Perşembe , 28 Mart 2024

Keltler ve Kelt Rahipleri Druidler

Eski Çağlardan Günümüze Gelen Sıradışı Bir Halk

Eskiçağlarda yaşamış birçok halk ve bu halkların meydana getirdiği medeniyetler vardır. Bunlardan ilk akla gelenler arasında Mısırlılar, Babilliler, Hititler, Yunanlılar, Romalılar ve Keltler sayılabilir. Bu halkların bazısı Mısır’da, bazısı Ortadoğu’da, bazıları da Anadolu’da, Balkanlar’da ve Avrupa’da egemen olmuş, yaşadıkları dönemin şartlarına göre ileri uygarlıklar kurmuşlardır. Fakat zaman içinde kurulan bu medeniyetler yıkılmış ve halklar da yeni kurulan devletler ve yeni gelen halklar içinde yok olup gitmiştir. Eskiçağlarda yaşayıp da öyle veya böyle günümüze bir şekilde ulaşabilmeyi başarabilmiş bir kavim vardır ki o da Keltler’dir.

Yazı : Oğuzhan Karagül İllüstrasyon : Hamza Sancar

Keltler gerek sosyal düzen, gerek yaşayış tarzı, gerekse de din ve hukuk sistemi açısından eskiçağların ve Avrupa’nın en özgün halklarından biridir. Keltlerin bir Hint- Kafkasya kavmi olduğu ve ilk kez Kırım dolaylarında ortaya çıktıkları düşünülmekte ise de ilk ortaya çıkış zamanları bilinmemektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Orta Avrupa’yı, daha çok da İsviçre ve çevresini yurt edinmişlerdir. Kelt kelimesi, antik Yunanca’da “cesur ve onurlu olan” anlamına gelen “keltoi”den gelmektedir. “Keltoi” ifadesinin geçtiği ilk yazılı kaynak Yunanlı tarihçi Hecataeus’a aittir ve eser M.Ö. 517 yılına tarihlenmektedir. Hecataeus bu eserinde, Kelt kabilelerinin yaşadığı bölge olarak batı ve güneybatı Almanya’yı göstermektedir. Kelt terimi önceleri Yunan Massalia kolonisinin iç taraflarında yaşayan insanları tanımlamak için kullanılırdı. Daha sonra Kelt sözcüğünün ifade ettiği anlam genişlemiş, Latince “Galli” (Galyalılar), Yunanca “Galatoi” (Galatyalılar) olmak üzere M.Ö. III. yy. dolaylarında Atlas Okyanusu’ndan Karadeniz’e kadar yayılmış güçlü bir halkı tanımlamak için kullanılmıştır.

Keltler, M.Ö. VI. yy. dolaylarında Orta Avrupa’dan göç etmeye başlamışlardır. Bir kısmı Almanya’ya, bir kısmı Fransa’ya, diğer kollar İtalya, Hollanda, Lüksemburg çevrelerine yayılmışlardır. Almanya’da o zaman yerleşik olan Germen kabileleri tarafından ezilmişler, ciddi katliamlara uğramışlar ve Almanya’da yerleşme imkanı bulamamışlardır. İtalya’da ise önceleri yerleşmişler hatta Roma şehrini yağmalamışlar ve Roma halkını çevredeki dağlara kaçmak zorunda bırakmışlardır. Ancak daha sonra Roma Cumhuriyeti duruma hakim olmuş, Roma’dan ve İtalya çevresinden Romalılar tarafından sürülmüşlerdir. Fransa’da ise özellikle Galya bölgesinde, Hollanda ve Lüksemburg’da daha rahat yerleşme imkanı bulmuşlardır. Keltlerin diğer bir kolu da kuzeye, İngiltere’ye, İskoçya’ya, İrlanda’ya ve çevredeki adalara doğru yönelmiş, bu bölgelerde yaşayan kavimler kendilerinden daha zayıf oldukları için onlara üstünlük sağlayarak kuzey adalarında çok daha kolay yerleşmişler ve Kelt kültürünün merkezi bu coğrafya olmuştur. İngiltere, İrlanda, İskoçya ve çevre adalarda Keltler, kendilerine ait özgün bir medeniyet kurmuşlardır.

M.Ö. 55 yılında Romalı diktatör Julius Caesar, Keltler üzerine bir sefer düzenleyerek onları yenmiş, M.S. 43 yılında da İmparator Cladius Britanya’nın tamamına yakınını (kuzey bölgesi hariç) fethederek Kelt uygarlığını kısmen de olsa yıkmıştır. Bu fetihten sonra Keltler yoğun şekilde Roma baskısı altında yaşamak zorunda kalmışlardır. Bütün olumsuzluklara rağmen Keltler, varlıklarını Ortaçağ’a kadar koruyabilmişlerdir. Önce Roma baskısı ve zulmü altında yaşayan Kelt halkı, Britanya’da İngilizler hakim olduktan sonra bu sefer de İngiliz baskısı altında kalmışlardır. Her türlü baskı ve asimilasyon gayretlerine rağmen Kelt kültürü bazı unsurlarıyla günümüze kadar gelebilmeyi başarmıştır. Özellikle İrlanda’da, Galler’de, İskoçya’da ve Mann (bazı yerlerde Man şeklinde de yazılır) adasında Kelt dilleri konuşulmakta, bu ülkelerin halk şarkılarında ve geleneklerinde Kelt medeniyetinin izleri hissedilmektedir.

Keltler, Anadolu tarihi açısından da önemlidir ve Orta Anadolu’ya, Ankara’ya kadar ilerlemişlerdir. Anadolu’ya geçişleri ilginçtir. M.Ö. 278 yıllarında bir grup Kelt savaşçısı o zamanlar bir Yunan kolonisi olan Byzantion’u (şimdiki İstanbul) yağmalamıştı. O sırada Bithynia kralı olan Nikomedes I. kardeşiyle taht için savaşıyordu. Byzantion’u yağmalayan Keltlerle bir anlaşma yaparak onların desteğini aldı ve bu şekilde kardeşini yendi. Daha sonra ise Keltleri Bithynia ve Seleukos ülkesi arasında tampon bölge oluşturmak için o zaman boş olan Ankara taraflarına yerleştirdi. Bu bölge zamanla Galatia adıyla anıldı. Ankara, Keltlerin Anadolu’daki başkenti oldu.

Kelt halkı her ne kadar onların uygarlıklarını ve kültürlerini yok etmek isteyenler tarafından barbar ve medeniyetten uzak olarak gösterilmeye çalışılsa da bu doğru değildir. Edebiyattan müziğe, seramikten tarıma, tıptan astronomiye hatta kuyumculuğa kadar pek çok alanda gelişmiş bir uygarlığa sahiptiler. Tarım yapmak için yaşadıkları zamanın şartlarına göre modern aletler tasarlamışlar, çömlekçilikte de oldukça gelişmişlerdi. Fıçıyı da tarihte ilk kez Keltler icat etmiştir. Kelt rahip ve bilginleri olan druidler güzel şiirler söylemişler ve altını işleyerek süs eşyaları yapmışlardır. Yine Keltler müziğin insan üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Kelt halk şarkıları ve müziği insanın yüreğine işleyen ruhani ve mistik bir özellik taşır.

Uygarlıklarının en ileri seviyede olduğu M.S. I. ve II. yüzyıllarda Keltler üst seviyede bir sosyal düzen kurmuşlardı. İrlanda’nın baş kralının altında beş tane daha kral yer alırdı. Onların altında eyalet kralları, daha alt seviyede bayır ve tepelerin kralları, onların altında soylular, daha aşağıya doğru ise çiftlik sahipleri, işçi ve esnaf sınıfı ve nihayet en alt sınıfta da köylüler bulunurdu.

Bütün bu sosyal sınıfların dışında Keltler’de bir sınıf daha vardı; Druidler. Druidler eğitimliler sınıfını oluşturuyorlardı. Eski Mısır’ın rahipleri, Kızılderililerdeki büyücüler ve İslam öncesi Türk toplumlarında önemli yeri olan kamlar (şamanlar) benzeri bir sınıftılar. Kendi aralarında hiyerarşik bir düzene sahiptiler. Yüce kralla diğer kralların, soyluların, çiftlik sahiplerinin aralarında çıkan sorunlara çözüm bulurlar, onlar arasında arabuluculuk yaparlardı. Druidler rahiplik, hakimlik, şifacılık, astrologluk, şairlik, büyücülük ve medyumluk gibi bir çok alanda çalışırlardı. Kelt toplumunda geleneklerin koruyucusuydular. Halk onlara büyük saygı duyardı. Yaptıkları işler ciddi bir eğitim gerektirdiği için iyi eğitimli bir druidin yetişmesi 20-25 yıl sürerdi. Druidler de kendi aralarında birkaç sınıfa ayrılırdı. Bu sınıflardan bazıları ozanlar ve kahin-şairlerdir (bards ve ovates). Druidler aralarına kadınları da kabul ederlerdi. Kadın druidlere druidess denirdi. Druidler eğitimleri için Britanya’ya giderlerdi. Ana merkezlerinin Britanya’da, Anglesey’deki Büyük Druid Okulu olduğu bazı kaynaklarda yer almaktadır. Druidlerin kendi geliştirdikleri özel bir alfabeleri vardır. Ogham Alfabesi adıyla bilinen bu druid alfabesi dikey ve yatay kalem vuruşlarından oluşan harflerden meydana gelmekteydi. Bu alfabe günümüzde çözülmüş olmasına rağmen Ogham Alfabesi ile yazılmış metinlerin ne demek istediği anlaşılamamıştır. Bunun nedeni druidlerin bu metinlerde bir şifreleme yöntemi kullanmış olmalarıdır. Druid metinlerinin başkaları tarafından anlaşılmasını istemedikleri için böyle bir yola başvurmuş olmaları güçlü bir olasılıktır. Druidlerin kendilerine ait bilgileri genelde yazarak değil ezberleyerek birbirlerine öğrettikleri de tespit edilmiş bir gerçektir.

Druidlerin sahip oldukları inanç sistemine, dinsel törenlerine ve günlük hayatta yaptıkları uygulamalar bütününe topluca druidizm denir. Keltler, çok tanrılı paganist bir din anlayışına sahiptiler. Ekinlerin koruyucusu olarak kabul ettikleri kır tanrılarına taparlardı. Druidizme göre evren üç bölümden oluşmuştu. Bunların ilki üzerinde yaşadığımız toprak, ikincisi hayaletlerin ve kaybolmuş ruhların bulunduğu yer altı ve üçüncüsü de Batı adalarının ve Avalon’un olduğu öteki dünyadır.

Druidizm bir tür ağaç kültüydü. Ağaçlar ve özellikle de meşe ağacı kutsal kabul edilirdi. Kutsal alanlar ormanlar ve korulardan seçiliyor ve toplantılar buralarda yapılıyordu. Ormanların dışında dağlar da kutsaldı. Dağlar druidizme göre tanrısal ilhamın geldiği ve tanrısal varlıkların insanlarla konuştuğu yerlerdi. Diğer bir önemli yer ise mağaralardı. Mağaralar yer altı dünyasına yani “Periler Ülkesi”ne geçiş ve bazı özel yeteneklerin kazanıldığı yerler olarak kabul edilirdi. Görüldüğü gibi druidizm mitolojik ve mistik öğelerin ve öğretilerin ağır bastığı bir inanç sistemi, dahası bir yaşam biçimiydi.

Her bakımdan özgün ve kendi uygarlıklarını meydana getirmiş, çağdaşları olan diğer toplumlardan farklı özellikler taşıyan Keltler, her ne kadar Romalıların ve daha sonra da İngilizlerin baskısı altında yaşamak zorunda kalsalar, sonraki yüzyıllarda çoğunlukla yükselen diğer milletler arasına karışıp gitseler de geç Ortaçağ dönemine kadar Avrupa’yı kültürel anlamda etkileyebilmeyi başarmışlardır. Bugün bile Keltik toplumlar Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamakta, kültürel ve sanatsal etkileri az da olsa hala devam etmektedir.

Keltler ve Kelt Rahipleri Druidler – Bu yazı 2013 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 81. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir