Cuma , 29 Mart 2024

Gül ve Güneş Adası: Rodos

Yazı ve Fotoğraflar: Serkan Doğan

Bir Osmanlı yadigârı, Ege Adalarının incisi, 12 adalar adındaki (Dodekanisos) ada grubunun ise en büyüğü olan Rodos, aynı zamanda Girit, Eviya (Eğriboz) ve Midilli (Lesvos)’tan sonra Yunanistan’ın dördüncü büyük adasıdır.

M.Ö. 6. yüzyılda yapıldığı sanılsa da, gerçekten var olup olmadığında halen bir kuşku payı taşıyan Özgürlük Heykeli, yapılırken bile örnek alındığı anlatılan ve antik dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen 32 metrelik Rodos Heykeli (Kolossos), 117.000 nüfuslu adanın en önemli simgesi. Sanat ve estetik değeri olduğu kadar yapıldığı yıllarda Rodosluların hürriyet ve bağımsızlığına da işaret eden ve yapıldıktan kısa bir süre sonra depremlerle yıkılan heykelin bacaklarının olduğu yerde şimdi Mandraki limanındaki iki büyük geyikli sütun yükseliyor. Rodos’un ilk sakinleri Küçük Asya’dan gelen Karyalılardır. Daha sonra adaya komşu Girit adasından Finikeliler ve Minaonlar gelmiş ve M.Ö. 1500’lerde adaya Doryanlar hâkim olarak Lindos, Kamiros ve Lalisos adında üç büyük kent kurmuşlardır. Makedonya hâkimiyeti sırasında Rodoslular Makedonyalılarla ittifak kurmuşlardır. Büyük İskender’in ölümünden sonra da Mısır’dan Ptolemelerle ittifak kurmuşlardır.

Şövalyeler adası Rodos aynı zamanda Fatih ile taht kavgası yaşayan Cem Sultan’ın sürgün yeri olarak da bilinir. Önce Arap donanmaları, tam üç kere Fatih ve sonra da Memluk kuvvetleri tarafından defalarca kuşatılsa da alınamayan adanın fethi 1522’de genç yaşında Kanuni’ye nasip olacaktır. Muhteşem Süleyman tarafından 100.000 asker ile kuşatılan ve ancak 5 ay kadar direnebilen adada 20.000 küsur şehit verilir. Padişaha teslim edilen Cem Sultan’ın din değiştirmiş ve hain sayılan torunları anında idam edilir. Rodos ile birlikte on iki ada ve Bodrum Kalesi de teslim olur. Rodos 390 yıl boyunca Türk yurdu olarak kalır. Ta ki Trablusgarp Harbi sırasında 1912 yılındaki İtalyan işgaline kadar. 1942 yılında ise adayı Almanlar ilhak eder. Ada daha sonra İngilizlerin eline geçer ve yine İkinci Dünya savaşından sonra, 1947 senesinde Yunanistan’a bırakılır. Bundan dolayı, mübadele kapsamında yer almaz.

Kudüs’ün 1291’de İslam ordusu tarafından fethinin ardından, kendilerine yeni bir merkez arayan Saint Jean Şövalyeleri (Kudüs Şövalyeleri) Kıbrıs’a sığınırlar. Kıbrıs Kralı’ndan bekledikleri ihtimam ve himayeyi göremeyen şövalyeler, o sırada Yunanlılar ve Müslümanlardan oluşan bir yerli halkın yaşadığı Rodos’u birkaç kere kuşatır ve sonunda 1309’da ele geçirirler. Daha doğrusu, ada şövalyelere satılır. Bundan böyle, Rodos Şövalyeleri olarak anılacaklardır. Ada 219 yıl boyunca Hıristiyanlığın önemli bir kalesi olarak kalır. Zamanla İzmir sahili ve Bodrum’u da alan ve Bodrum Kalesini yapan Şövalyeler, Rodos surlarını istihkâm üzerine istihkâm yaparak iyice dayanıklı duruma dönüştürür, tahkim ve takviye ederek gerçek güçlü bir ortaçağ kenti meydana getirirler. Nitekim Evliya Çelebi “Bunca memleket gördüm, içinde bu Rodos surları gibi müstahkemini görmedim” demiş. Bu dönemde bir hastane, bir saray ve çok sayıda kilise kurulmuştur. Adanın fethini takiben Sultan Süleyman, Büyük Reis’in önünde diz çökmesine bile izin vermeyerek dillere destan Osmanlı merhametinin örneklerini sergiler, adadan gitmek isteyen halk kısa sürede vergi affı ve benzeri teşvikler sebebiyle geri döner, adada geriye kalan binlerce şövalye bizzat Osmanlı gemileri tarafından Girit’e kadar götürülür. Şövalyelerin bundan sonraki merkezi Malta ve adları da Malta Şövalyeleri olacaktır. Kıbrıs harekâtına kadar Türk ve Yunan nüfusun yarı yarıya olduğu söylenen adadaki Türk toplum, bu tarihten sonra İzmir ve Marmaris başta olmak üzere Türkiye’ye göç etmiş. Şu an adada 7000 kadar Türk yaşıyor, 44 kadar Türk köyü var ve sanılanın aksine dillerini ve kültürlerini gayet güzel ve özgürce koruyorlar. Kendilerini “Son Osmanlılar” olarak tanımlıyorlar. Bu konuda aksi yöndeki bilgilendirmenin oldukça yüzeysel ve kasıtlı yapıldığını bizzat pek çok soydaşımızdan işittim. Aksine, son yıllarda neredeyse turistlerin yarısını teşkil eden Türklerin gelişlerini teşvik eden Yunan hükümeti adadaki Türk eserlerini tabii olarak turistik malzeme olarak görerek muhafaza ediyor ve ne yazık ki bu eserler “AB fonları” ile restore ediliyor.

Kapıda vize uygulaması mali kriz içindeki Yunanlılar için de bir umut kapısı olmuş. Esnaf arasında Türkleri gerçekten sevenlerin düşüncesi zaten yüzleriyle birlikte gözlerinin de gülmesinden belli oluyor. Geri kalanlar ise, alışverişe meyyal ve meraklı Türklere herhangi bir Avrupalı turist gibi davranarak makul ve tutarlı bir esnaflık tutumu sergiliyorlar.

Mesela, bir İngiliz turiste karşı takındıkları tavır ile sevecen ve uyumlu görünüyorlar. Bununla birlikte, şunu belirtmeden geçmek istemiyorum, Yunanistan ve Yunan adalarında bizimle bile kıyaslanamayacak ölçüde bir milliyetçilik hâkim. Yunan bayrağı veya en azından renklerini taşımayan büyüklü küçüklü neredeyse hiçbir obje bulamazsınız…

Surları, Kaleleri ve Camileriyle Eski Şehir

Zeki Çelikkol’un ifadesiyle ‘Anadolu yarımadasında bir damla gibi asılı bulunan Rodos’un, UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan ve 11 kapısı olan Eski Şehir kısmı aynı bizim Sur İçi gibi. Sokaklar, caddeler, çeşmeler, surlar ve hisarlar büyük bir özenle korunmuş ve turizmin hizmetine sunulmuş. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel eski şehrin çarşılarına, sokaklarına girip çıktıkça, kendinizi ortaçağda hissedebiliyorsunuz. Şemsiyeleri kadar taş döşemeleri de ünlü bu adanın. Siyah ve beyaz çakıl taşlarından oluşturulan ve “Hohlakia” adı verilen bu taştan zeminler bir estetik ve itibar simgesi aynı zamanda. Şövalyeler sokağı ile beraber Büyük Üstatlar Sarayı (Bizans Müzesi) mutlaka hakkı verilerek gezilmeli. Şehir merkezine yakın Arkeoloji Müzesi, El Sanatları Müzesi, Modern Sanat Müzesi, Apollo Tapınağı, Antik Stadyum, Akropol, Akvaryum ve Rodini Parkı görülmesi gereken diğer noktalar arasında sayılabilir. Saatler içerisinde eski şehir civarını dolaşmak için turistik tren ve otobüsleri deneyebilirsiniz.

11 camii ve pek çok mescit var adada. Ada muhasarasında önemli rol oynayan Pargalı İbrahim adına yapılan 1532 inşa tarihli İbrahim Paşa Camii (namaz vakitlerinde açık), 1580 inşa tarihli Recep Paşa Camii ve bir süredir bayram namazlarında açılan ve bayramlaşılan Süleymaniye Camii ve hemen karşısındaki kütüphane, III. Mustafa Camii ve Hamamı, Mehmet Ağa Camii, Şadırvan Camii, Murat Reis Camii ve Külliyesi (içinde Osmanlı’nın önemli donanma komutanlarından Murat Reis ve Kırım Hanları Şahin Giray ve Canberk Giray Han’ın türbeleri ve birçok kabir ve mezar taşları birlikte), Fethi Paşa Saat Kulesi ve bir iki Osmanlı çeşmesi göze çarpan başlıca Osmanlı eserleri arasında sayılabilir. Bunların hepsi birbirine yakın olduğundan dolayı, iyi bir programla kısa bir süre içerisinde gezilebilir.

Ulaşım

77 km. boyunda, 35 km. genişliğinde, 1400 km² yüzölçümü bulunan bir ada olan Rodos’ta, Yeni ve Eski Şehir içinde herhangi bir yere taksiyle en az 5 Euro ve şehirlerin arasında en çok 5 Euro ile seyahat etmek mümkün. Bunun dışında, bizim sahil yörelerimizde olduğu gibi tekne turları var. Ben yeterince araştırma yaparak toplu ulaşımı kullanmanızı veya araç (otomobil, bisiklet, motor veya atv) kiralayarak adayı dolaşmanızı tavsiye ederim.

Lindos, Filerimos, Kamiros, Faliraki, Kalithea

Adanın doğusunda, üç büyük antik alanından birinin, görkemli bir kalenin ve büyüleyici plajlarının bulunduğu Lindos’a 5 Euro karşılığında otobüs ile veya kiralayacağınız bir araba veya bir tur aracılığıyla ulaşabilirsiniz. Bembeyaz bir görünümü, çok güzel çarşıları ve pek izbe yeme içme mekânları bulunuyor. 116 metre yükseklikteki Akropol’e mutlaka çıkmalısınız, yürümek zor geliyorsa, eşek ile taşımacılık bir başka alternatif olarak sunuluyor. Ayrıca, Lindos yolu üzerinde Afandou ve Ladiko plajları ile Anthony Quinn koyunu görmeden geçmeyin derim.

Rodos’un üç antik kentinden biri olan Lalisos’a bağlı, daha yüksekçe bir yerleşim olan Filerimos’ta Akropolis, hem Bizanslılar hem de Saint Jean Şövalyeleri tarafından kullanılmış. Ayrıca, Meryem Ana Manastırından ve spiral şeklinde merdivenlerle içinden üzerine çıkabildiğiniz 267 metre yükseklikteki dev haç kuleden muhteşem bir ada manzarası izleyebiliyorsunuz. Manastırı kuleye bağlayan yol çok güzel, serin ve ağaçlıklı. Oturup dinlenebileceğiniz ve özgürce dolaşan birbirinden şirin tavus kuşlarını izleyebileceğiniz bir kafeterya da mevcut.

Rodos’un üç antik kentinden bir diğeri ve en küçüğü olan Kamiros ise çok iyi korunmuş ve dönemin Helenistik yaşam tarzını yansıtıyor. Ayrıca, 10 dakika yürüme mesafesinde sahilinde nispeten tenha ve çok sevdiğim bir plajı var.

Faliraki bizim Kumburgaz’ı andıran, üzerinde birçok benzer tesis ve plajları barındıran bir sahile sahip. Oteller bölgesinin arkasında yer aldığından, kumluk plajları ilgi çekse de ben biraz fazla kalabalık ve gelişmiş buldum. Şehir merkezine 30 dakika kadar uzaklıkta yer alıyor.

Ada merkezine sadece 6 km. uzaklıktaki Kalithea koyunda kaplıcaları, İtalyan döneminden kalma binaları, tropik bitkileri ve eşsiz manzarasıyla büyüleyici bir yer. Özellikle akşam saatlerinde gitmenizi tavsiye ederim, yan yana dizilen beş güzide plajında gün batımı ve ayın doğuşu ile görsel şölen izleyebilirsiniz.

Ağaçların serinliği altında adaya özgü turuncu kelebekleri gözlemleyebileceğiniz Kelebekler Vadisi ile 30 km. uzaklıkta yer alan ve bizdeki mesire yerlerinden veya doğa yürüyüşü güzergâhlarından çok da farklı olmayan Seven Piges (Yedi Pınar) adlı alanların tanıtımı ise çok abartılmış, görmeğe değer ama çok fazla üzerinde durulmamalı. Fakat belki hindi, ördek ve tavus kuşları güzel fotoğraf verebilir.

Rodos’un mühim kaleleri Arhaggelos, Monolithos, Kritiniya, Asklipiu’dur. Gezilip görülmesi gereken sahiller ise Elli, Ialisos, Ilksia (Ixia), Agathi, Anthony Quinn, Asklipio, Afantu, Triganu veya Traunu, Stegna, Tsampika, Yennadi, Glisra, Vliha, Glifada, Gurnes, Kalathos, Kallithea, Katsuni, Kiotari, Kolimpiya, Ladiko, Lardos, Lindos, Saint Paul Koyu, Pefki, Faliraki, Furni, Haraki ve Prasonisi olarak sayılabilir.

Nerede ne yenir?

Oasis Andreas yeni şehirden eski şehre giderken Andrea adında gayet bilge bir Yunanlının işlettiği gayet şirin ve butik bir restoran. Kendini tanıtma ve bilinme gibi bir derdi olmayan ve dost-arkadaş tavsiyesiyle oldukça sağlam bir müdavim kitlesi oluşturmuş olan bu ilkeli ve sevecen arkadaşın, bu tatlı komşunun yemekleri ve ikramları lezizdi. Damak tadı bakımından tam not aldı.

Saffron adında yeni açılan bir Hint restoranı var. Şefleri gayet başarılı ve Türkiye’dekilere kıyasla orijinaline daha yakın Hint yemekleri yapabiliyorlar. Şahsen başarılı buldum.

Niseras hemen merkezde, liman yakınlarında ve otobüs duraklarının altında yer alan, diğerlerine göre biraz pahalıca olsa da, hem kafe hem de restoran olarak başarılı bir mekân. Buradaki Ali Abi gelen Türklere her türlü yardımda bulunuyor, güzel şivesi ve öğütlerini unutmayacağız.

Tamam ise adanın en güzide ve favori lokantalarından. Doğu – Batı senteziyle yaratıcı uygulamalara imza atan restoranda özellikle akşam saatlerinde yer bulmak pek güç. Kendinizi evinizde hissettiren ve gerçekten yemekten sonra ‘tamam’ dedirten Tamam’ı, karı koca ve dört kızlarından oluşan bir kadro işletiyor ve her şeyiyle kendileri ilgileniyorlar. Sahibinin adı yine Andreas ve baba tarafı 80 sene kadar evvel Çeşme’den göçmüşler adaya, Tamam ismi de zaten buradan geliyor. Yıl boyunca her gün açık olan Tamam’ın mönüsünü tadarken aklınıza hâkim olmak zaman zaman güçleşebiliyor.

Fotis Melathron ise eski şehrin dibinde, butik ve birçok odacıktan oluşan bir restoran. Türk turistlerin fazlaca ilgi gösterdiği mekânda, Türk damak tadına yakın lezzetler de bulmak mümkün.

Agean Fish, eski şehir ve limanların az ötesinde, taksiyle 5-10 dk. içinde ulaşabileceğiniz açık balık pazarının yanında konuşlanmış bulunan, balık ve deniz ürünlerini taze ve ekonomik fiyatlarla yemek istiyorsanız kesinlikle uğramanız gereken bir yer. Burası hem bir balıkçı, hem yanındaki vitrinlerde bu çok çeşitli balıkların ve deniz ürünlerinin pişmiş ve işlenmiş hallerini görebiliyorsunuz ve diğer vitrinde mezeleri ve yan ürünleri seçebiliyorsunuz, diğer tarafta ise kısa zamanda pişirilerek taze taze servis edilen bu nimetleri bir güzel mideye indirebiliyorsunuz. Fiyatları makul ve çeşitliliği üst düzeyde tatmin edici buldum.

Ayrılırken

Adeta evimde hissettiğim adada son günümde kendimi girdiğim kapının dışına çıkarılmış gibi hissettim, ama daha uzağa değil. Dönerken, yabancı turistlerin de meraklanarak sordukları gibi, Bozburun’a 18 km. ve Marmaris limanına sadece 45 km. uzaklıkta ve 45 dakika içerisinde ulaşılabilen, birçok gün üzerinde kızıl güneşi batırdığımız ve dağları rahatlıkla seçilebilen bu ada niye bizim değil diye sormadan edemedim kendime. Umarım tarih Sultan Süleyman’ın bizzat yönettiği muharebede on binlerce şehit vererek kalesini kuşattığı ve aldığı adayı savaşsız ve zilletle teslim edenleri adil vicdanlarda yargılayacaktır…

Bu yazı 2014 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 83. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir