var. Burasının pek gelişmemiş, nispeten yoksul ve devletin temel imkânlarının tam anlamıyla ulaşmadığı bir idari bölge olduğunu hatırlatalım. Yani sanki böyle şeylere bizdekinden birazcık daha fazla önem veriyorlar… Sıradan şehir duvarlarına yapılan resimler bile, adeta birer sanat eseri niteliğinde. Bizdeki çiziktirmeler onların yanında karikatür gibi kalıyor. Ada başkenti aslında konaklama, lokanta ve eğlence bakımından tüm ihtiyaçlarınızı karşılar özellikte. Gatelluzi tarafından inşa edilen görkemli kulesi, etkileyici kubbesiyle Agios Therapontas kilisesi ve limanın ucundaki özgürlük heykeli şehrin başlıca simgelerinden. Rıhtımda neo klasik tarzda yapılan Valilik binası, Eski Belediye Sarayı, eski “Büyük Britanya” oteli ve “Osmanlı Bankası” binası görülmesi gereken diğer önemli eserler. Ermou Caddesi boyunca antikacılar, eski stilini muhafaza eden bakkal ve kafeler, Osmanlı döneminde bölgeyi aydınlatan büyükçe bir fenerin çalıştığı “Baş Fener” ve çeşitli çarşı ve yeme içme mekânlarını göreceksiniz. Daha çok Türk Mahallesi olarak anılan bölümde inşa tarihi 1825 olan Yeni Cami, yine 19. Yüzyıldan kalma Çarşı Hamamı, şimdi Belediye Resim Müzesi olarak kullanılan Halim Bey Konağı ve şimdilerde mahkeme olarak işlev gören Osmanlı Ortaokulu ve Arkeoloji müzesine de uğramadan geçmeyin.

Panellinion Cafe / Midilli’de bir Taş Kahve

Midilli’nin merkezinde, Mitilini’de karşıladı bizi bu devasa yapı. Türkler “Taş Kahve” diyorlar, zira Cunda’daki adaşının adeta ikizi gibi. (Ne de olsa Anadolu’dan kopmuş gitmiş Midilli adası, ne de olsa yarım bin yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış) Belki daha estetik, belki biraz daha görkemli. Süslemeler ve tasarımda Rum mimarisi kendisini gösteriyor. Cafe içerisinde bolca Türk görmek ve Türkçe duymak mümkün. Doğal üretim dondurmaları şiddetle tavsiye edilir. İsterseniz kornette, isterseniz kupada servis ediliyor. Ben gerek kakao ve çikolatalı çeşitlerine, gerekse bazıları sorbe olan meyveli dondurmalarına bayıldım, bittim. Rutin olarak masaya önce büyük bardak bir su getiriliyor, serinleyip ferahlamanız için. Servis hızlı ve anlayışlı. Çay isterseniz, yine tekli büyük bardakta, üstünde kuru çayı ile birlikte demlemeye hazır bir şekilde geliyor. Ada halkı, turizm sağ olsun, kahve ismine pek takmış durumda değiller. Türk kahvesi de deseniz, Yunan kahvesi de, aynı şıklıkla ve lezzetle geliyor önünüze kahveniz. Özellikle “sade, orta, şekerli” gibi kelimeleri çok iyi biliyor ve zaten kendileri soruyorlar. Aman ziyaretinizi öğleden sonra 3-6 arasındaki zaman dilimine denk getirmeyin, siesta vakti!

Petra ve Molivos

Baş şehir Mitilini’ye yakın, deniz kıyısında bir kasaba olan Thermi’de kalırken günübirlik adanın en kuzeyinde bulunan Molivos’a (Mytimna) hareket ediyoruz. Yol üzerinde, seramikleri ve yoğurdu ile tanınan (zaten kelimenin kökeni “manda” kaynaklı) Mantamados’ta, yapımı 1700’lü yıllara dayanan Taxiarchon Manastırı ve Kilisesine uğruyoruz. Kilise 1800’lü yıllarda ise Türk korsanlar tarafından soyularak yağmalanmış ve bu vahim olay kilise girişinde asılı bir tabloda tasvir edilmiş, sıkıla sıkıla görmemezlikten geliyoruz. Zorlu yollardan aştıktan sonra, tarihi M.Ö. 1300’e kadar uzanan, adanın en eski yerleşim birimlerinden olan ve adını (Mytimna) mitolojik kral Makar’ın kızından alan Molivos’a varıyoruz. Daha sık kullanılan ismi olan Molivos ise, malum, molla kelimesinden geliyor. Burası Assos’a çok benziyor ve karşıda Ayvalık gözüküyor. Adada deniz turizmi pek cazip değil fakat buradaki suyun temizliği ve güzelliği hemen dikkatimizi çekiyor. Buraya kadar gelmişken, elbette Cenevizlilerden kalma Molivos Kalesini gezmemek olmaz. Kentin stratejik öneminden dolayı, kale zamanında Osmanlılar tarafından elden geçirilmiş. Şirince’de nasıl eskiden kalma Rum evlerini bulduysak, burada da Türk tipi evler boy gösteriyor. Üstelik Molivos belediyesi bu evleri korumaya almış ve başka formda bir yapı yapılmasını yasaklamış. Bunun yanında, genelde üzerinde çeşitli yazıtlar bulunan ustalıklı taş veya mermerden yapılmış çeşmeler ve “kalderimi” diye adlandırılan taş döşeli yollar Midilli mimarisini tamamlar nitelikte. Miskin kedileri, canlı kahveleri, hareketli sokakları ve deniz kenarında uzanıp giden lokantaları ile büyülü bir zaman dilimi yaşıyoruz. Dönüşte Aşil’in Truva savaşına giderken mola verdiği Petra’ya uğrayarak 114 basamaklı Panagia Glikofilousas Kilisesini ziyaret ederek, adaya nam salan dondurmasından tadıyoruz. Yol üzerinde, kenarlarda minik maket mezarlar dikkatimizi çekiyor. Bunlar o kaviste veya kavşakta hayatını kaybedenlerin (özellikle motosiklet sürücülerinin) adına yapılmış ve görüp geçtikçe insanlara kazayı hatırlatıyor ve anılmalarını ve dua almalarını sağlıyor.

Agiasos, Theophilos Müzesi ve Namık Kemal Evi

Oldukça popüler bir dağ köyü olan Agiasos’un taze meyve ve sebze ürünlerinin yanında, türlü türlü peynirleri (özellikle tulum çeşitlemeleri), reçelleri ve un kurabiyesi ünlü ve çok lezzetli. Ayrıca, geleneksel şirin çarşısında tahta oyma mobilya, seramik ve dantel işleri sergileniyor. 475 metre yükseklikte ve zeytin, kestane, elma, ceviz ve çam ağaçları arasında, faunası ve florası ile dikkat çeken Agiasos, “Midilli’nin İsviçre’si” olarak da anılıyor. Cumbalı evleri seyrederek çıktığımız Meryem Ana Kilisesini ziyaret ettikten sonra, mini mini dükkânlarından ufak tefek alışverişler yaparak iniyoruz.

Meryem Ana Kilisesindeki Meryem Ana ve İsa ikonları 800 yıllarında Kudüs’ten getirilmiş. Bu kutsal parçalar Haçlı seferlerinin talanından ucuz kurtulmuş. Yolda önünde kır kahvelerinin ve ördekli göletlerinin bulunduğu ve sefalet içinde yaşayarak eserlerini bir ağaç kovuğunda yapan ünlü ressam Theophilos’un küçük müzesine uğruyoruz. Burada bahsedilen kovuğa girebilir, önündeki kahve ve gölgelikte dinlenebilir ve hatta dilerseniz ressamın eserlerinin kopyalarından hatıra niyetine satın alabilirsiniz.

Osmanlı egemenliğinin uzun asırlar boyu sürdüğü adada dönemin önemli simalarından Namık Kemal yedi yıl sürgün hayatı yaşamış. Bunun beş yılında yöneticilik görevi üstlenmiş. Namık Kemal’in evi şu anda Amerikalı bir çifte ait… Namık Kemal buradaki günlerini (özellikle kızına hitaben yazdığı) Hususi Mektupları içerisindeki Midilli Mektupları bölümünde ayrıntısıyla anlatır.

Midilli son tahlilde bir sahil kasabası olmasına rağmen içinde manzara bulunan her noktaya çılgınca kondurulan, aşırı varsıl ve steril yazlık rezidanslardan yok, sıkış tıkış yan yana dizilen çirkin apartmanlardan yok, hiçbir yerde bağrış, çağrış, itiş, tepiş, gürültü ve mutsuzluk hüküm sürmüyor. İnsanlar (siesta ve taverna dışında zaman bulduklarında) yürümeye ve bisiklet-motosiklet kullanmaya özen gösteriyorlar. Aşağı yukarı 1 saat uzaklıktaki Ayvalık’tan geldik sonuçta, biraz yabancılık çekip yadırgamamız doğal karşılanmalı bu özgün ve dingin sosyal yapıyı…

Ne demiş Anatole France; “Gezmek, bir zamanlar insan ve evren arasında var olan uyumu tekrar kurar…” Daha uyumlu, daha güzel gezilere doğru yelken açıyoruz. Hep daha iyiye…

Bu yazı 2013 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 80. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir