Cuma , 13 Aralık 2024

İZNİK

Yazı : ÖNDER KAYA Fotoğraflar : HALİT ÖMER CAMCI

İznik, Marmara bölgesinde kendi adını taşıyan göl kıyısında keyifli bir hafta sonu geçirmek için en cazip merkezlerden biri. Gerek Roma, gerek Bizans ve gerekse de Osmanlı devrinden kalan pek çok eseri bu görece küçük ama zengin bir mirasa sahip ilçede görmek mümkün.

İznik’in tarihi Helenistik devreye kadar çıkarılır. Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Antigonos MÖ. 316 yılında kendi adından hareketle “Antigonea” adını verdiği İznik şehrinin temellerini atmıştır. Söz konusu komutan daha sonradan Lysmakhos’la yaptığı savaşta yenilmiş ve hayatını kaybetmiştir. Lysmakhos da egemen olduğu bu şehri karısı Nike’ye armağan ederek “Nikaia” ismini verir. Türkler bölgeye hakim olduktan sonra da bu ismin Türkçeleşmiş versiyonu olan “İznik”i kullanmaya başlamışlar. İznik’in bulunduğu bölge eski devirde “Bitinya” olarak adlandırılmış ve şehir, İzmit kurulana kadar merkezi konumunu muhafaza etmiştir. Sonraki yıllarda iki şehir arasında ciddi bir rekabet yaşanır.

gezgindergi_iznik12

İlkçağda İznik’in ev sahipliği yaptığı en önemli organizasyonlardan biri İznik konsilidir. “Konsil” Hıristiyanlıkla ilgili bazı itikadi konuların görüşülüp karara bağlandığı toplantılara verilen isimdir. Batı ve Doğu kiliselerinden ortak katılımın olduğu konsiller “ekümenik” olarak kabul edilir. İznik 325 yılında ekümenik konsillerin ilkine ev sahipliği yapar. Bilindiği üzere Hıristiyanlık ilk ortaya çıktığı andan itibaren farklı bölgelere yayılmış ve buna bağlı olarak da bazı konularla ilgili değişik yaklaşımlar benimsenmiştir. Üzerinde mutabakata varılma açısından sıkıntı yaşanan en önemli konu ise, Hz. İsa’nın kişiliği sorunudur. Bazı bölgelerde Hz. İsa Tanrı’nın ta kendisi, bazı yerlerde hem insan hem Tanrı bazı yerlerde de sadece insan olarak tanımlanıyordu. Bu durum zaman zaman kilise hiyerarşisi içinde sert tartışmaların yaşanmasına, tarafların birbirini afaroz etmesine kadar varıyordu. Roma imparatoru olarak Büyük Konstantin kendisini aynı zamanda tüm dinlerin pontifex maksimusu yani “baş rahibi” olarak kabul ediyordu. Zaten yaşananlar imparatorluğun güvenliğini de tehdit ettiği için ortak bir tutum sergilenmesi gerektiği düşünülmekteydi.

gezgindergi_iznik10

4. yüzyılda Hıristiyanlıkla ilgili en radikal çıkışlardan birini İskenderiye’de yaşayan Arius yaptı. Esasen Antakya ekolü olarak bilinen görüşün temsilciliğini yapan Arius, “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” şeklindeki teslis yani üçleme inancını reddetti. Hz. İsa’nın sonradan yaratılan ve Tanrı’dan aşağı bir konumda olduğunu öne sürdü. Oğul ve Kutsal Ruh’un Tanrı’nın yaratığı olduğunu iddia etti. Bu durum başta İskenderiye piskoposu olmak üzere bazı üst düzey ruhbanın tepkisine yol açtı. İncil’den yapılan alıntılarla teslis inancı savunuldu. Arius’un fikirlerinden vazgeçmemesi üzerine de kendisi afaroz edildi. Olayların büyümesiyle İmparator Konstantin İznik’te bir konsil toplamaya karar verir. Yaklaşık 300 kadar ruhaninin yer aldığı bu konsilde batıdan da bir kaç ruhban katılacaktır. Bunların bir kısmı Papa’nın temsilcileridir. Bundan dolayı söz konusu konsil ekümenik yani evrensel sayılır. Konsilde Arius’un fikirleri mahkum edilmiş ve teslis inancı kabul edilmiştir. Dolayısıyla konsil, belki de Hıristiyan inancının rotasını belirlemiştir. Ancak ne yazık ki İznik bu konuda yeterli tanıtımı yapmanın çok uzağında. Özellikle Hıristiyan dünyası açısından taşıdığı turizm potansiyelini kullanabildiğini söylemek zor.

gezgindergi_iznik09

Ilk ekümenik konsilin toplandığı yer, İmparator Konstantin’in sarayı idi. İznik gölüne yakın bir mevkide olan saray, esasen bu denli büyük bir toplantının organize edilebileceği tek mekandı. Konsilin ilk başta Ankara’da toplanması düşünülmüş ancak sonradan vazgeçilerek İznik’te karar kılınmıştı. Konsilin toplandığı saray 6. yüzyılda harap olmuş sonrasında İmparator Justinyanus tarafından yeniden onarılmıştı. Lakin ilerleyen yıllarda yine harap olacak ve bu sefer de 8. yüzyılda saray kompleksinin üzerine kilise inşa edilecektir. Esasen Hıristiyan dünyasında bu denli aziz hatırası olan bir mekanın kiliseye dönüşmesinde şaşıracak pek bir şey de yoktur. Konsil toplantısına katılan üst düzey ruhbanlara izafeten “Kutsal Pederler Kilisesi” adı ile anılan mabed, 11. yüzyılda bir depremle önemli ölçüde zarar görmüş ve sonrasında onarılarak manastır olarak bir süre daha hizmet ermiş. Kısa bir süre önce de İznik gölünün çekilmesi neticesinde bu kiliseye ait olduğu zannedilen bir takım kalıntılar ortaya çıktı.

gezgindergi_iznik14

4. yüzyılda İznik yaşadığı depremler neticesinde ciddi yıkımlar gördü ancak 5. yüzyılda İmparator Justinyanus yeniden şehri imar etti. İznik’in en önemli avantajı öyle görünüyor ki Anadolu’dan İstanbul’a ulaşan güzergah üzerinde yer almasıdır. Şehir 8. yüzyılda ikinci kez bir konsile ev sahipliği yaptı. İlk konsilin yapıldığı İznik Sarayı günümüze gelmemiş olsa da, ikinci konsilin yapıldığı Ayasofya bugün mevcut.

gezgindergi_iznik08

İznik, 8. yüzyılda Abbasiler zamanında bir kaç kez kuşatıldıysa da ele geçirilemedi. Ancak 1078 yılında Selçuklu ailesinden Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından fethedilerek Anadolu Selçuklu devletinin başkenti haline getirildi. Şehrin Selçukluların elinde çok uzun süre kalamadığı biliniyor. 20 yıl sonra 1097’ye gelindiğinde 1. Haçlı seferi sırasında Selçuklulardan alınan şehir, yeniden Bizans’a iade olunacaktır. Bu ilk devreye ait günümüze pek birşey ulaşmamıştır. Şehirde ölen bazı Müslümanlara ait mezar taşları ise şehir surlarının sağlamlaştırılması sırasında kullanılmış.

gezgindergi_iznik18

Orhan Gazi ile birlikte İznik’te Osmanlı devresi başlar. Bazı kaynaklarda Orhan Gazi’nin burayı başkent olarak kullanıldığından dem vurulur. Gerekçe olarak da burada bir saray ve medrese yaptırması gösterilir. Esasen Osmanlıların uzun bir süre bizim anladığımız tarzda bir başkent telakkilerinin olup olmadığı tartışmalıdır. Muhtemelen padişahların belli nedenlerle ikamet ettiği merkezler vardı. Mesela Anadolu’ya yapılacak seferler sırasında Bursa’nın, Balkan seferleri sırasında Edirne’nin ön plana çıkması gibi. İznik’te bu merkezlerde biri olabilir. İznik’in bu dönemden itibaren önemli bir Türk-İslam merkezi haline geldiği de malum.

gezgindergi_iznik13

Nitekim önde gelen mutasavvıflardan Eşrefoğlu Rumi’nin yanı sıra İznik’teki medresede müderrislik yapan Davud-u Kayseri Osmanlı egemenliğinin ilk yıllarında ön plana çıkan başlıca isimlerdir. Orhan Gazi zamanında İznik kadılığı yapan Çandarlı Hayrettin Halil ise ilerleyen yıllarda Osmanlı devletine vezir olarak hizmet verecek ve köklü bir vezir sülalesinin de atası olacaktır. Orhan Gazi’nin yanı sıra eşi Nilüfer hatun, oğulları Süleyman Paşa ve I. Murat da İznik’te kalıcı eserler bırakacaklardır. Orhan Gazi zamanında kentin en önemli mabedi öyle anlaşılıyor ki Ayasofya’dır. Orhan Gazi şehri fethettikten sonra bu kiliseyi camiye çevirtmiştir.

gezgindergi_iznik17

Osmanlı kaynaklarında yapı, “cami-i atik” olarak yani eski cami adıyla geçer. Yapının Kanuni zamanına kadar büyük değişiklikler yaşamadığı biliniyor. Ancak bu dönemde yangına maruz kalan mabed, Kanuni’nin emri ile Mimar Sinan tarafından ele alınmış ve esaslı değişikliklere maruz kalmıştır. Aynı zamanda yapıya bir de minare eklenmiştir. 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başı gibi yeniden metruk duruma düşen yapı, uzun süre bu durumda kalmıştır. 1935’lerde bir Alman arkeolog heyeti tarafından bazı çalışmalar yapılmış, 1953’te ise içindeki kalın toprak tabakası kaldırılmıştır. Ayasofya 2011’den beri hem müze hem de cami olarak kullanılıyor. Yapının orta kısmında mihrabı ve minberi olan bir cami söz konusu. Kapısında da 1331 tarihi ve Orhan Gazi camii ibaresi okunabiliyor. Ancak gerek kapı ve gerekse de tabela eski eser algısını yok eder derecede yeni.

gezgindergi_iznik06

Öte yandan şehirdeki en eski Osmanlı yapısı 1333’de Hacı Özbek b. Mehmet tarafından yaptırılan ve Kılıçarslan caddesinin hemen kenarında yer alan camidir. Cami ne yazık ki 1950’lede yol kenarına denk gelmesi sebebiyle bazı kısımlarını kaybetmiştir. Halihazırda içi kısa bir süre once yenilenmiş vaziyette. Bu haliyle en azından iç mekan olarak pek çok özelliğini yitirmiş durumda.

gezgindergi_iznik15

İznik’in doğusunda Lefke kapısına yakın bir noktada yer alan iki önemli Osmanlı eserinden de yeri gelmişken bahsedelim. Bu yapıların her ikisi de 1. Murat devrinin eserleridir. Bunlardan ilki Yeşil cami diğer ise Nilüfer Hatun imaretidir. Her iki yapı da birbiri ile karşı karşıya konumlanmış vaziyette. Yeşil camii I. Murat’ın vezirlerinden ve Çandarlı ailesinin atası olan Halil Hayrettin Paşa tarafından inşa olunmuş. 1378’de yapımına başlanan eser, ancak Paşa’nın oğlu Çandarlı Ali Paşa tarafından 1392’de tamamlanabilmiş. Külliye kapsamında darülhadis, imaret ve hamamın da inşa olunduğu biliniyor ancak bunlardan günümüze sadece hamam (o da harap bir halde) gelebilmiştir. Yunan işgali sırasında tahrip edilen cami, 1960’larda esaslı bir onarım görmüş. Cami, adını bugün de görülebilecek olan mor ve firuze renkli çini parçalardan oluşan minaresinden alıyor. Minare bu haliyle Orta Asya’dan İran yoluyla Anadolu’ya gelen mimari anlayışın esintilerini taşıyor.

gezgindergi_iznik19

Caminin hemen yakınında bulunan Nilüfer Hatun imareti ise bugün İznik müzesi olarak hizmet veriyor ancak benim ziyaret zamanım olan Mayıs 2015 tarihi itibariyle ziyarete kapalı durumda idi. Nilüfer Hatun imareti 1. Murat tarafından annesi Nilüfer hatun için yaptırılmış. Cami ve imaret bir arada düşünülmüş. Cami ile imaret arasında yer alan bir diğer yapı da 15. yüzyılın başlarında Şeyh Kutbettin adına inşa olunan camidir. Yapının inşasında pek çok Bizans devri devşirme malzemenin kullanıldığı biliniyor. Yine 15. yüzyılda inşa olunan bir diğer önemli cami Mahmut Çelebi camiidir. Söz konusu yapı Ayasofya’nın nerede ise yüz metre ilerisindedir. Mahmut Çelebi İznik’i ihya eden Çandarlı vezir ailesinin bir ferdidir. Kendisinin 2. Murat’ın kız kardeşi ile evli olduğu, Bolu sancak beyliği yaptığı, Macarlarla savaşırken onlara esir düştüğü ve bizzat 2. Murat’ın girişimleri neticesinde fidye ödenerek kurtarıldığı biliniyor. Cami, içindeki harikulade kalem işleri ile size hemen kendisine çekiyor. Zaten şehrin tam ortasında ve Ayasofya’nın hemen yamacında olan bu küçük ama son derece güzel camiyi ıskalamanıza imkan yok .

gezgindergi_iznik16

15. yüzyıldan kalan bir diğer önemli hatıra ise Eşrefoğlu Rumi camii ve haziresidir. Yunanlılar İznik’ten çekilirken camiyi ateşe verdikleri için minaresi ve haziresi dışında bir yeri kalmamış, cami sonradan yeni baştan inşa olunmuştur. Eşrefoğlu Rumi, Anadolu’nun yetiştirdiği en büyük mutasavvıflardandır. Kendisi aslen peygamber sülalesine mensup olup ailesi Mısır’dan yola çıkarak İznik’e yerleşmiştir. Medrese eğitimini Bursa’da alan Rumi, bir müddet müderrislik yapmış, sonrasında gördüğü bir rüya üzerine Ankara’ya giderek Hacı Bayram Veli’ye once mürit, sonra damat ve en sonunda halife olmuştur. Ancak aldığı terbiyeyi yeterli görmeyen Eşref-i Rumi, buradan yine şeyhinin yönlendirmesi ile Suriye’deki Hama şehrine gider ve burada Abdülkadir Geylani’nin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin terbiyesine girer. İznik’e döndüğünde artık Kadıri tarikatının Anadolu coğrafyasındaki en önemli simasıdır.

gezgindergi_iznik07

Nitekim kendisi bu coğrafyada Kadiri tarikatının ikinci piri olarak kabul dilir. Fatih Sultan Mehmet’in kendisine mürit olmayı istediği ancak münasip bir dille geri çevrildiği anlatılır. Fatih’in sadrazamı Mahmut Paşa ise bir rivayete göre Eşrefoğlu’nun müritlerindedir. Paşa, tutuklandığı sırada Eşrefoğlundan tavassut istemiş ancak anlaşılan o ki bu aracılık fayda vermemiş. İlahi aşkı terennüm ettiği çok sayıda şiiri olan Eşrefoğlu Rumi, aynı zamanda önemli şairlerden biri olarak kabul edilir. Bu ünlü mutasavvıf İznik’te yaklaşık yüz yaşında iken vefat edecek ve sonradan camiye dönüşecek olan dergahının haziresine defnolunacaktır. Caminin hemen yan tarafından yer alan mezarı, günümüzde çok sayıda ziyaretçinin akınına uğramaktadır.

gezgindergi_iznik04

İznik Osmanlı döneminin hemen hemen tüm yatırımlarını kuruluş devri olarak adlandırılan dönemde almıştır. Bundan sonraki devirlerde ise hem şehrin önemi azalmış hem de önemli bir eser inşası gerçekleşmemiştir. Kuruluş devrinde ön plana çıkan bir diğer vakıf türü de hamamlardır. Bunlardan özellikle ikisi yani I. Murat hamamı ile 2. Murat hamamı hemen göze çarpar. 1. Murat hamamı bugün kafe olarak hizmet ediyor. İstanbul kapısı yolu üzeridne ve son derece merkezi bir noktada bulunan hamam, insanların avlusunda çay-kahve içip sohbet ettikleri hoş bir mekana dönüşmüş. Buradan turistik eşya satın almak da mümkün. Yine I. Murat hamamı bünyesinde Roma devrinden kalma bazı kalıntılara da tesadüf edilebilir. 2. Murat hamamı bir çifte hamam. Yani hem erkekler için hem de kadınlar için ayrı ayrı iki bölümü var. Kadınlar kısmı sonradan yapılmış. Erkek bölümü halen işletilmekte. Kadınlar kısmı ise bugün hediyelik eşya satan bir dükkan olarak kullanılıyor. Yeri gelmişken hemen belirteyim ki, 2. Murat hamamının hemen yanında İznik’in meşhur çini ve seramik üretiminin yapıldığı fırınlardan biri bulunmaktadır. Buralardan çıkarılan çini parçaları ise İznik Müzesi’nde sergilenmekte.

gezgindergi_iznik03

İznik gerçekten çinicilik açısından Türkiye’deki en önemli merkezlerden biri konumunda. İznik çinileri bir yerde şöhretini Mimar Sinan’a da borçlu. Zira Sinan, gerek Rüstem Paşa, gerek Kadırga’daki Sokollu camii gibi çini denilince akla gelen tüm yapılarında İznik çinilerini tercih etmiştir. Bunda İznik çinilerinin parlaklık ve zerafeti kadar, hassas bir yapıya sahip olan çinilerin deniz yoluyla kolayca ve salimen İstanbul’a ulaştırabilmesinin de rolü büyük olmalıdır. En büyük pazarı İstanbul’daki imar faaliyetleri olan İznik çinileri 17. yüzyılda da önemini korumuştur. Sultanahmet camii içinde 20 binden fazla İznik çinisinin kullanıldığı çeşitli kaynaklarda zikrolunur.

gezgindergi_iznik11

Hatta zaman içinde iznik’te “Çinicibaşı” adıyla bir makamın tesis edildiği ve İstanbul’dan istenen toplu çinilerin bu kişi tarafından temin edildiği biliniyor. İznik’teki çiniciliğin tarihi Bizans devrine kadar gidiyor. Bu dönemde kırmızı hamurlu ve çoğu kuş figürlü seramik üretimi yapılmış, Anadolu Selçuklularının kısa süren egemenlikleri zamanında da şehirde çini üretimine devam edilmiş. Dolayısıyla Osmanlılar burada uzun zamandır var olan bir geleneği devralmışlar. İznik çiniciliğinin yeniden canlandırılması ise 2. Murat devrine tekabül eder. Bu dönemde özellikle Bursa’da inşa edilen yapılarda mekansal yakınlığın da etkisiyle çok sayıda İznik çinisi kullanılmış, sonrasında ise çininin en büyük alıcısı İstanbul olacaktır. Iznik çiniciliği 18. yüzyıldan itibaren unutulmaya yüz tutar. Bu çini ekolünü ön plana çıkaran bazı renkler kaybolur. Lale devrinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa İznik’te kalan son çini ustalarını İstanbul’a getirmiş ve Bizans imparatorluk sarayı olan Tekfur Sarayı’nda açtığı bir çini üretim atölyesi ile tekrardan işlerlik kazandırmaya çalışmıştır. Nitekim bu dönemde İstanbul’da yapılan pek çok eserde Tekfur Sarayı çinileri adı verilen bu eserler kullanılır. Yazık ki bu yüzyıl içinde söz konusu atölyenin de kapanmasıyla İznik çini ekolü önemli ölçüde tarihe karışır.

gezgindergi_iznik02

İznik size günübirlik çok keyifli bir gezi vaad ediyor. Bu keyifli günü İznik gölü kıyısında, kendinizi yeşille mavinin buluştuğu bu doğa harikası manzaraya bırakarak günü sonlandırmak mümkün.

İZNİK – Bu yazı 2015 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 102. sayısından alınmıştır.

Yazar : ÖNDER KAYA

1974'te İstanbul doğumlu. Öğretmen, araştırmacı-yazar ve tarihçi. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun olan Kaya, aynı yıl Marmara Üniversitesinde yüksek lisansını yaptı. Öğretmenlik hayatına Robert Koleji'nde devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir