Salı , 16 Nisan 2024

Nepal’de Bir Trekking

Kathmandu, Chitiwan, Pokhara, Nagarkot’tan oluşan yoğun bir kültür turu için yola çıkan yazar Nepal’de birkaç gün trekking yaptıktan sonra Bhutan’a, oradan da Hindistan’ın kuzeyine geçiyor.

Yazı ve Fotoğraflar : Serkan Doğan

Uçaktan indiğim Kathmandu’da, artık oldukça tanıdık gelen Bahtapur’da buram buram tütsü kokan tapınakların ve kalabalıkların arasında akşamı ettikten sonra, başkent Kathmandu’nun 32 km. doğusunda bulunan Nagarkot’a giderek geceyi orada geçirdik. Nagarkot 2200 metre üzerindeki rakımıyla Everest’in de içinde bulunduğu Himalaya dağlarının eşlik ettiği gündoğumu manzarasını izlemek için tercih edilen nispeten serince ve dağlık bir yerleşim birimi. Bir önceki Nepal gezimde güzel bir gün geçirdiğim ve gün boyu ufak yürüyüşlerle, harika manzaralı kafelerinde oturup dinlendiğim Nagarkot bu sefer sırf trekking serüvenimiz için başlangıç noktasıydı. Ertesi gün doğa yürüyüşümüze buradan başladık. Trekkingimiz Kathmandu Vadi’si denilen bölgeyi kapsayacaktı. Rotamız doğal olarak genelde yokuş aşağı doğru, irili ufaklı tapınakların ve dağ köylerinin arasından geçerek ilerledi. Bu bölgenin doğal yapısı aslında Karadeniz bölgemiz ve Kaçkarlar ile benzeşiyor.

Avrupalı sırt çantalı turistler için oldukça popüler olan bu güzergâh üzerinde dinlenmek için uğranılan çeşitli kafelere ve salaş restoranlara rastlamak elbette mümkün. Öğle yemeğimizin ardından, yolumuz 160 km2’lik bir alana yayılan Shivapuri Milli Parkı sınırları dâhilindeki ormandaki patikadan devam ediyor. Bizim geçtiğimiz yol sık ve derin ormanın ortasından adeta yarım bir tünel gibi oyularak kazılmış, yan taraflar yemyeşil yosunlar, insanın içini gıcıklayan rengârenk çiçekler ile örtülüydü. İçindeki doğal hayatı etkilememek ve etkilenmemek için ormana girmek kesinlikle yasak. Ormanın içinden neredeyse kulakları sağır eden yoğunlukta gelen sesler ile şenlenen bu tabiat musiki cümbüşü, bizleri cezbediyor ve mest ediyor. Bu ormanlık alanın Hinduların en önemli tanrılarından olan ve milli parka ismini de veren Shiva tarafından korunduğuna inanılıyor. Günün sonunda, karanlık çökeli 1 saat kadar olmuştu ki, Chisipani’ye ulaştık.

Chisipani’ye…

Buraya bir kent veya kasaba demek güç, daha çok maceraperest doğa trekkingcilerinin konaklama noktası haline gelmiş büyükçe bir köy izlenimi veriyor. Zira giriş ve çıkış kapıları arasındaki mesafeyi birkaç dakika içinde alabiliyoruz. Chisipani’de kaldığımız otel odası konfordan oldukça uzaktı ve ancak temel bir iki eşyayı bünyesinde barındırıyordu. Yemeğimizi yediğimiz ufak lokantasının mutfağına girmeye cesaret ettiğimde hayatım boyunca unutamayacağım bir ürpertiye kapıldığım bu fazlaca mütevazı hostelin hijyen alanında üstün başarı belgesi alıp duvarına asmış olması ironikti. Yine de günün verdiği yorgunlukla görece güzel akşam yemeğimizi yedikten sonra dinlenmeye çekilince, böylesi pek bir detaya dikkat etmemeyi tercih ettik. Sonraki gün çok erken uyandım ve bizimki dâhil olmak üzere bir iki otel ve restoranın baktığı ortak avluda çok çeşitli ülkelerden gelen sırt çantalı trekkingcilerin yola devam etmek için yaptıkları hazırlıklara ve sohbetlere tanık oldum. Doğayı ve serüveni seven neşeli ruhlarla bu karşılaşmadan sonra, biz de Tibet ekmeği ve sıcak bir bardak çay ile sıkı bir kahvaltı ettik ve son hazırlıklarımızı yaparak yola koyulduk.

 

Sundarijal ‘’Güzel Su’’…

Bu kez hedefimiz yarım günlük bir yürüyüşün ardından adını içindeki bir tabiat parkı ve şelaleden alan, “güzel su” anlamındaki Sundarijal’di. Genellikle inişle geçen saatler sonunda kendimizi Kathmandu’nun en önemli içme suyu kaynağı olarak da tanınan harika bir doğa parkında bulduk, şelalesinde serinledik, yamacında dinlendik. Artık Kathmandu’ya oldukça yaklaşmış ve şehre inmiştik. Kent merkezine aracımızla ulaştık. Yürüyüşümüzün üçüncü günü ise Kathmandu’nun 30 km. güneydoğusunda ve 1550 metre yükseklikte yer alan Dhulikhel’den başladı.

Dhulikhel…

Dhulikhel de yine içme suyuyla ünlü, Nepal’in en iyi ve kaliteli suyuna sahip olduğu söylenen bu şehrin, içme suyu tesisleri yapılırken Alman yardımı alınmış, şehirde çok miktarda kilise mevcut, öyle ki güne çan sesleri ile uyanıyoruz. Dhulikhel aynı zamanda Nepal’in Tibet’e açılan kapısı olarak biliniyor, bu bakımdan eski çağlardan bu yana önemli bir ticaret noktası mahiyetinde kabul ediliyor. Kent merkezi bile oldukça engebeli, inişli çıkışlı ve tepelerini şık oteller ile birlikte Hindu tapınakları ve birkaç Budist stupası süslüyor.

Dhulikhel panoramasının muhtelif seyir noktalarından Annapurna (8091 metre) dâhil olmak üzere yirmiyi aşkın Himalaya zirvesini gözlemek mümkün oluyor. Yanımıza kahvaltı yolluklarımızı alıp gün daha henüz ağarmaktayken çıktığımız yolda bizi gösterişli bir gündoğumu kızıllığı ve o saatlerde aileleri için çalışmaya ve yük taşımaya başlayan küçük çocuklar karşıladı. Genelde tırmanışlarla geçen gün sonunda Nagarkot’un muhteşem manzaralı eteklerine ulaştık ve klasik, geleneksel Nepal yemeklerimizi alıp ferahlarken, yürüyüş hatıralarımızı tazeledik.

Bu yazı 2013 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 76. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir