“Dostluk sarayının çatlağı yoktur ve damı akmaz.” der, Tanpınar.
Bizler de bu sarayın meskûnları olarak zamanımıza değer katmak adına bir araya gelmek , hatıraların “tozuna üflemek” ve yeni hatıraları da raflarımıza eklemek için 17 Ocak tarihinde “Gezgin Atölye” olarak Balat’a gezi düzenledik.
Her ne kadar gezinin adı “fotoğraf gezisi” de olsa salt fotoğraf amacıyla düzenlenen ya da iştirak edilen bir gezi değildi. Gezgin atölye Halit Ömer ağabey’in –ki bana göre adını “Halit Ayarcı” olarak değiştirmelidir- kaptanlığında fotoğraf kursu olarak faaliyete geçmiş fakat Mehdi (Öztürk) hocamızın da hoş sohbeti ile zamanla “dostluk sarayı”na yeni “ev sahipleri” ekleyen bir gruba dönüşmüştür.
Senelerdir kursa gelip halka halka sonu olmayan bir zincire dönüşen bu ekiple Cumartesi günü Edirnekapı’da toplandık. Herkes fotoğraf makinelerini , çantalarını avcı hassasiyetiyle sırtlamıştı. Vira Bismillah deyip yola revân olduk.
İlk durağımız Tekfur Sarayı idi. Edirnekapı’da ki bu metruk yapının üstünde bir İstanbul manzarası ile deklanşörlerimize basmaya başladık. Tabi büyük bir çoğunluk 90 dereceye yakın merdivenlerdeki riski göze alamayıp yukarıdaki manzaradan mahrum oldu.
Evet artık sabırsızlıkla Balat kareleri çekilmek isteniyor , bir yandan herkes yanıbaşındaki dostu ile muhabbet ediyordu. Bendeniz , elindeki oyuncak silah ile kararlı adımlarla yürüyen hocamın mahdumu Hamza Burak C. ‘ye refakat ediyordum. O sırada plan yapmak , birbirimize fotoğraf hakkında danışmak ve Haliç manzarası eşliğinde çaylarımızı yudumlamak üzere bir çay bahçesine girdik. Birkaç bardak çayın ardından içimizdeki heyecan bizi artık yolda olmamız gerektiğine iknâ ettikten sonra ara sokaklardan Balat’a indik. Bu zaman dilimine sadece fotoğraf karelerinin tannık olmasını istemediğinden olsa gerek Halit ağabey bize refakatçi olması için Balat’tan bir saat aldı.
Artık önümüzde hiçbir engel yoktu ve herkes dilediğince veyahut kendince deklanşöre basıyor , sokaklardaki “biz”i yakalıyordu. Yani fotoğraf bahanesiyle eski dostlar ve aramıza yeni katılanlar geniş bir ailenin fertleriydik. Mehdi hocamız da tek tek herkesin yüzündeki dostlarla geçen zamanın verdiği tebessümü ölümsüzleştiriyordu. Sahibini fark edemediğim bir ses aile fotoğrafı çekinmek üzere yeşil duvarın önünde toplanmamız gerektiğini söylüyordu. Bu ailenin fotoğrafını çekmek üzere boynuma fotoğraf makinelerini asıp elime de cep telefonumu aldığımda karşımdaki manzara beni duygulandırmıyor değildi. Fotoğraf bahanesiyle toplanmış onca güzel insan ânın ölümsüzleşmesi için beni bekliyor ve bende bekleneni yerine getiriyordum.
Buradan yolumuz Kızıl Mekteb’e dolayısıyla fazla bilinmeyen Mesnevîhane tekkesine çıkıyor. Gerekeni yapıp fotoğraflarımızı çektikten sonra yavaş yavaş başlayan yorgunluğumuzun da etkisiyle ayaklarımız bizi Yavuz Sultan Selim Camii’ne oradan da artık fotoğrafı bir kenara bırakıp çaylarımızı yudumlamak üzere Saatli Kahve’ye götürüyordu.
Herkesin yüzünden mutluluk okunuyordu. Bir yandan da tadı damağımız da kaldığından mıdır , bir mahzunluk da yok değildi.
Bir kez daha herkesin bu aileye dahil olduğu için tekrar tekrar memnun olduğunu düşündüğüm bir gün son buluyordu. Herkes fotoğraflarını çekmiş , yeni dostlarla tanışmış esasında Gezgin Atölye’den bir tatlı huzur almaya gelmişti.
Ben en kısa zamanda tekrar gerçekleşmesini istediğim geziler için başta Halit Ömer ve Mehdi hocalar olmak üzere tüm Gezgin Atölye ailesinden söz almak istiyorum.
Söz mü?
Gezgin Atölye Balat Gezisi – Bu yazı 2015 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 96. sayısından alınmıştır.