Sultan Mehmed Reşad’ın Eyüp’teki kılıç alayı
Osmanlılarda kılıç kuşanma töreni, tahta çıkış seramonileri arasında en önemli safhalardan biri olarak kabul edilmekteydi. Kılıç, hükümdar iktidarının ve “gazi” kimliğinin bir sembolü işlevini görüyordu. Baron dö Tott’un deyimiyle “Avrupa’da taç giyme törenleri ne ise Osmanlıda da kılıç kuşanma töreni o” idi. Aslında bu geleneğin kökleri çok eski zamanlara kadar gitmektedir. İslam dünyasında bilindiği kadarıyla ilk olarak Abbasiler, siyasi nüfuzlarını kaybedip dinsel saygınlıklarını muhafazaya çalıştıkları dönemlerde, Sünni İslam hükümdarlarının dünyevi hükümranlıklarını onaylamak anlamında onlara süslü ve işlemeli kılıçlar gönderirlerdi. Yapılan bir törenle hilafet makamından gelen bu hediyeyi beline kuşanan hükümdar da, İslam aleminde bir meşruiyet elde ederdi. Selçuklularda da izine tesadüf olunan bu adet, Osmanlılara sirayet etmiştir. Nitekim Osman Gazi, tekfurlar karşısında ardı ardına başarılar elde edince bağlı olduğu Türkiye Selçuklu sultanı tarafından kendisine gönderilen hediyeler arasında, onun uc beyliğini sembolize eden bir kılıca da tesadüf olunur.
Yazan: Önder Kaya
Yine de Osmanlı tarihinde usulüne uygun olarak kılıç kuşanan ilk padişahın Yıldırım Bayezid olduğu kabul edilir. Yıldırım, 1396’da Niğbolu’da Haçlıları bozguna uğrattıktan sonra Kahire’de bulunan Abbasi halifesine hediyeler göndermiş, halife el-Mütevekkil de kendisine “Rum diyarının sultanı” unvanının yanı sıra hükümranlığını sembolize eden bir de kılıç yollamıştı. Yıldırım Bayezid, damadı ve aynı zamanda Osmanlı ülkesinin din ulularından olan Emir Sultan’ın elinden bu kılıcı kuşanmıştır. Yıldırım’ın torunu olan 2. Murad da, yine Emir Sultan’ın elinden daha 18 yaşında olduğu halde kılıç kuşanarak tahta çıkmıştır.
Ancak Osmanlılarda hemen pek çok alanda olduğu gibi kılıç kuşanma töreninin de temel protokol kurallarını belirleyen kişi Fatih Sultan Mehmet’tir. İstanbul fatihi olan 2. Mehmed, fetihten önce keşfedilen Eba Eyyub el-Ensari’nin makamı önünde, hocası Akşemseddin’in elinden kılıç kuşanmıştır. Osmanlı padişahları şayet İstanbul’da bu töreni icra ediyorlarsa mekan olarak son padişah Mehmed Vahideddin’e kadar hep Eyüp Sultanı tercih edeceklerdir. Yeri gelmişken hemen ilave edelim ki 2. Ahmet, 2. Mustafa ve 3. Ahmet tahta Edirne’de çıktıkları için, 2. Murat’ın emriyle bu şehirde inşa olunan Eski cami’de kılıç kuşanmışlardır. Bunlardan 2. Mustafa, bir ilke imza atarak Edirne’den sonra İstanbul’da ikinci kez kılıç kuşanmıştır.
Yavuz Selim’den itibaren halifeliğin ve buna bağlı olarak kutsal emanetlerin İstanbul’a taşınması sonucunda, gelenek daha sistematik bir hal aldı. 17. yüzyıl başında, I. Ahmet’in saltanatı zamanında ise “saltanat hukukunun bir nişanı” olarak resmi protokole dahil edildi. Yine bu padişaha kadar kılıç kuşanma törenlerinde padişahların deniz yoluyla Eyüp’e giderek karadan Topkapı sarayına dönmeleri ve dönüş yolunda sırasıyla Yavuz, Fatih, Kanuni ve 2. Bayezid türbelerini ziyareti adet iken, I. Ahmed’den sonra genellikle padişahlar sadece Fatih türbesini ziyaret edip, akabinde saraya avdet eder olmuşlardır.
Törenin uygulanışına gelince; yukarıda da belirtildiği üzere padişahların kılıç kuşanma ya da eski ifadeyle taklid-i seyf törenine giderken deniz yolunu, dönerken de halka, dosta-düşmana ihtişamını göstermek için kara yolunu tercih etmesi adettendi. Padişahlar genellikle ilk Cuma namazlarına çıkmadan önce kılıç kuşanırlardı. Tören için padişah, Topkapı sarayından çıkarak sahildeki Sinan Paşa köşküne gelir, buradan da yanında saray ağaları olduğu halde saltanat kayığıyla Eyüp Sultan’ın yolunu tutardı. Bostan iskelesinde karaya çıkan Sultan, burada hazır bekleyen devlet erkanınca karşılanır ve Eyüp türbesine götürülürdü. Türbeye giden yol üzerinde, cami avlusunda ve türbe içinde bulunması gereken erkan önceden tespit olunduğundan, seramoni gayet düzenli bir şekilde icra olunurdu. Sultana kimin kılıç kuşatacağı da duruma göre değişiklik gösterebilmekteydi. Bu kişi bazen şeyhülislam, bazen padişahın hocası, bazen nakibüleşraf ya da padişahın mensup olduğu (genellikle Mevleviye) tarikatın şeyhi eliyle gerçekleşebiliyordu. Padişahların biri dünyevi diğeri dini gücü temsil eden iki kılıç kuşandıkları da olurdu. O zaman ruhani değeri olan kılıç ilmiyeden, siyasi iktidarı temsil eden kılıç ise askeriyeden (yeniçeri ağası, silahtarağa, vs.) bir görevli tarafından kuşatılırdı. Ruhani gücü sembolize eden kılıç olarak genellikle Hz. Muhammed’in ya da sahabelerden Hz. Ömer, Ebubekir ve Halid b. Velid’in kılıçları tercih edilirken, dünyevi güç için daha çok Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Kanuni gibi padişahların kılıçları kuşanılırdı.
Padişahların kılıç kuşanırken takip edecekleri politika hakkında çevrelerine politik ipuçları verdiği de olurdu. Bu anlamda 4. Murat’ın, Hz. Muhammed’in yanı sıra atası Yavuz Selim’in kılıcını kuşanması oldukça manidardır. Tören esnasında kılıç, eğer bir tarikat büyüğü tarafından kuşatılmışsa o tarikatın başkentteki ve dolayısıyla Osmanlı ülkesindeki gücü de ortaya çıkardı. Her ne kadar Osmanlı padişahlarının önemli bir bölümü Mevlevi olsa da bazı dönemlerde değişik tarikatların da ön plana çıktığı biliniyor. Sözgelimi 4. Murat’a Celvetiye tarikatının şeyhi Üsküdarlı Aziz Mahmut Hüdai kılıç kuşatırken, son padişah Mehmed Vahideddin’e 2. Abdülhamid’in iktidarından beri ülke içinde nüfuzu artan kuzey Afrika kökenli Senusi tarikatının şeyhi Ahmet Senusi kılıç kuşatmıştır.
Kılıç kuşanma töreni hakkındaki bu girişten sonra yazımıza konu teşkil eden İstanbul’daki son kılıç alayı merasimi ile ilgili olarak Sabah gazetesi’nin 31 Ağustos 1334 (1918) tarihli nüshasına bir göz atalım (ifadeler genel okuyucu kitlesinin daha rahat anlaması için tarafımdan sadeleştirilmiştir); “Bugün taklid-i seyf (kılıç kuşanma) merasimi icra buyurulacaktır. Padişah hazretleri, Dolmabahçe saray-ı hümayunundan deniz yoluyla Eba Eyyub el-Ensari türbe-i şerifine geçecek ve resm-i taklidin (kılıç kuşanma töreni) icrasını takiben alay-ı âla ile Edirnekapısından geçerek cennetmekan Fatih hazretlerinin türbesine teşrif buyuracak, ziyaret sonrasında Bayezid meydanı yoluyla Topkapı sarayına geçeceklerdir. Taç sahibi padişahımız, sadrazam, şeyhülislam, ayan ve mebusan reisleri, vekiller ve askeri komutanlar tarafından Eyüp sultanda bulunan Bostan iskelesinde karşılanırken, veliaht hazretleriyle şehzadeler ve damat efendiler Eyüp camiinin iç avlusunda yerlerini alacaklardır. Türbenin içinde Feth-i şerif ve Aşr-ı şerif okunduktan sonra şehzadeler, damat efendiler, vekiller sultan hazretlerinin yanında hazır bulundukları halde, mukaddes bir kılıçla tören icra olunarak dua okunacak ve iş bu törenin bitiminde efendimiz hazretleri yine alay-ı âla ile hareket buyurarak Edirnekapısı önüne geldiklerinde resmi karşılama, şehremini vekili belediye daireleri müdürleri ve belediye azası arasından seçilmiş bir heyet tarafından yapılacaktır. Sonrasında kendilerine memleket adına teşekkür ve tebrik konuşması yapılacak, bunun bitiminde konuşmanın bir metni yüce makamlarına takdim olunacaktır. Fatih hazretlerinin türbesini ziyaret sırasında ise sadrazam, şeyhülislam, ayan ve mebusan reisleri ile vekiller hazır bulunacaklardır. Bayezid meydanında sefaret heyetlerine tahsis edilen bir çadır kurulacak ve içinde de bir büfe yer alacaktır”. Eyüp Sultan Camii
Bir gün sonra yine aynı gazetenin haberine göre, tören planlandığı gibi icra olunmuştur. Buna göre Eyüp’te Bostan iskelesine inen ve burada karşılanan Vahdettin, sonrasında camiye hareket etmiş, dış kapı ile türbe kapısı arasında iki sıra halinde sağlı soğlu sıralanan devlet erkanının arasından geçerken de başı ile onları selamlamıştır. Vahdeddin türbeye ulaştığında, sırtında teberrüken büyük atası Fatih sultan Mehmet’e ait bir pelerin bulunmaktaydı. Sonrasında yeni padişah, türbeye girmiş ve burada Eyüp camisi hatibi Hafız Nuri Efendi ile imam-ı evvel İzzet’in yanısıra ikinci ve üçüncü imam efendilerin de katılımı ile Fetih suresi okunmuştur. Bunun ardından bir dua daha okunarak törene geçilmiştir. Şeyh Ahmet Senusi, Nakibu’l eşraf, Çelebi efendi, Şerif Nasır Bey gibi seçkin ruhani simaların yer aldığı törende, bir sepha üzerinde duran Hz. Ömer’e ait kılıcı, beline kuşanması için usulen Hazine-i hümayun kethüdası Hafız Refik Bey, Vahdettin’e takdim eder. Vahdettin ise Şeyh Ahmet Senusi’yi işaret ederek töreni kimin icra etmesi gerektiğini belirler. Şeyh Ahmet Senusi kılıcı alır ve Fetih suresini okuyarak padişaha kuşatır. Sonrasında şehzadeler ve vükela türbe dışına çıkarılırken, padişah da iki rekat namaz kıldıktan ve dua ettikten sonra türbeden ayrılır. Tören alayı buradan da planlandığı gibi karadan Edirnekapı’ya ulaşır. Burada yapılan töreninin sonrasında padişah, adını taşıdığı büyük dedesi Fatih’in mezarını ziyaret eder.
Bu tören, başkentin şahit olduğu son kılıç kuşanma seramonisidir. Birkaç ay sonra Osmanlı devleti, I. Dünya savaşından yenilgi ile ayrılacak ve sonrasın da imparatorluğun tasfiyesi neticesinde İstanbul kültürünün önemli parçalarından biri olan söz konusu gelenek tarihe intikal edecektir. Cülus merasiminin bir safhası olan “kılıç kuşanma töreni”, önemine binaen bazı kartpostallara da yansımıştır. Ancak ulaşabildiğimiz tüm kartpostallar, sultan Reşad devrine aittir. Hasılı savaşın son günlerinde tahta çıkan Vahdettin’in cülusu, Meşrutiyet ilanının coşkusu ile yapılan Sultan Mehmet Reşat’ın cülusunun yanında ziyadesiyle sönük kalacaktır.
Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Temmuz sayısında yayımlanmıştır.