Cuma , 26 Nisan 2024

Örtülerin Altındaki İran

M.Ö. 4000’li yıllara kadar uzanan bir medeniyet ve devlet geleneğine sahip. Sinema ve medya kurguları ile batının dünya kamuoyuna ucube olarak göstermek istediği bir ülke,  İran.

 Yazı ve Fotoğraflar: E. Hilal Korucu

Milyonlarca insan tarafından izlenen ‘ 300 Spartalı’ filminde bir yaratık gibi kurgulanan Pers Kralı ve askerlerinin  resmedilmek istenenden çok farklı olduğunu görebiliyorsunuz tarihi kalıntılardaki figürlere bakarken.  Batının kendini  tüm iyi hikayelerin aktörü görme hastalığının ne denli kronik bir hal aldığını, dünyada başka toplumların dünya medeniyetine katkılarını görünce anlamak mümkün. Bu kadim medeniyetin yeni temsilcilerini  gündelik yaşamlarında daha yakından tanımak ve çok katmanlı medeniyet birikimlerini yerinde görmek üzere bir grup arkadaş ile bu ülkeyi bir haftalığına ziyaret ettik. Geziye katılanların hepsi entelektüel ve mesleki birikimleri itibari ile zengin bakış açıları kazandıracak nitelikteydi. Nitekim gördüğümüz ve yaşadığımız her mekan ve olayın derin ya da sade anlamları üzerine getirdiğimiz yorum ve gözlemlerden geriye kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kadim medeniyetin derin katmanları

İran adı Sanskritçe’deki Aryan kelime kökünden girmiş Farsça’ya. 1935 yılına gelinceye kadar bu devlet Pers İmparatorluğu olarak anılmış. Şah Rıza Pehlevi yasal olarak İran isminin kullanılması zorunluluğunu getirmişse de halkın geçmişle bağı kopardığı yönündeki tepkisi sebebiyle her iki isim de tanınmış yasal olarak. Fakat İran İslam Devrimi’nden sonra ‘ İran İslam Cumhuriyeti’ olarak ismi kabul edilmiş.

Büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Pers, Yunan, Türk ve Arap medeniyetlerinin etkisi altında kalmış. Ülkedeki tarihi kalıntılar ve kültür miraslarında bu etkilenmenin çeşitliliği görülebiliyor.  Antik İran döneminin en büyük devlet oluşumu Ahameniş İmparatorluğu olmuş. Atina’nın Altın Çağı döneminde hüküm süren bu imparatorluk insan hakları ve köleliğin kaldırılması ile ilgili hükümleri geliştirerek uygulamış.  Ekonomik olarak da refahın muazzam yükseldiği bu dönem, Büyük İskender’in III. Darius’u yenerek imparatorluğu işgal etmesi ile sona ermiş. Devamında ise Selevskov, Part, Sasani İmparatorlukları hüküm sürümüş. Devamında Arapların Kadisiye Savaşında İran’ı ele geçirmesi ile bu topraklar İslam ile tanışıyor. Fakat bu coğrafyadaki kültürel, sanatsal, bilimsel,felsefi birikim öylesine köklü ki İslam’ın bu topluma sirayet etmesi belirli bir zaman alıyor.  Yeni hakim dine eklemlenen tüm bu sosyokültürel kazanımların birleşmesinden yepyeni bir zenginlik ortaya çıkmış. Günümüzde İran’ın İslam medeniyeti açısından da özel ve önemli kılan husus bu. İlk İslam devleti olan Emeviler’den sonra, Abbasiler, Tahiriler, Samaniler, Selçuklular, Gazneliler, Harzemşahlar ve yıkıcı etkisi ile Moğollar geçmiş bu topraklardan.  Timur’un iktidarının ardından bu topraklar için yeni bir dönüm noktası meydana getiren  hadise; kendisi de bir Türk olan Şah İsmail’in Safevi devletini kurması olmuş. Zend, Afşar ve Kacar Hanedanlıklarının çalkantılı dönemlerinin ardından, yakın tarihe damgasını vuran Pehleviler dönemi başlamış.

20. yüzyıl Şahlarının Batı Yanlısı İran’ı

1925 yılında İran’ın yönetimine gelen Rıza Şah Pehlevi’nin tavizkar uygulamaları sonucu batılı devletlerin cirit attığı bu topraklar üzerinde, yaklaşık aynı dönemlere tekabül  eden Türkiye üzerine yazılan senaryolar uygulanmış.  1941’e kadar devam eden Rıza Şah’ın iktidarından sonra yerine oğlu Şah Muhammed Rıza Pehlevi geçmiş. Batı’nın koşullu olarak iktidara getirdiği Şah’a karşı Muhammed Musaddık önderliğindeki ulusalcı cephenin güçlenmesi üzerine 1953’te Muhammed Rıza Pehlevi yurtdışına kaçmış. Amerika’nın Musaddık’ı etkisiz hale getirmesinden sona tekrar ülkesine dönüp ülkenin yönetimini ele almış.  Devrilmesine kadar geçen süre boyunca da ülke üzerinde batılı politikalar etkili olmuş.  Tarih boyunca yapmış olduğu keskin dönüşlerden birini daha yaşamış İran 1979 yılında. Muhalif faaliyetleri sebebiyle önce Türkiye’ye ardından da  Fransa’ya sürgüne gönderilen Ayetullah Humeyni, Şah Pehlevi’nin yurtdışına kaçmasının ardından ülkeye büyük bir halk teveccühü ile gelerek İran İslam Cumhuriyetini ilan etmiş oldu.  Bu sürece nasıl gelindiği hayli detaylı bir husus olmasına karşın, Humeyni bir zamanlar Şah’a karşı devrimi savunanları bile mahkemeler de yargılayarak birçoğunu da idam ettirmiş. Son yüzyıl içerisinde İran topraklarında yaşananları daha detaylı okumak ve anlamak dünyanın genelinde nelerin olduğunu anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum.

İran’ı bugünkü koşullarda anlamlandırmaya yarayan en önemli dönüşüm 1979’daki devrim. Şah döneminin sona erdirilerek İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile başlayan yeni dönemde, sosyal yaşamda birçok değişim olmuş. Şah döneminin bütün uygulamalarına son verilerek, dünya ile ilişkiler yeni bir döneme girilmiş.  Yeni rejime uygun olarak, Şah dönemindeki  Persİmparatoluğu’nu simgeleyen aslan ve güneş yerine; kırmızı ve yeşil şeritlerinin altına ‘ Allahuekber”  beyaz şeritin ortasına da ‘ Lailahe illallah’ lafzı yerleştirilerek yeni bir bayrak tasarlanmış.

Başkomutan Dini Lider

Ülkenin yönetim biçimi de kendine has bir yapıya kavuşturularak Dini Lider en yetkili kişi kılınmış. İran, alışıldığın dışında karmaşık bir yönetim biçimine sahip. Dini lider, Danışmanlar Konseyi ve Devlet Başkanlığı mekanizmalarının görev ve yetki dağılımı ile ülke yönetiliyor. Ülkede en geniş yetkiye sahip olan Dini Lider’i Danışmanlar Konseyi seçiyor. Bu konsey ise sekiz yılda bir yapılan genel seçimlerle 86 eğitimli hukukçu seçilerek oluşturuluyor. Mevcut konsey Anayasayı Koruma Komisyonu’na seçilecek adayların yeterliliğine karar veriyor. Bir diğer yönetim mekanizması olan Devlet Başkanı ise Anayasa Koruma Komisyonu’nun onayını almak zorunda. Dört yılda bir halkın oyu ile seçilen devlet başkanı bakanlar kurulunu atıyor. Ordunun yönetimi hükümette değil, aynı zamanda ordunun başkomutanı olan Dini Lider’de. Ayrıca İç İşleri ve Savunma Bakanlıkları için dini liderin açık onayını alması gerekiyor devlet başkanının. Dini liderin ülkeye hakimiyetini hemen hemen tüm önemli yapı ve caddelere asılan Hümeyni ve Hamaney fotoğraflarında da görebiliyorsunuz. 290 kişiden oluşan mecliste hali hazırda 80 kadın milletvekili bulunuyor. İran’da devlet yönetimi çapraz yetkilendirme ile ipleri tamamen bir mercinin eline vermiyor. Zira Danışmanlar Konseyi anayasal hükümler gereğince ülkenin en geniş yetkiye sahip kişisi olan dini lideri görevden alabiliyor. İran 30 büyük eyaletten oluşuyor. Bu eyaletlerin yöneticileri de yine dört yılda bir halk tarafından seçiliyor.

Petrol ve Doğalgaz zengini İran

İran’ı bu denli dünya gündemine oturtan zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olması. Rezervlerinin daha 200 sene kullanılacak potansiyele sahip olduğu söyleniyor. İhracatının %80’i de petrol ve doğazdan oluşuyor.  Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip  18. ülkesi olmasına rağmen topraklarının 1/3’ü yaşamaya elverişli. Elbruz ve Zagros sıradağları ülkenin özellikle güney bölgesini çevreleyerek yağmur bulutlarının geçişini engelliyor. Bu yüzden de bu bölgelerde, bozkırlar, çöller ve devasa tuz gölleri bulunuyor. İranlıların Haliç-i Fars dedikleri Basra ile Umman körfezi ve Hazar Denizi’ne kıyısı olan bölgelerde iklim daha ılıman ve tarıma elverişli.

İran’ın  ‘ iki çocuk ‘ güvenceli nüfus planlama politikası

74 milyon nüfusun yaklaşık yarısı 24 yaşın altında. Bir İslam devleti için şaşırtıcı gelebilir ama devlet iki çocuktan sonrası için sosyal güvenlik hizmeti vermiyor. Ülkede genç nüfusun yoğunluğu işsizlik sorununu da beraberinde getiriyor. Ayrıca Afganların ucuz işgücü olarak ülkede bulunmaları işsizlik oranını daha da artırıyor.  Erkekler 18 yaşında askere alınıyor ve iki sene askerlik yapıyorlar. Fakat askerlik esnasında eğitim amaçlı izin alabiliyorlar. Farsilerin yanı sıra  Azeriler, Kürtler, Araplar, ve Türkmenler yaşıyor. İranlılardan sonra en büyük etnik grup Azeriler. Resmi dil Farsça’dan sonra en yaygın dil ise Azeri Türkçesi. Diğer yaygın diller ise Kürtçe ve Beluci lisanı. Türçe ile Farsça arasında çok sayıda ortak kelime olduğunu Farsça konuşan birini dinlerken anlıyorsunuz. İran’da İslam ile birlikte Hristiyanlık, Yahudilik ve Zerdüştlük de resmen kabul gören dinler. Ülkede yaşayanların % 80’i Şii % 10’u Sünni Müslüman. Diğer kalan kısım ise Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt. Ülkede din değiştirmek yasak cezası ise ölüm. Zina karşılığında recm cezası var ama uygulanmıyor. İdam ise uygulanan bir ceza sistemi. Ülkede tatil günleri Perşembe ve Cuma. Cuma namazı her şehirde bir toplanma yerinde kılınıyor. Türkiye’de olduğu gibi her Cami’de Cuma namazı kılmak mümkün değil. İran bir İslam ülkesi olmasına rağmen ezan sesini şehrin her yerinde duyamamıyorsunuz.

Devletin otoritesini sağlama aracı olarak: Başörtü

İran ile ilgili olarak dünya kamuoyunda yapılan eleştirilerin büyük bir kısmı kadınların başlarını örtme zorunluluğuna yönelik. Devrimin ilk yıllarında çok daha sıkı uygulanan kıyafet yasağı son on yılda hafiflemiş görünüyor. Kamusal alanlarda kadınların örtünme biçimi farklı özellikler gösteriyor. Genç kızların büyük bir kısmı saçlarının büyük bir kısmını açıkta bırakacak şekilde, sadece arka topuzlarını örtüyorlar. Hatta bu durum karşısında gezideki arkadaşlarımız  örtülen bu bölüme ‘ kutsal topuz’ espirisini yaptılar. Bu tarz saçının bir bölümünü kapatan hanımlar yüzlerinde zaman zaman aşırıya varan makyajları ile genellikle tunik ve kot pantolonu tercih ediyor. Bunun yanı sıra  İslami kaidelere riayet eder şekilde örtünenlerinde sayısı azımsanamayacak boyutta. Sıkça duyduğumuz ahlak polislerine biz rastlamadık. Fakat bunlar aşırı buldukları insanları ikaz ediyor, uyarıları dikkate almayanları da karakola götürebiliyorlarmış. Bu görevi yapanlara irşad polisi deniyor. İran’da yabancılara karşı daha esnek davranılıyor bu konuda. Fakat rehberimize bandanam ile gezsem ne olur diye sorduğumda; kendisinin çalışma lisansının iptal edilebileceğini söyledi. Görünen o ki İran örtünmeyi bir devlet otoritesi olarak sürdürüyor. Kafanızda hangi şekilde olursa olsun bir örtünün olması sisteme itaatinizi gösteriyor.  İran kadınları bildiğimiz tipik fars çizgilerinden kalkık burun ve kısaltılmış kaşları ile uzaklaşmış görünüyor. Estetik  ameliyatları burada yasal ve çok yaygın. Sadece kadınlar değil burnu bandajlı erkeklere de rastlayabiliyorsunuz.  İran’da şaşırtıcı durumlardan biri de fiziksel olarak çift cinsiyet taşıdığını kanıtlayan erkeklerin cinsiyet değişimi için ameliyat olmaları da yasal. Erkekler de farklı giyim tarzları gösteriyor tıpkı kadınlar gibi. Medrese eğitimi almış olan molların yanı sıra kot ve tişort ya da kumaş pantolon ve hakim yaka gömlek giyiniyor İranlı erkekler. Kravat takılmıyor İran’da.

Sıcak Yer ‘Tahran’

‘Sıcak yer ‘ anlamına gelen Tahran’ın başkentlik geçmişi,  1876 yılında Ağa Mehmet Kaçar’ın burayı başkent yapmasına dayanıyor. Daha önce Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in de türbesinin olduğu Rey şehrinin bir kasabasıymış ve genellikle yazlık saraylar burada bulunuyormuş. Şehir Güneyden Kuzeydeki Elbruz dağlarının eteklerine doğru uzanıyor. Civar yerleşimler ile birlikte yaklaşık 14 milyon nüfusu var.  Şehrin dağın yamacında kalan kısımlarında sosyoekonomik düzeyi yüksek insanlar, aşağı güney tarafta ise bu bakımdan daha düşük seviyedeki insanlar oturuyor. Zengin muhitlerdeki sıradan diyebileceğimiz evlerin fiyatları milyon Dolarları bulabiliyor. Para demişken, İran’ın resmi para birimi Riyal, halk arasında ise Riyal’den bir sıfır atılmış olarak kullanılan Tümen. Türk parası ile kıyaslandığında 1 TL 1400 Tümen’e tekabül ediyor. Kağıt paraların üzerinde dini liderlerin resimleri var.  İran’da maaş kartı dışında herhangi bir banka kartı kullanılamıyor. Uluslararası finans sistemine de dahil olmadıklarından kredi kartlarımız ile alışveriş yapamadık. Hali hazırda devasa şantiyelerin olduğu İran, kentsel yapılaşması ve nüfüs  dinamizmi ile iddialı bir şehir. Şehri saran yolları, geniş caddelerine rağmen,  ucuz yakıttan dolayı çok yoğun bir trafiği var.  Bulunduğumuz esnada yakıt fiyatlarında artış olmasına rağmen Türkiye’dekinden 10 kat daha ucuz yakıt kullanabiliyorlar. Bu durum kentin çukur olan güney kısmında hava kirliliğinin yoğun olmasın ada sebep oluyor zaman zaman. Trafiğin yoğunluğu caddelerde vızır vızır geçen motorsikletlerin tercih edilmesi sonucunu doğurmuş olsa gerek. O denli yoğun ki bu araçların kullanımı şehrin muhtelif yerlerinde motorsiklet parkları yapılmış. Trafik sorununa çözüm olarak tek ve çift plaka uygulaması var.  Sürücüler yayalara karşı çok özensiz ve yaya geçitlerinde bile çok dikkatli geçmeniz lazım. Tahran’da metro, metrobüs, otobüs ve taksilerle toplu ulaşım sağlanıyor. Taksiler yasal izinli olanlar ve olmayanlar olarak hizmet veriyor. Taksimetre uygulaması yok. Binerken pazarlığınızı yapıyorsunuz. Kadın taksi şoförleri sadece kadın müşteri alıyor. Yanında eşi ya da yakını olsa bile bu taksilere erkekler binemiyor. Devlet karne ile araç sahiplerine yakıt veriyor. Aylık 90 litre hakkı var herkesin. Resmi araç ve taksiler için bu miktar biraz daha fazla. Üzerine çıkarsa kendi ödüyor. Bu yüzden de yakıt istasyonlarında kilometrelere ulaşan araç kuyrukları oluşabiliyor.

Milat Kulesi’nden ışıklar altındaki Tahra’nın ihtişamı

Tahran’ın en önemli yerlerinden biri de 500’ü aşkın dükkanın bulunduğu Tarihi Kapalı Çarşı. Buradaki tüccarların çoğunun Azeri olduğunu öğreniyoruz. Cuma günü tatil olması sebebiyle kapalı olan çarşının sessizliğini bozan ise giriş kapısındaki borsa simsarlarının bağırışları oldu. Uzaktan bakınca kavga ettiklerini düşündüğümüz bu insanların yakınına varınca alım satım telaşında olduklarını gördük. Tahran’da Kaçar Hanedanı Şah Abbas tarafından yapılan ve Şah Rıza ve Muhammed Rıza Pehlevi döneminde de kullanılan Gülistan ve Sadabad Sarayları bulunuyor. Bu yapılar Aynakâri işlemeleri, gösterişli teşrifatı ile göz dolduran bu yapılar geniş yapı komplekslerinden oluşuyor. Birçok bölümü müzeye çevrilmiş olan Sadabad’ın bahçesinde kurulan kültür haftası panayırında, İran’ın farklı eyaletlerinden gelenlerin kurdukları standlardaki sunumlarla İran mozaiğini bir arada görme fırsatımız oldu. Bİrgün yolunuz Tahran’a düşerse, 1971 yılında Pers İmparatorluğu’nun kuruluşunun 2500. Kuruluş yıldönümü şerefine kurulan Azadi Anıtı ve meydanı ile Firdevsi ve İnkılap caddelerini gezebilir; Derbent’te nargile eşliğinde keyifli zaman geçirebilir, 315 metre yüksekliğindeki Milat Kulesi’nden gece ışıklar altındaki Tahran’ı temaşa edebilir, Arkeoloji Müzesi’nde İran Medeniyet kalıntılarını görebilirsiniz.

Kızların yüksek öğrenimdeki oranı % 65

Tahran, dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına girmeyi başarmış olan Tahran Üniversitesine sahip. Üniversitenin bahçesi Cuma namazında toplanma yeri aynı zamanda. Ülkenin birçok eyaletinde üniversite ya da yüksekokul var. Şiraz Üniversitesi’nin tıp, bilişim ve iletişim teknolojileri eğitiminde oldukça iyi olduğu söyleniyor. Üniversitelerde karma eğitim yapılıyor. Kızların üniversite öğrenimindeki oranı yaklaşık % 65. Sadece ofis ayağı bulunmayan petrol mühendisliği gibi bölümlere kadınlar gidemiyor. İran’ın en yaygın özel üniversitesi ise Azad Üniversitesi. İlkokula başlama yaşı 6 olan İran’da okula giden kız çocuklarının örtünmesi zorunlu ve öğretim kız/erkek ayrı yapılıyor.

Kitle iletişim en sorunlu alan

İran’da basın yayın organları devletin kontrolü altında faaliyet sürdürebiliyor. Ülkenin en tirajlı ilk üç gazetesi 400 bine yaklaşan tirajı ile Hemşeri. Ardından Camucem geliyor. İngilizce olarak çıkan tahran Times ve İran News gazeteleri de var. Gazetecilerde kadınlara, gençlere, çocuklara yönelik yayınlar da bulunuyor. Çeşitlilik konusunda sorun olmamasına karşın özgür yayın politikaları yok. Geçtiğimiz dönemlerde uzun yıllardır yayın yapan bir kadın dergisi de İslami ilkelere zarar verdiği gerekçesi ile kapatılmış. Keza televizyonculuk devlet tarafından yürütülüyor. İran sınırları içerisinde özel kanal yayın yapmıyor. Ancak yurtdışından farsça yayın yapan kanallar bulunuyor. Uydu kullanmak yasak ama hemen her evin çatısında bir uydu var. İran’da insanlar Türk kanallarına büyük ilgi gösteriyor. Özellikle diziler büyük ilgi çekiyor. Yezd’de bir Ermeni kilisesini ziyaretimizde görevli bize izlediği bir diziden bahsetti hemen.  Youtube’da Farsça bir ezgi dinlerken rastladığım ‘EsgheMamnoe’ bizim Aşk-ı Memnu’dan başkası değildi. Son derece profesyonelce dublajı yapılan bu dizi muhtemelen bir kanal için hazırlanmıştı. İnternete erişim sınırlı İran’da. Facebook, twitter, youtube yasaklı. Bizim  olduğumuz dönemde Peygamber Efendimiz’e yönelik hakaret içeren filmi yayınladığı için youtube da yasaklanmıştı. Tüm bu yasaklara rağmen bir yolunu bulup sosyal medya  kanallarına erişiyor İranlılar.

Devlet denetimi altında sanatsal üretim

İran’da müzik, sinema ve diğer sanat eserleri piyasaya çıkmadan önce aralarında mollaların da bulunduğu bir kurul tarafından değerlendiriliyor. Hatta evine piyano almak isteyen biri kurulda bulunan bir mollayı günaha sebep olacak işler yapmayacağına ikna ederek satınalma iznini almış. Koşulların bu denli kısıtlayıcı olduğu bir ortama rağmen İran geçmişte olduğu gibi çok kıymetli sanat eserleri üretmeye devam ediyor. İran sineması içten, sade ve insana dokunan anlatımı ile sinemaseverler için hep önemli olmuştur. Benim de İran ile ilk tanışmalarım İranlı yönetmenlerin filmleri ile oldu. Bilenler bilir İranlı yönetmenlerin elinden çıkan “ Cennetin Çocukları, Söğüt Ağacı, Sarhoş Atlar Zamanı” filmlerini.  En son en iyi yabancı film Oscar ödülünü kazanan ‘ Bir Ayrılık’ filmi de senaryosu ve oyunculukları ile nefis bir filmdi.  İran bu sanatsal derinliğini geçmişinin derinliği, estetik olgunluğundan alıyor olsa gerek. Tek başına melodik bir tınısı olan Farsça ile yazılan şiirler ve eşsiz beyitlerin şairlerinin haklı ünleri tüm dünyaya yayılmış.  Bizim  Şeyhnamesi ile iyi bildiğimiz Firdevsi’nin yanı sıra Sadi, Hafız, Nizami de geriye ölümsüz satırlar bırakmış şairler.  20. yüzyılın en önemli kadın şairlerinden olan FüruğFerruhzad da yine İranlı bir şair aynı zamanda yazar, oyuncu, yönetmen, ressamdı. Genç yaşta bir kaza soncu hayata gözlerini yuman Füruğ’un mezarı Tahran’da bulunuyor.

Füruğ’dan; bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde birlik anına doğru yürüyen ve her zamanki saatini matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla kuran bu kimdir bu, horozların ötüşünü gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyenkahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.

İran’da devrimden sonra muhalif sanatçılar yurtdışında yaşamaya başlamış. İran’da kalanlardan sisteme muhalif olanlar hapse atılmış. Hapiste olan müzisyenlerin en ünlüsü de ülkemizde de beğenilerek dinlenen MohsenNamjoo, ayetleri şarkılarında kullandığı için Kuran’a hakaret gerekçesiyle 5 yıl hapse mahkum edilmiş. İran’a gitmeden önce  internette dinlediğim Şii şarkıcı NasserAbdollahi’nin Sünni bölgesindeki bir saldırı sonucu genç yaşta öldüğünü duyunca üzüntü duydum. Şarkı söylemesi ise yasak  olduğundan kadın şarkıcılar yurt dışında yaşıyor çoğunlukla. Onlardan biri de Azam Ali.

Keşfedilmeyi bekleyen bir kültürel hazine; İran

İran tarihi ve kültürel zenginlikleri ile milyonlarca turisti çekebilecek kapasitede bir ülke. Buna rağmen yılda yaklaşık 500 bin turist ziyaret ediyor ülkeyi.  Avrupa  ve Amerika’dan da gelenler oluyormuş. Ama daha çok Uzakdoğu ve Türkiye’denmiş gelenler. İran’dan da Türkiye’ye yaklaşık 1 milyon turist geliyor her yıl. İstanbul, Antalya en çok tercih ettikleri şehirler.  Alışverişe düşkün olan İranlılar deniz turizmine de büyük ilgi gösteriyorlar. İran ile Amerika arasında özellikle vize gibi bürokratik işlemler İsviçre aracılığı ile yürütülüyor.

Fars mutfağının baş tacı ; Safran

İran’da Batılı ve Amerikan fastfood yemek markaları yok. Kendi yerel markalarını oluşturan yerlerde, kocaman hamburgerlerin içine hemen orada hazırladıkları etleri koyuyorlar. Klasik Amerikan tarzı hamburgerden çok daha lezzetli.  Sadece Coca Cola nüfuslu bir işadamı tarafından İran’da üretildiği için serbest. Damak tadı bize çok uzak olmamasına rağmen, İranlılar yemekte tatlı yemiyor. Zeytin ve zeytinyağı yok sofralarında. Salatalarına yoğurt ile yaptıkları sosları döküyorlar. En meşhur katkıları safran. Safranlı pilavları her sofranın olmazsa olmazı. Safran ile yapılan dondurmanın tadı nefis. Ayrıca nişasta, şeker ve gül suyu  ile yapılarak soğuk yenilen falude tatlısı da hoşuma gitti. İran’da un helvası sadece Cuma akşamları cenazelerde yapılıyor. Rehberimizin yeni ölen dedesinin helvasını yerken öğreniyoruz bu detayı. Yine safranlı dondurma ve sohan da revaçta tatlılardan.  İran’da kebap menülerde her daim yer alıyor. Fakat bizdeki gibi acılı yemiyorlar zira İranlılar acıyı pek sevmiyor. Onların vazgeçilmezi safran kebapta da kullanılıyor. Bizdeki lavaşa benzeyen delik delik odun fırınında pişen ekmekleri var. Sadece sirke ile yaptıkları çeşit çeşit leziz turşuları çok yaygın tüketiliyor.  Ayranları nane aromalı oluyor. Çay onlarda da çokça tüketilen bir içecek. Kaldığımız otellerin hemen hepsinde odalara su ısıtıcı fincan ve sallama çay bulunduruyorlar.  Ülkenin farklı yerlerinde gördüğümüz başta gül olmak üzere bitkilerin kaynatılarak buharından damıtılan sular,  pet şişelere konularak satılıyor dükkanlarda. Alkol tüketimi yasak olmasına rağmen gizlice temin edilip içiliyormuş.

Silah tüccarlarının kazandığı savaş

İran 1980 yılında Irak’ın saldırması sonucu içine çekildiği savaşı sekiz sene yaşamış. Saddam’ın 3 gün içinde Tahran’da olacağı yönündeki iddiasına rağmen İranlılar savaş sonucunda toprak kaybetmemiş. Silah tüccarlarının tezgahladığı çok açık olan bu savaşta İran 500 bin askerini kaybetmiş. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen ülkenin bütün şehirlerinin caddelerinde şehit askerlerin fotoğrafları asılı. Savaşın acı yüzünü çocuk yaşta savaşta ölenlerin fotoğraflarına bakarken görebiliyorsunuz. Fakat onlar bu savaşın sonucu ile övünüyorlar. İranlılar milliyetçilik damarı ağır basan bir halk. Yüksek özgüvenlerini diyaloglarda ve beden dilinde görebiliyorsunuz.

İran’daki 6 asırlık Şia kurgusu

İki önemli Müslüman ülke olmasına rağmen Türkiye ve İran’ı hem devletler hem de toplumlar nezdinde birbirine karşı tereddütlü iletişime iten unsur Sünnilik ve Şiilik anlayışındaki ayırımlar. 600 sene öncesine kadar İran’ın Sünni olduğu düşünülürse. Hangi dinamikler etkisinde bu duruma geldiği derin bir araştırma konusu. Kısa cümleler ile özetlenemeyecek kadar geniş bir konu olan Şiilik anlayışına dair gözlemlerimden ve dahi bu konudaki okumalarımdan aktarabileceğim en temel husus Tevhid inancında ve Hz. Peygamber’in tanınmasında biri sorun olmadığı.Fakat Şii İran toplumunda Kerbela hadisesi ve Hz. Alinin soyundan gelen İmamların katledilişlerinin İslam inancının birçok temel hususunun önüne geçerek toplumsal yaşamın merkezine oturması, Sünni İslam’dan biraz daha farklı boyutlar sergiliyor burada. İmamlara olan saygı Hz. Peygamber’in sünnetlerine olan riayeti ötelemiş görünüyor. Aynı zaman da Allah ile de arasında bir bariyer olmuş burada yaşayan Müslümanların. 12 İmam’dan sadece ikisi İran topraklarında olmasına rağmen bütün coğrafyayı etkisi altında tutabiliyor. Türbeler şimdiye kadar hiçbir cami ya da dini yapıda görmediğim kadar ilgi odağı. Giriş çıkışlar kontrol altında ve kadınlar Çadır denen örtüyü üzerlerine almak zorunda. Kadınlar bölümüne girme fırsatı bulduğumuz türbelerdeki aşırı gösterişli mimari, devasa mezarlar ve insanların kendilerinden geçercesine türbenin demirlerine dokunuşlarını aşırılık olarak yorumladım. Şiiler dualarını doğrudan Allah’a değil bizde Evliya olarak isimlendirdiğimiz onların ise Arif dedikleri zatları aracı kılarak yapıyorlar. Zulme uğrayan Ehli Beyt’e yakınlık duyulması ve yasının tutulmasının anlaşılabilir olmasına karşın, kendi içinde de çeşitli kollara ayrılan bu İslam yorumundaki bazı kutuplaşmalar, İslam’ın temel hususları ile uyuşmuyor kanaatimce. Edindiğimiz bilgiye göre İran’da Caferiler Hz. Ali’nin soyundan gelenlere deniyor. Aleviler ise Hz. Ali’nin taraftarları olarak biliniyor. Her yıl Aşura gününde Kerbela’da şehit edilenlerin yası tutuluyor. Bu törenlere İranlıların büyük bir kısmı özen gösteriyor. İran’da yaşamı önemli ölçüde etkileyen Şiilik anlayışında bu topraklardaki geçmiş gelenek ve inançların etkisini görmek mümkün. Şiiler Hz. Ali’nin soyundan gelen  12. İmam’ın hala yaşadığına ve birgün Mehdi olarak ortaya çıkacağına inanıyorlar. Şiilik en önemli ihtilaf noktası, Hz. Peygamber’in ölümünün ardından Halifelik makamının Hz. Ali’ye geçmesi gerektiği. Bu sebeple Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e karşı çok sert söylemler geliştirilmiş. Hatta kısa bir zaman öncesine kadar hutbelerde bu iki Halife’ye beddualar ediliyormuş. Şiiler günde üç vakit namaz kılıyorlar. Sadece farz namazlarını yerine getirirken öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı birleştiriliyor.  Şiilik ile Sünniliğin derin ayırımlara bu konudaki ilmimin yetersizliği sebebiyle nokta koyarak; genel anlamda din ile gelenek ilişkisine biraz değinmek istiyorum. İran’da yaşayan eski halkla ve eski dinlerin bugünkü yaşamda etkileri görülüyor. Antik  yapılarda gördüğümüz uzun ömrün sembolü servi ağacı tasvirine, Aşura törenlerinde içinde 3. İmam Hz. Hüseyin’in naşını sembolik olarak taşıyan servi ağacı formundaki Nakhl’da rastlıyoruz. Bir arabanın üzerine yerleştirilen bu ahşap yapı süslenerek cadde ve sokaklarda dolaştırılıyor. Hz. İsa’dan yüzyıl sonra Romalı askerler arasında çıkan Mitraizm’in etkileri görülüyor bu topraklarda. Yezd şehrinde hala devam eden ‘ zurhane’ geleneği de bu dinin etkileri görülüyor.

İran üzerine çok söz söylenecek bir ülke. İsfahan, Şiraz, Kashan, Persepolis, Yezd’i anlatmayı sonraki sayılara bırakıyorum. İran halkının tüm milliyetçi duruşlarına rağmen Türkiye’ye büyük teveccüh gösterdikleri aşikar. Cana yakın insanlar olan İranlılara ‘selam’ verip ardından Türk olduğumuzu söyleyince; mütebessim bir yüz ifadesiyle Türkiye’de gittikleri şehir ve mekanları saymaya başlıyorlar. Bizler de bu gülüşe mukabele ederek bizleri bir hafta boyunca ağırlayan bu güzel ülkeye ‘ Allah sağlık versin ‘ temennisinde bulunuyoruz.

Bu yazı 2013 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 76. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir