Yüreğimde daima yeni bir yol hazırlığı vardır. Mevsimi geldiğinde göç etmek için ufuklara heyecanla kanat çırpan kuşlar gibi ben de diyar diyar gezmek isterim. Ruhum, zamana ve mekâna sığmaz sanki. Uzun zamandır, doğasını merak ettiğim, gidip görmek isteğim bir ülke vardı. Bu sefer Yeni Zelanda’yı keşfetmek üzere fotoğraflarla ve hikâyelerle Gezgin’de buluştuk.
Yazı ve Fotoğraflar: Sevim Dalan
Gideceğim günü heyecan ve sabırsızlıkla bekliyordum. Hazırlıklarımı, internetten araştırmalarım doğrultusunda yapmaya başladım. Hava durumu, muhakkak görülmesi gereken mekânlar ve tabi izleyeceğim bir yol haritası. Nasıl bir yola girdim, beni neler bekliyordu, geri dönüşüm nasıl olacaktı? Böyle yolculuklara çıkışımda her zaman en merak ettiğim şey nasıl bir tecrübe edineceğim ve ülkeme döndüğümde aklımda ve kalbimde neler bırakacağıdır.
O kadar çok duymuştum ki Yeni Zelanda’nın eşsiz güzellikteki doğasını, sanki Cennet’in bir köşesine gidecekmişim gibihissetmiştim. Ben ve iki yol arkadaşım, yolcuğumuza ilk adımı İstanbul’dan attık. On saat süren uçuştan sonra Malezya, Kuala Lumpur havaalanında indik. Altı saat bekleyiş ve tekrar Yeni Zelanda, Auckland’a bir on saat daha uçmak üzere diğer uçağa geçtik.Ülkeye gece 3’te ulaşmak ve hiçbir yeri görememek merakımı daha da arttırdı. Yeni bir ülkede, yeni bir güne uyanmış olacaktım… Yeni bir gökyüzü, yeni insanlar, yeni, yeni ve Yeni Zelanda.
O gece Kiwi Hotel’de kaldık. ‘’Kiwi’’ şuanda nesli tükenmekte olan ve Yeni Zelanda’nın simgesi hâline gelmiş bir kuş türü. Aynı zamanda Yeni Zelanda halkına verilen takma isim. Günlerimizi yollarda, daha özgür geçirebilmek, hiçbir tura ve mekâna bağlı kalmadan, istediğimiz anda, istediğimiz yerde durup fotoğraf çekebilmek, güzelliğin tadına daha iyi varabilmek için planımız, adayı karavanla gezmekti çünkü yaptığım araştırmalarda gördüm ki, yollarda arabadan daha fazla karavan görmek mümkün. Bunun sebebi seyahat kültürünün bir yaşam biçimi haline gelmiş olması ve son derece güvenli karavan parklarının bulunması olabilir. Bu kamp yerlerinde kendi yemeğinizi hazırlayabileceğiniz mutfaklar, televizyon odaları, internet erişimi, kütüphane, müzik odaları mevcut. Hiç beklemediğiniz bir anda işittiğiniz piyano sesleriyle dinlenebiliyorsunuz…
Hobbiton:
İlk işimiz; karavanımızı kiralayıp, Matamata’da bulunan Lord of The Rings’in film seti ‘’Hobbiton’’a gitmek oldu. Auckland’dan yaklaşık iki saat sürdü bu yolculuk. Filmin bütün serilerini hayranlıkla izlemiş biri olarak hayatım boyunca gelebileceğimi hiç tahmin etmediğim bu setin kapısının önünde duruyordum. Kocaman bir tabelada ‘’Welcome to Hobbiton’’ yazısıyla karşılanmak… ‘’İnsan sırf bunun için bile Yeni Zelanda’ya gelir’’ dedirtiyordu. Filmin yönetmeni Peter Jackson bir Kiwi (Yeni Zelandalı) olarak, kurduğu bu muhteşem film setini çekimler bittikten sonra etrafı kirletmemek ve doğayı bozmadan gitmek adına yıkmaya başlamış. Orada yaşayanlarsa setin kalmasını istemişler. Böylelikle 44 tane hobbit evi turizm amaçlı olarak tekrar yapılmış ve ziyarete açılmış. Burayı sadece rehber eşliğinde, iki saatliğine gezebiliyorsunuz. Giriş ücreti: 75 Yeni Zelanda Doları.
Wellington:
Kuzey adasının en güneyi ve en uç noktasında bulunan, ülkenin başkenti olan Wellington’a yaklaşık iki gün süren karavan yolcuğundan sonra ulaştık. Yolculuk boyunca dikkatimi en çok çeken şey, bütün yol kenarlarının aralık dahi bırakılmadan çitlerle çevrili olmasıydı. Bunun sebebiyse Yeni Zelanda’da 40 milyon koyunun yaşaması. 4 milyon küsur insanın yaşadığı ülkede 40 milyonu aşkın koyun bulunuyor. Bu liman şehrinde mutlaka görülmesi gereken bir müze var: Te Papa. Yeni Zelanda’nın yerli halkı Maori’lerin kültürüne ait her türlü bilgiyi bu müzede görmek mümkün. Kıyafetleri, evleri, yaşam biçimleri, kullandıkları eşyalar, kişinin sosyal statüsüne göre yüzlerine yaptıkları dövmeleri, müzik enstrümanları, sanatlarına dair birçok şey. Giriş ücreti ise: Bedava.
Güney Adası:
80 Milyon yıl önce Avusturalya kıtasından kopup gelen kuzey ve güney adaları karşılıklı olarak birbirine bakmaktadır. Bu iki ada arasındaki ulaşım uçak veya feribotlarla sağlanıyor. Yaklaşık üç saat süren feribot yolculuğundan sonra güney adasına geçtik. Buranın, kuzey adasına göre doğal güzelliği daha göz alıcı ve çarpıcı. Heybetli dağların arasında kalmış masmavi göller, uçsuz bucaksız kumsallar,denizin içinden yükselen kocaman kayalar, bize göz kırpan serin mağaralar ve göz kamaştıran yosun yeşili yağmur ormanları… Aynı gökyüzünün altında buluşmuş eşsiz doğa harikaları.
Wharariki Beach:
Yeni Zelanda kumsallarında, dağlardan kopup denizin içine yerleşmiş bir sürü farklı kaya görüyoruz. Bu kayaların en meşhurlarından biri de Wharariki Kumsalında bulunuyor. Bu kumsala ulaşmak için konaklanılan veya park edilen yerden yirmi dakika kadar yürümeniz lazım. Sert toprak olarak başlayan patikalar, yürüdükçe kendini ince kumlara bırakıyor ve ilerlemek zorlaşıyor. Önümüze çıkan tepeyi neyle karşılaşacağımızın merakıyla bir solukta aşıp kendimizi uçsuz bucaksız, pürüzsüz kumsalda buluyoruz. Ufuktaysa kayalar…
Milford Sound:
Bu bölgeye gidiş yolunda müthiş manzaralar size eşlik ediyor. Solda sapsarı ovaları, ufukta beliren heybetli, başı karlı dağları ile sizi selamlıyor. Sağda ise ovalar yerini göllere bırakmış. Bu şaşırtıcı doğal güzelliği izlemek için birçok seyir noktası var. Bizde karavanımızla bu seyir yerlerinde durup, anın keyfine varmaya çalıştık. Uzun yol sonrasında dinlenmek için Milford Sound’a bulunan karavan parkına giriş yaptık. İndiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu: Kum Sinekleri! Yeni Zelanda’da ilk defa karşımıza çıkan bu sineklerle böylelikle tanışmış olduk. Bir anda üstünüz başınız küçücük sineklerle doluyor ve günün sonunda artık doğal bir refleks olarak elinizle sürekli bir kovalama hareketi yapar hale geliyorsunuz. Sinekler sadece konmakla kalmıyor; bir de ısırıyorlar. Bu yüzden Milford Sound’a mutlaka sinekler için tedbir alarak gitmeli!
Sisli bulutlu kocaman dağlar ve dağların arasından süzülen irili ufaklı şelaleler, kayalıkların üzerine serilmiş keyif yapan fok balıkları, seyrine doyulmayan yağmur ormanları, toprak kokan patikalar… Bakmaya kıyamadığımız bu güzelliklerin hepsi bir arada seyrimize sunulmuş. Bizi suların arasından Tasman denizine götürecek olan vapura biniyoruz. Bir saat sonra dağların arasından Tasman denizine açılan o ayrımda buluyoruz kendimizi. Önümüzde sonsuz mavi deniz, arkamızda heybetli dağlar.. Vapur seyahat ücreti: 70+ Yeni Zelanda doları.
Milford Track:
Milford Sound’dan rehber eşliğinde binilen küçük bir tekneyle,53 kilometre uzunluğundaki yürüyüş yolunun başlangıç noktasına geliniyor. Bu yolu yürümek ortalama dört gün sürüyor ve yol üzerinde küçüklü büyüklü birçok şelale görebiliyorsunuz. Asıl hedef, bu meşakkatli yolculuk sonunda 580 metre uzunluğundaki Sutherland Şelalesini görebilmek. Halk, bu şelalenin ülkelerindeki en uzun şelale olduğunu sanıyormuş, ta ki yine o bölgede bulunan ve yürüyerek ulaşılan Browne Şelalelerini keşfedene dek. Kısıtlı günlerim dolayısıyla bu yürüyüşe katılamadım fakat rehber, kum sinekleri ve kuş cıvıltılarından oluşan koro eşliğinde, altı saatlik yürüyüş sonunda Giants Gate Şelalesi’ni gördüm.
Moeraki Boulders:
Otaga şehrinde, Koekohe Kumsalında hayretler uyandırıcı bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Sanki hepsi bir tornadan çıkmış gibi irili ufaklı, yuvarlak kayalar kumsala serpiştirilmiş… İnsan boyunu geçecek kadar büyük, bazen de bir futbol topu kadar küçük olan bu kayaların ziyaretçisi oldukça fazla.
Nelson Lakes National Park:
Keşfedilecek birçok gölü bünyesinde barındırıyor bu ulusal park. Sınırları içerisinde bulunan, dünyanın en temiz gölü unvanını almış ‘’Blue Lake’’e iki gün süren tırmanıştan sonra ulaşabiliyorsunuz. 80 metre derinliğin en dibindeki taşları dahi seçmek mümkün.
Parkın en önemli ve en büyük iki gölü Rotoiti ve Rotoroa. Göllere uzanan tahta iskelelerin üzerinde kitap okuyan, dinlenen, piknik yapan insanları görebilirsiniz. Ayrıca ülkede çok yaygın olan kano sporunu yapan sporcular içinde bir nefeslik durak yeri bu iskeleler.
Taranaki Dağı:
Taranaki Dağı’nı uzaktan seyredebilmek ve konaklayabilmek için en güzel kumsalı seçtik kendimize. Wai-Iti. Bu kumsalda hayat akıyor hiç durmadan. Three Sisters (üç kardeş) kayalıkları da bu kumsalın uzantısında bulunuyor. Sabah sporu için kanolarla sahile inen gençler, balıkçılar.. Sürekli bir hareket, paylaşmayı ve mutluluğu beraberinde getiriyor. İnsanlar vakit buldukları anda spor yapıyor, doğayı izliyor, hayvanlar, bitkiler küçük bebekler, her şey ama her şey bir düzen içinde sürekli devinimde…
Bu yazı 2014 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 88. sayısından alınmıştır