Friedrich Barbarossa
Yazı: Önder KAYA
Alman tarihinin en görkemli imparatorlarından olan Birinci Firedrich, kızıl sakalından dolayı tıpkı büyük denizcimiz Barbaros Hayretin Paşa gibi Barbarossa adı ile anılır. Kararlı tutumu ve şövalye niteliği taşıyan yüce karakteri, kendisine başta İtalya olmak üzere pek çok bölgede nüfuz kazandırmıştı. Hatta dönemin en önemli figürlerinden olan Papa ile çatışmaktan da kaçınmamıştır. Papa, Selahadin’in Kudüs’ü geri alması karşısında taviz vermek zorunda kalan taraf olacaktır. Bunun sonrasında Firedrich’in Haçlı seferini kabul etmesi batıda büyük sevinç yarattı. Cesur bir kişiliğe sahip olan Barbarossa, Selahaddin’in hakkından gelebilecek tek Hıristiyan hükümdar olarak görülüyordu. Firedrich, kutsal topraklara yolculuk sırasında da cesaretini ortaya koydu. Müttefikleri olan İngiliz kralı Richard ve Fransa kralı Philip August gibi tehlikesiz bir deniz yolculuğu yerine çok daha tehlikeli kara yolculuğunu tercih etti. Türkiye Selçukluları ile de savaşan imparator, başkent Konya’yı dahi ele geçirdi. Fakat hiç umulmadık bir şekilde Anadolu’nun güneyindeki Göksu nehrini geçerken boğuldu. “Ana yurdun babası”, “İtalya’nın başına inen balyoz”, “Türkler’in korkusu” unvanlarını taşıyan Firedrich’e, Anadolu mezar olacaktır.
Firedrich, 1188’de Papa ile yaptığı görüşmeler sonrasında Mart ayı içinde haçı kabul ederek sefer için hazırlıklara başladı. Haç yükümlülüğünü kabul etmiş olan İngiltere ve Fransa kralları kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözümleyip bir türlü sefer için harekete geçemezken o, Mayıs 1189’da harekete hazır hale gelmişti bile. Müttefikleri ise ancak kendisinin ölümünden sonra, 1191’de harekete geçebileceklerdi. Barbarossa, sefere çıkmadan önce diplomatik temaslar kurmak suretiyle Kudüs yolunu açmayı planladı. Bu amaçla da Türkiye Selçuklu hükümdarı İkinci Kılıçaslan’la temasa geçmeye karar verdi. Aslında bu girişimin başarıya ulaşma ihtimali son derece fazlaydı. Zira Barbarossa, Türkiye Selçukluları’nın en önemli rakibi konumundaki Eyyubiler’in elinde bulunan Kudüs’ü hedefliyordu.
Konya
Daha 1176’da Türkiye Selçuklu hükümdarı, Bizans ordusunu Miryokefalon’da ağır bir yenilgiye uğratmış ve zaferini bildiren bir mektubu da Alman imparatoruna yollamıştı. Barbarossa’nın bu galibiyete sevindiğini söylenebilir. Çünkü “İmparator” unvanı Bizans ve Kutsal Roma Germen hükümdarları arasında ciddi bir anlaşmazlık konusuydu. Her iki devlet de kendisini Roma İmparatorluğu’nun gerçek mirasçısı sayıyor ve bu unvanı kullanma hakkını tekelinde görüyordu.
Bütün bu dengeleri gözeten Barbarossa sefer öncesinde Macar kralı Bela, ve Bizans imparatoru İkinci İsakios ile Türkiye Selçuklu hükümdarı İkinci Kılıçaslan’a haber göndererek amacının sadece Kutsal Topraklar’a geçmek olduğunu, Balkanlar ve Anadolu’da herhangi bir tahribata yol açmak istemediğini, ordusunun yiyecek ihtiyaçlarını da bedelini ödeyerek almak istediğini bildirdi. Alman imparatorunun hedefi Türkiye Selçukluları’nın güneyindeki Eyyubiler olduğu için İkinci Kılıçaslan bu teklife olumlu yaklaştı. Bizans’ın başında bulunan İmparator İsakios da bu nazik teklifi kabul etmekte bir sakınca görmedi. Alman imparatoru, sefer öncesinde bir mektup da Selahaddin Eyyubi’ye gönderdi. Bu mektupta Eyyubi hükümdarını Kudüs ve diğer kutsal yerleri boşaltmaya ve “Gerçek Haç”ı Hıristiyanlar’a geri vermeye çağırıyordu. Bu şartlarla yaptığı barış teklifinin kabul edilmemesi durumunda ise Selahaddin’i Ekim 1189’da Zoan Meydanı’nda bir savaşa davet ediyordu. Selahadin’den gelen cevap son derece nazik fakat kendinden emin bir tarzda yazılmıştı. Selahaddin de kan dökülmesini istemediğini fakat tek yapabileceği şeyin Filistin’deki Katolik kiliselerini sahiplerine geri vermekten ve Haçlı esirlerini serbest bırakmaktan ibaret olduğunu bildiriyordu. Bu cevap savaşı kesin hale getirdi.
Kutsal Roma Germen imparatoru Mayıs 1189’da yola çıktı. Ordusundaki asker sayısının son yapılan araştırmalar çerçevesinde 15 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. İmparator, ülkesini büyük oğlu Heinrich’e emanet ederken ikinci oğlu olan ve kendisiyle aynı adı taşıyan Firedrich’i sefer için yanına aldı. İmparator Macar topraklarından geçerken herhangi bir sorun yaşamadı. Bizans topraklarında ilerlerken ise İkinci İsakios kendisine hiç yüz vermedi. Fredrich’in ordusuna rehberlik için bölgedeki asi çete liderleri ile temasa geçmesi sonrasında iki taraf arasında ciddi bir gerilim yaşandı. Barbarossa bir ara Konstantinopolis’i muhasara etmeyi bile tasarladıysa da Bizans imparatorunun geri adım atması üzerine bu teşebbüsünden vazgeçti. Barbarossa sorunun çözüme kavuşması karşısında Bizans imparatorunu kırmayarak kalabalık ordusunun Bizans başkentinde bir kargaşa çıkarmaması için Anadolu’ya geçişini Gelibolu üzerinden gerçekleştirdi.
Selçuklu topraklarından geçiş ise tasarlandığı kadar kolay olmadı. Her ne kadar İkinci Kılıçaslan, imparatora topraklarından ilerlemesi için izin verse de sultanın çocuklarından Melikşah ve Mesut, Alman ordusu Akşehir civarından geçerken saldıracaklardır. İkinci Kılıçaslan bu tarihlerde iyice ihtiyarlamış ve ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırmıştı. Ancak sultanın çocuklarına sözü geçmiyordu. Barbarossa bu teşebbüsü cezasız bırakmamaya karar vererek Konya üzerine yürüdü. 1190 yılın mayıs ayı sonlarında Konya’yı ve babası Kılıçaslan’ı kontrol altında tutan Kutbettin Melikşah, şehri Alman ordusuna karşı savunamayacağına kanaat getirince iç kaleye çekildi. Böylelikle Selçuklu başkenti yağmalandı. İkinci Kılıçaslan’ın devreye girmesi neticesinde Konya önlerinde vakit kaybetmek istemeyen imparator, Selçuklularla anlaşmaya vardı. Buna göre şehrin dışında Haçlılar’ın ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için bir pazar kurulacak, Haçlılar da ihtiyaçlarını gördükten sonra bölgeye zarar vermeden geçip gideceklerdi. Alışverişlerini yapan Almanlar, Konya’nın Meram bağlarında yaklaşık bir hafta kadar konaklayarak mayısın sonlarına doğru Karaman’a yöneldiler. Buradan da Toroslar’ı aşarak Kilikya Ermeni krallığı topraklarına girdiler. Yol boyunca Haçlılar’a ciddi bir saldırı gelmedi. 7 Haziran 1190’da Ermeni kralı Leon’un elçileri Alman ordugahına gelerek imparatoru selamladılar.
İmparator üç gün sonra Silifke ovasına geldi. Burada ordusunun ana kısmını geride bırakarak yanına muhafızlarını aldı ve eski adı Kalykadnos olan Göksu nehrini, Akdeniz’e döküldüğü noktada geçme teşebbüsünde bulundu. Bölge Silifke’ye yaklaşık10 kmuzaklıktaydı. Nehir bu sıralarda Toroslarda eriyen kar sularının etkisiyle son derece coşkun akmaktaydı. Kaynaklar bundan sonra yaşananları farklı anlatsalar da kesin olan yaşlı ve tecrübeli imparator için bu nehrin son durak olduğudur. Bazı kaynaklar imparatorun nehirden geçerken dengesini kaybederek atından düştüğünü ve ağır zırhının da etkisiyle suya gömüldüğünü yazmaktadır. Muhafızları zırhlarını çıkarıp suya atlayana kadar imparator boğulmuştu. Bazı kaynaklarda ise imparator ırmağı geçmiş ve karşı sahilde adamları ile kahvaltı yapmıştı. Kahvaltı sonrasında Haziran sıcağından bunalan Friedrich, suya girmiş ve burada ayağının kesilmesi neticesinde adamlarından yardım istemişse de coşkun sulara kapılarak boğulmuştu. İmparatorun cesedi sahile çıkarıldığı sıralarda ana ordu da olay yerine gelmişti. Almanlar adeta yıkılmışlardı. Barbarossa’nın ölümü hakkında Bizanslı tarihçi Niketas; “(İmparator) havari Pavlus’u örnek alarak kendi hayatına kıymet vermedi ve İsa adına ölmek için ilerledi. Onun hevesi havarilerden biri gibi olmaktı” demek suretiyle imparatoru, hayatını yitirdiği topraklarda doğan havari Pavlus’la özdeşletirme yoluna gider. Öte yandan karşı tarafın gözünden eserini kaleme alan Arap tarihçi İbnü’l Esir ise imparatorun ölüm haberini “Alman imparatoru yıkanmak için nehre girdi ve suyun beline bile varmadığı bir yerde boğuldu. Böylece Allah, Müslümanları onun şerrinden korudu” ifadeleriyle eserine taşır. Cesedi olay yerine yaklaşık üç saat uzaklıktaki Silifke’ye taşındı.
Selahaddin’in Kudüs’ü almasına vesile olan Hıttin savasi
Steven Runciman’ın deyimiyle Almanlar tam bir führer yani lider tutkunuydu. Saydıkları lideri gayet coşkulu bir şekilde takip eder fakat onun ölümüyle dağılıverirlerdi. Silifke’de de benzer şeyler yaşandı. Ordunun başına hemen imparatorun oğlu olan Schwaben dükü Firedrich geçti. Ancak bazı soylular onu takip etmek istemediler. Ölümün ilahi bir işaret olduğunu iddia ederek Almanya’ya geri döndüler. Geri kalanlar ise Antakya’ya kadar zorlu bir yolculuğu göze alarak yeni efendilerini takip ettiler. İmparatorun oğlu Firedrich’i de babasının sonuna benzer bir son bekliyordu. Anadolu’dan geçerken Türkler’le yapılan savaşlarda ağır yaralanan ve ölümden dönen bu prens, elden geldiğince ordunun dağılmasını engellemeye çalıştı ve adamlarının önemli bir kısmını Antakya’ya getirmeyi başardı. Alman askerler adetleri gereği uzun yola çıkmadan önce bolluk şehri olarak niteledikleri Antakya’da her türlü yiyeceği ölçüsüz bir şekilde tıkınınca yaz sıcağında pek çoğu yollarda telef oldu. Bir kısmı ise zaten Antakya’dan hiç ayrılmak istemedi. Firedrich hizmetinde kalan ama sayıları iyice azalan adamlarıyla Kutsal Topraklar’da elinden geleni yaptı. Fakat yakalandığı bir ateşli hastalıktan kurtulamayarak hayatını kaybetti. Başsız kalan Almanlar’ın önemli bir kısmı Venedik yoluyla Almanya’ya döndü.
Arap tarihçiler Allah’ın Müslümanlar’ı koruduğunu söylerken aslında abartmıyorlardı. Çünkü Barbarossa ölmese ve kuvvetlerinin başında Kutsal Topraklar’a gelebilseydi Haçlı Seferleri’nin seyri çok daha değişik olabilirdi. Selahaddin, Hristiyan hükümdarlar arasında en çok ondan çekiniyordu. Bu nedenle de Kuzey Suriye’de Alman ordusunu karşılamak üzere ciddi bir kuvvet yığmıştı. İngiltere ve Fransa krallarının da sahilden Kutsal Topraklar’a çıkması durumunda Eyyubiler büyük bir felaketle karşı karşıya kalacaklardı. Ancak Alman Haçlılar’ın bu şekilde telef olması üzerine Selahaddin tüm ağırlığını sahilden gelecek Haçlı saldırılarına verme imkanı buldu. Böylelikle diğer iki Avrupalı kral elleri boş olarak ülkelerine dönmek zorunda kaldılar.
Bugün kralın boğulduğu varsayılan yerde 1971’den beri söz konusu tarihî olayı anlatan bir kitabe bulunmakta. Fakat gerek Türk ve gerekse de Alman tarihi açısından adeta bir dönüm noktası teşkil eden bu konu hakkında Türkçe’de, kronikler ve birkaç makale dışında neredeyse hemen hiçbir ciddi araştırma yok. Rahatlıkla bir filme senaryo malzemesi teşkil edebilecek bu olayın Türk ve Almanlar’ın bir ortak çalışmasıyla beyaz perdeye aktarılması en büyük dileğimiz.
GÖKSU’DA BOĞULAN ALMAN İMPARATORU