Yazı: Olgun Temiz Fotoğraflar: Osman Çolak
Görkemli özel mimari yapısı, anıtsal taç kapıları, haremi, selamlığı, cami ve yüzlerce odası ile görülmeye değer en nadir eserlerden biridir. Özellikle berrak havalarda güneşin batmasına yakın, İshakpaşa Sarayı’nın silueti mistik bir görünüme bürünür ve insanı sanki bir masal diyarına götürür.
İshak Paşa Sarayı, içerisindeki mimarî unsurlarıyla ele alındığında tıpkı bir külliyeye benzer. “Bey Kalesi” olarak da nitelendirilen saray, 18. yüzyılda Lale Devri’nin son yapılarından olmasının yanında, bu dönemde İstanbul dışında yapılmış tek sivil saraydır. Türkistan, Selçuklu, Osmanlı ve Fars mimarilerinin bir sentezi gibidir. Örneğin sarayın camiinin kubbeleri Türkistan’da görülen kubbelerin modelindedir.Bunun yanında yapının bütünü Topkapı Sarayı’nı andırırsa da, kapıları daha çok Selçuklu üslubundadır. Binaların bazı bölümündeki iç süslemeler ise Avrupa Barok tarzındadır. Bu Bey kalesi, aynı zamanda Avrupa’daki şato tipi yapıların ülkemizde rastlanmayan en iyi tek örneğidir.
Saray, kendi döneminin teknik anlayışını aşan su ve kanalizasyon şebekeleri, kalorifer tesisatını andıran merkezi ısıtma sistemiyle yalnızca mimari plan bakımından değil, aynı zamanda taş ustalığı, duvar süslemeleri bakımından da çok değerlidir.
Doğubeyazıt’a hakim bir tepe üzerinde Ağrı dağının pek görülemediği bir noktaya yerleştirilmiş olan Saray binası, sarp bir kayalık olan Karaburun tepesinin üzerindeki tesviye edilmiş bir terasa oturmuş olup aşağıdan bakıldığında tam bir kartal yuvasına benzer.
Mimarı meçhuldür. Ustalarının Ahıskalı olduğu tahmin ediliyor. Bunun dışında yapımıyla ilgili herhangi bir kayda rastlanmayan bu saray, halk arasında anlatılan birçok efsane ve hikayeye konu olur. Sarayın inşaatını 1685’de yörenin en meşhur ve en köklü ailelerinden Çıldıroğullarına mensup Doğubeyazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatır.Aynı soydan gelen Çıldır Valisi II. İshak Paşa (küçük İshak Paşa diye de bilinir) inşaata devam eder fakat ömrü yetmez. 1784’te saraya son şeklini onun oğlu Mehmet Paşa verir. Sarayın inşası bir asra yakın (99 yıl) sürer.
7.600 metrekarelik (115×50 m) bir sahaya yayılan bu emsallerinin çoğundan geniş sarayda, halkın o dönemdeki bütün ihtiyaçlarını karşılayacak her müessese mevcuttur. İçerisinde bir cami, aşevi, hamam, harem dairesi ve odaları, merasim ve eğlence salonu, cephanelik, zindan, fırın ve türbeler bulunan sarayın iki katlı olan bazı bölümleri günümüzde tamamen yıkılmış durumda.
Saray, iki büyük avlu ve bu avluda ”U” şeklinde toplanmış yapılar grubundan müteşekkildir. Birinci avluda bulunan binalar kısmen yıkılmıştır. ikinci avlu ise dört tarafı yapılarla sınırlandırılmış bir dikdörtgen biçimindedir Saray Girişinden hemen sonra gelen sağ taraftaki bölümler selamlık binalarıdır burası kuzeye bakan cephedir.Onun hemen arkasındaki yapı grubu ise hareme aittir. 50×115 metre alanı kapsayan sarayın Harem kısmı iki katlı, diğer bölümleri tek katlıdır. Fakat şu an, ikinci kat tamamen yıkılmış durumdadır. Diğer tarafları ise 20-30 metre yükseklikte sağlam duvarlarla çevrilidir.
Doğu tarafında küçük bir düzlüğü bulunan sarayın cümle kapısı da bu taraftadır. Burası aynı zamanda sarayın en dar cephesi olması cihetiyle savunulması en zor yeridir. Bu kapıdan önce dış avluya girilir. Dış avlunun etrafında uşak ve seyis odaları ve tavlalar yer alır. Dış avludan iç avluya kemerli tak biçiminde büyük bir kapıdan girildikten sonra iç avluda çeşitli odalara ve koğuşlara ulaşılır. Ortadaki harem dairesinin duvarlarında İshak Paşa’yı öven yazılar bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki aslan heykeli vardır. Sarayın irili ufaklı toplam 366 odasının her birinde taştan yapılmış ocaklara rastlanır. Önemli olaylara ve önemli misafirliklere tahsis edilmiş olan divan salonu, 20×3 m ebatlarındadır. Burada verilen ziyafetler esnasında sofradaki eksikliklerin, anında fark edilip giderilmesi için sadece dışardan sofra görülebilecek şekilde açılı olarak yerleştirilen aynalar, o zamanın derin görgüsüne şahit olmuş tarihi nesnelerdir.
Birinci Dünya Harbi’ne kadar Beyazıt Sancağının yönetim merkezi olan bugünkü sarayın yerinde daha önce, doğu sınırlarının Sancak beyi olan Çolak Abdi Paşa’nın kendisini ve askerini emniyete almak için yaptırdığı Kalesaray’ı varmış. İshakpaşa sarayının işte o kalenin bedeni üzerine yaptırıldığı söylenir.
Cami, kubbesi ve minaresi ile bütün saraya hakimdir.Sarayın cami dışındaki bölümlerinin çoğu yıkılmış, harap olmuş, tavanları sökülmüştür. Son yıllarda biraz onarılmış, restore edilmiştir. Camii, saray kompleksinin en sağlam kalan yeridir. Bu tek kubbeli camii, iki ayrı renk taşla örülmüş minaresiyle sarayın görünümünü perçinler. Camiinin kıble tarafında inşa edilmiş olan sekizgen türbe ise, Selçuklu türbe mimarisi geleneğindedir ve iki katlıdır. Türbenin pencere kenarları ve bazı yüzeyleri ağaç ve çiçek tasvirlerinin bolca kullanıldığı dönemin moda üslubu, Rokoko tarzında işlemelerle süslüdür.Türbede Çolak Abdi Paşa, İshak Paşa ve yakınları medfundur.
Bu saray, aynı zamanda Mehmet ile Kübra’nın bahçesinde dolaştıkları, aşklarının ortaya çıkmasıyla, zindanlarına atıldıkları o efsanevi saraydır. Doğubeyazıt’ı işgal ettiklerinde, burasını karargah gibi kullanmış olan Ruslar, geri çekilirken saraya ait kıymetli eşyaları da yanlarında götürürler. Bu gün Sarayın 13×6,5 metre ebatlarındaki som çelik ve kabartmalı altın kaplama kapısı Moskova Müzesi’nde olduğu söyleniyor.
Uzun süre terkedilmiş ve fark edilmemiş olarak yaşamını sürdüren saray, bünyesinde barındırdığı son bir kaç el emeği ve değerli eseri de bu fetret döneminde kaybeder.
Son zamanlardaki restorasyonu ve 100 Yeni Türk Lirasının üzerine basılmasıyla gündeme gelen İshak Paşa Sarayı, şu günlerde bir çok yerli ve yabancı etkinliğe kucak açmış durumdadır. 2002 yılı verilerine göre 10.000 civarında ziyaretçiyi ağırlamıştır.
İshak Paşa Sarayı – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Ekim sayısında yayımlanmıştır.