Salı , 23 Nisan 2024

Kaf Dağının Ardındaki Şehir: Odessa

İnsanın insana üstünlüğü yoktur da, acaba kelimelerin kelimelere üstünlüğü var mıdır? Eğer onlarda eşitse ben kelimelere son derece adaletsiz davranıyorum demektir. Çünkü benim için bazı kelimeler babannemin yemekleri kadar tatlıdır, tadı damağında kalır insanın. O kelimeleri cümle içerisinde kullanmanıza gerek yoktur mesela. Kendi kendini anlatır zaten onlar. Yaz kelimeyi, sonuna noktayı kondur yeter. Sonrasında sayfa kendisi şekillenir zaten.

Yazı ve Fotoğraflar: Zübeyir Süğlün

Bu el üstünde tuttuğum kelimelerden bir tanesi ‘yakamoz’. Rumca kökenli Türkçeleşmiş bir kelime. Küçüklüğümden beri sevmişimdir bu sözcüğü. Sözcük tek başına zaten romantik, anlamlı ve mistik. Ayrıca hep mutlu anlarda hayat bulan, berrak bir kelime. Yakamozla tanışıklığımın üzerinden beş yıl gibi bir süre geçmişti ki, gazetede gözüme bir haber ilişti. Yakamozun dünyanın en güzel kelimesi seçildiğini yazıyordu. Bu haberi okuduğumda hiç şaşırmadım, çünkü biliyordum. Eğer on iki yaşında bir kelimeyi sevdiyseniz o zaten dünyanın en güzel kelimesidir. Başkasının onaylamasına ihtiyaç yoktur zaten.

Terazinin bir kefesinde, hep bu sözcük ağır bastı. Aradan yıllar geçti, geçen zamansa teraziye denge getirdi. Yakamoza meydan okuyan bu sıkı rakibin adı ise Odessa. Gözlerini kapat, bir tutam peri tozu serpiştir ve ilk defa görürcesine, aheste aheste gözlerini aç: Odessa…

Ukrayna yolculuğumuzun ilk durağı ülkenin en önemli liman şehri olan Odessa. Cengiz Aytmatov, ‘Gün Olur Asra Bedel’ kitabında başka gezegende yaşayan bir ırkın bulunduğundan ve bu ırkın dilinde, savaş kelimesinin karşılığının olmadığından ve savaş kelimesinin ne anlama geldiğini bile bilmediklerinden bahsediyor. Hadi bu gezegene bir isim verelim deseler, ben Odessa olsun derdim. Derdim demesine de, insan her yerde insan maalesef. Keşke sözcükler bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan ibaret olsaydı.

Bir heyecanla uçaktan indikten sonra, bir hezeyanla yüzümüz düşüyor. Ardı ardına inen üç uçak dolusu yolcunun giriş işlemlerini yapacak, sadece iki görevlinin bulunması, sizden sonra gelenlerin sıra adabına uymayıp, kalabalık bir grup halinde önünüze geçmesi, Benjamin amcayla arası iyi olanların ise herkesten önce pasaport işlemlerini tamamlaması; dahası insanların buna alışmış olması ve bu durumu hiç yadırgamaması bir şehirde yaşanabilecek en olumsuz başlangıçlardan birisidir. Neyse ki günün diğer saatlerinde bir olumsuzlukla karşılaşmıyoruz. Çünkü rüşvet coğrafyasında olduğumuzun bilincindeyiz ve mümkün olduğunca herhangi bir devlet görevlisiyle iletişim kurmamaya çalışıyoruz.

Her ne kadar olumsuz bir başlangıç yapsak da, günün kalan saatlerinde bir sorunla karşılaşmıyoruz ve bir o kadar keyifli bir gezi yapıyoruz. Taksiyle 120 grivnaya şehir merkezine geliyoruz. Beş grivnanın bir tl gibi bir rakama tekabül ettiğini düşünürsek hiç de yüksek bir rakam değil. İndiğimiz yer Odessa’nın en meşhur caddesi olan Deribasovskaya Caddesi. Cadde üzerinde, bize yarenlik edecek arkadaşım Esat’la buluşuyor ve şehir turuna başlıyoruz.

Bize gelmeden önce mümkün olduğunca balık ve tavuk yememiz tavsiye edilmişti. Zümrüdanka’nın sırtında, kaf dağına yolculuk yapan çocuk aklıma gelmedi değil. ‘Gak’ deyince su, ‘guk’ deyince et. Bizim yaşadığımızda çok farklı değil aslında. ‘Vada’ deyince su, ‘riba’ deyince balık. Bu basit gibi görünen iki kelime, orada kullanılmaya en çok ihtiyaç duyulan iki sihirli sözcük aslında. Çünkü tüm diğer Sovyet ülkelerinde olduğu gibi burada da İngilizce bir işe yaramıyor. O yüzden rehberiniz yoksa, gelmeden önce biraz sözlük kurcalamakta fayda var.

Heykellerin omuzlarında yükselen şehir

Odessa’yı dünya üzerindeki birçok şehirden ayıran bir özelliği var. Bu şehirde hiçbir binanın yapısı birbirine benzemiyor. Bu şaşırtıcı bilgi üzerine, inatla benzer yapılar bulmaya çalıştım fakat nafile. Gün boyunca bir tane bile, aynı olan bir bina bulamadım. Mimari ve heykel, et ile tırnak gibi bir bütün halinde. Sanki heykelleri aradan çekip alsan, şehir yıkılıp düşecek. Tarihi eserlerin çok iyi korunduğunu da ilave edelim. Bunlar bir kenara, yapımı henüz tamamlanmış bir binayı, 300 yıllık bir tarihi eserin restore edilmiş hali olduğunu düşünmek ise sıradışı değil. Çünkü mimaride sürdürdükleri gelenekleri ve orijinal eserlere sadık kaldıkları tarzları var. Caddelerin ve kaldırımların geniş olması ve heykellerle bezenmiş estetik binaları, yürümeyi keyifli hale getiriyor. Burada yaşasaydım eğer, ‘Boş vakitlerinde ne yapıyorsun?’ sorusuna, ‘yürüyorum’ cevabını da diğer hobilerimin yanına eklerdim.

Rotamız üzerinde dünyanın ikinci güzel binası seçilen Opera binasını görüyoruz. Opera binaları için, dönemin kültür merkezleri desek, yanlış bir benzetme yapmış olmayız.  Arkeoloji müzesi, Belediye binası, London hoteli… Belediyenin önünde  Boğdan Hmelnitsky savaşçı kıyafetlerini giymiş birisiyle, ellerinde kartallarla bekleyenlerle az bir ücret karşılığında fotoğraf çekilebilirsiniz. London Hoteli için, Odessa’nın en eski ve en pahalı oteli olarak not düşelim. Karadeniz manzaralı otelde her şey orijinal ve klasik tarzda.

Primorsky Bulvarına geliyoruz, yani Potemkin merdivenlerinin bulunduğu yere. Merdivenler niye görülmeye değer derseniz, ne yukarıdan aşağıya; ne de aşağıdan yukarıya baktığınızda basamakları göremiyorsunuz. Kütle kütle beton görüyorsunuz sadece. Ayrıca ‘Potemkin Zırhlısı’ filmi bu merdivenlerin ününe ün katmış.

Yol üzerinde osmanlı zamanında hacı adaylarının, hacca gitmek üzere toplandığı gümrük binasını görüyoruz. Şehirde, Osmanlı tuğrasına rastlamanın verdiği mutlulukla yolumuza devam ediyoruz. Tioşin Köprüsü’ndeyiz. Burası sevgililerin ‘aşkımız sonsuza kadar yaşasın’ niyetiyle köprünün parmaklıklarına kilit takıp, anahtarları bir daha kullanmamak üzere, en uzaklara fırlattıkları yer. Bu ritüel için tasarlanmış, kalp şeklinde kilitler bile var. Fransız Konsolosluğu, Ekaterina Meydanı, Gorsad Parkı, Kilise meydanı ve Rönesans Kilisesi şehrin güzergahımızdaki önemli noktaları.

Dikkatimi Kilise meydanındaki satranç oyuncuları çekiyor. Meydandaki parkta, satranç üstadları, cüzi bir miktar karşılığında satranç oynuyor.  Sovyetlerden kalma bir alışkanlıkmış. Ben de merakımdan şansımı denemek istedim. İyi bir oyuncu olmasam da, acemi de sayılmam fakat yenilgiyi tatmam çok da uzun sürmedi. Bu arada meraklılarına not düşmek istiyorum, İstanbul’da tavlanın bile oynanmasına izin verilmeyen, damacılar kahvesi var. Her ne kadar dama ağırlıklı olsa da satranç oyuncuları da var müdavimler arasında. İstanbul Dama Sevenler Derneği’nin sitesinden adres temin edilebilir. Kendini tartmak isteyen buyursun er meydanına…

Geziye ait diğer notlar:

-Odessa’da çok yazar yaşamış. Puşkin, Gogol, Tolstoy, Lesya, Ukrayinke önemli isimlerden..

-Odessa Ukrayna’nın en çok şaka yapılan şehri. Hatta bir nisanda özellikle buraya gelenler varmış.

-Herhangi bir aracı durdurup taksi niyetine kullanabilirsiniz burada. Şöyle ki, fiyatı önceden konuşup, biniyoruz ve 120 grivnaya geldiğimiz havalimanı yolunu, 60 grivnaya geri dönüyoruz.

-‘Sonka Zalataya Puçka’ isimli, meşhur bir kadın hırsızları varmış. Arsen Lupen’le boy ölçüşür mü bilemeyiz ama kuyumcudan altın kalem çaldığını kimse anlamamış bile.

-Evlerde balkon kültürü yok, daha doğru ifade etmek gerekirse, balkon yok.

-Sucuk, peynir, zeytin, demleme çay ve kahve de burada bulunamıyor maalesef. Olanlar ise bizim dilimizdekilerin karşılığı değil zaten.

-Geniş caddeler, geniş kaldırımlar, tarihi eserler yürümeyi keyifli hale getiriyor.

-Ukrayna’ da 8 Mart, yani dünya kadınlar günü resmi tatil. Ukrayna’nın en çok resmi tatil yapan ülkelerden birisi olduğunu da ajandamıza ekleyerek, Odessa gezimizi sonlandırıyoruz.

Yakamoz mu, Odessa mı derseniz; keşke Odessa’da yakamozu izleyecek kadar vaktimiz olsaydı. Fakat önümüzde kollarını açmış, bizi bekleyen bir Kırım yolculuğu var. Simferopol şehrine tren biletimizi aldık. Yaşasın gözünü açtığında başka dil, başka dünya, başka insanlarla tanışmak!

Bu yazı 2013 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 80. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir