Öküz Mehmet Paşa, gerek son derece ilgi çeken unvanı ve gerekse de son derece fırtınalı bir dönemde iki kez sadarete getirilmesi sebebiyle tarihçilerin zaman zaman gündemine gelen bir şahsiyet.
Yazı ve Fotoğraflar: Önder Kaya
Ayrıca Karagümrük’te inşa ettirdiği caminin ismi meselesi de, hali hazırda buradan gelen geçenlerin ilgisini çekmekte.
Zira caminin hemen girişinde Paşa’nın adı “Ö. Mehmet Paşa”, son cemaat yerindeki iki kitabeden birinde “Öküz Mehmet Paşa”, diğerinde ise “Öksüz Mehmet Paşa” olarak geçer. İkinci kitabede tahrifat yapıldığı son derece açıktır. Diyanet İslam Ansiklopedisi ise Paşa’nın bir diğer unvanı olan “Damad”ı kullanmayı demeyi tercih eder. Ancak Osmanlı tarihinde bu ismi ve lakabı taşıyan pek çok Osmanlı sadrazamı olduğu için, ister istemez “Öküz” lakabı, Paşa’nın diğer Damad Mehmet Paşalar arasında fark edilmesine sebebiyet veriyor.
Biraz da epey bir şaşkınlığa sebebiyet veren “Öküz” unvanının nereden geldiğine bakalım. Bu lakap, Paşa’ya rakipleri tarafından verilen bir unvandır. Paşa’nın aslen Karagümrüklü olduğu bilinmektedir. Babası Karagümrük’te öküz nalbantlığı yapmakta ve Kara Hasan namıyla tanınmaktaydı. 16. yüzyılın ortalarında doğan Paşa, saraya intisab ettikten ve eğitimini tamamladıktan sonra silahdarlık vazifesine tayin edildi. I. Ahmet döneminde, vezaret payesi kazandı. Paşa’nın asıl yükselişi Mısır’a beylerbeyi tayin edilmesi ile gerçekleşir. 1607’de Mısır’a gelen Paşa, bölgeyi yeniden ihya ettiği için Yavuz Sultan Selim’den sonra ikinci Mısır fatihi olarak anılır. Bölgede asayişi sağlamayı başardığı gibi, pek çok imar faaliyetine de girişir. Zaten imar yanı, Paşa’nın görev yaptığı her bölgede kendini gösterecektir. Paşa, ilaveten halkın üzerindeki vergi yükünün bir kısmını da kaldırdığı için, Mısır’da hayırla yâd edilecektir.
Mısır’da kazandığı başarı Paşa’ya saraya damat olma yolunu açar. I. Ahmed tarafından merkeze çağrılan Paşa, padişahın kızlarından olan Gevherhan Sultan ile evlendirilir. Paşa’ya verilen değerin bir göstergesi olarak Sultan I. Ahmed’in kendi adını taşıyacak olan külliyesini inşa ettirdiği meydanda yer alan İbrahim Paşa Sarayı da, Mehmed Paşa’ya tahsis olunur. Paşa, Mısır’dan daha İstanbul’a varmadan Kayserili Halil Paşa’nın yerine Kaptan-ı Deryalığa getirildiğini öğrenir. Divan’a da ikinci vezir olarak katılır. İkbali hızla yükselmiştir.
Mehmed Paşa, sultan I. Ahmed’in beş ay süren Edirne ikameti sırasında İstanbul muhafızlığına getirilmişti. Sonrasında donanmanın başında olduğu halde, Osmanlı gemilerine saldırılarda bulunan Malta ve Floransalılara karşı harekete geçmiş Kıbrıs, Sayda, Beyrut ve Trablusşam sahillerinin güvenliğini sağlamıştı. Bununla da yetinmeyen Paşa, Dürzilerin lideri olan ve Osmanlı devleti ile yıldızı barışmayan emir Maanoğlu Fahreddin’in itaatini de sağlamayı başarmıştı. Lakin dönüş yolunda Mehmed Paşa’nın maiyetinde bulunan on kadar geminin Sisam yakınlarında Floransalılar’a mağlup olması ile ikinci vezirliğini koruduysa da Kaptan-ı Deryalık’tan azledilir. Buna rağmen sadrazam Nasuh Paşa’nın 1614 tarihindeki idamını takiben ilk kez sadrazamlık görevini üslendiği biliniyor. Paşa’nın ilk sadrazamlığı sırasındaki en önemli faaliyeti, İran seferidir. Sefer sırasında Halep’te kışlayan Paşa, Revan (Erivan) kalesini kuşatmış ancak başarılı olamamıştır. Bunun neticesinde sadaretten azledilir. Sonraki günlerini Beylerbeyi’ndeki İstavroz Bahçesinde geçirir.
Genç Osman’ın tahta çıkması ile birlikte yeniden yıldızı parlar ve beklentileri karşılayamayan Halil Paşa’nın yerine ikinci kez sadarete getirilir. Ancak bu kez de kendisine en büyük rakip olarak gördüğü Kaptan-ı Derya Güzelce Ali Paşa ile anlaşmazlığa düşer. Bu anlaşmazlık Paşa açısından sonun başlangıcı olacaktır. Güzelce Ali Paşa, çocuk yaştaki padişahı etkilemek amacıyla ona pek çok hediye takdim etmiş, o vakitler sadrazam olan Öküz Mehmed Paşa da bu hediyelerin ganimet olarak düşmandan alınan mallar olmadığını, bunların Venedik ve Fransa gibi sulh halinde olunan ülkelerden temin edildiğini, Ali Paşa’nın çirkin ve usulsüz bir davranış içinde olduğunu sultana arz etmiştir. Ancak söz konusu şikayet ters tepmiş olmalı ki kısa bir süre içinde Ali Paşa sadarete getirilirken, Mehmet Paşa azledilecektir. Güzelce Ali Paşa’nın gayet doğal olarak Mehmed Paşa’yı kendisine en büyük rakip görmesinin sonucu, Mehmet Paşa Halep’e kibar bir şekilde sürgün edilir. Hem sadaretten azli hem de Halep beylerbeyliği vazifesiyle merkezden uzaklaştırılması, Mehmet Paşa’da ciddi bir çöküntüye sebep olur. Sağlığı hızla bozulan Paşa, Halep’te bir buçuk yıl kadar görev yaptıktan sonra vefat eder. Halep surlarının dışına, Şeyh Ebubekir zaviyesinin yakınlarında inşa ettirdiği türbesine gömülür. Vasiyeti gereği terekesi de İstanbul’a, eşi Gevher Han Sultana gönderilir.
Mevlevi tarikatına bağlılığı ile bilinen Paşa, hayırsever kişiliği ile tanınır. Osmanlı topraklarının pek çok yerinde çeşitli hayır eserleri yaptırmıştır. Bu yerler arasında İstanbul Karagümrük, Kuşadası, Niğde Ulukışla, Çatalca, Çanakkale, Sakız ve Mısır ilk akla gelenlerdir. Bilhassa Ulukışla’da inşa ettirdiği külliye son derece mühim olup, bölge adını bu inşa faaliyetinden almıştır. Külliye Ankara-Adana karayolu üzerinde yer alır. Paşa, İran seferi sırasında kışlama konusunda ciddi sıkıntılara maruz kalmış, civarda konaklayıp kış mevsimini geçirebileceği bir tesisin olmaması sebebiyle kendisi Halep’e çekilirken, adamlarını da Erzurum civarındaki kışlaklara dağıtılır. Kaldı ki Anadolu’da varolan Celali ayaklanması da çok sayıda askerin konaklayabileceği böylesi bir tesisi zorunlu kılar. Paşa’nın yaptırdığı külliye yani yapılar topluluğu bu sebepten çeşitlilik gösterir. Ulukışla’da bir cami, iki büyük ahır, tabhane adı verilen büyük bir konaklama tesisi, arasta yani çarşı, imaretfırın ve bir de hamam yaptırmıştır. Bu yatırımlar sonrasında bölge, halk arasında Paşa Hanı, Kışla, ya da Ulukışla gibi isimlerle anılmaya başlayacaktır.
Öküz Mehmet Paşa’nın İstanbul’da giriştiği en önemli faaliyet ise çocukluğunun geçtiği Karagümrük semtinde inşa ettirdiği ve kendi adı ile anılan cami olsa gerek. Kaynaklara göre caminin inşası 1617’de gerçekleşmiştir. Ahşap malzemeden yapılan cami, ne yazık ki bir asır kadar sonra 1729’da çıkan Balat yangınının buraya ulaşması neticesinde yanar. Cami arazisinin uzun süre boş kaldığı ve üzerinde temel kalıntısından başka hiçbir şey kalmadığı biliniyor. 1987 yılında cami yaptırma derneğinin girişimleri ile yeniden inşasına başlanan yapı betonarme ve kubbeli bir yapı olarak kısa süre içinde sonlandırılmıştır. Yukarıda belirttiğim üzere Paşa’nın pek de hoş olmayan lakabı, cami yaptırma derneğine de sorun teşkil etmiş olacak ki caminin giriş kapısına “Ö. Mehmet Paşa” ibaresi yazılmıştır.
Hasılı Öküz Mehmet Paşa, I. Ahmet ve I. Mustafa ve II. Osman gibi padişahlar zamanında üst düzey devlet kademelerinde bulunmuş, bu nedameli ortamda pek çok hayır işine el atarak adını ölümsüzleştirmiş, ancak rakiplerinin kendisine taktığı lakabın da gölgesinde kalmaktan kurtulamamış değerli bir devlet adamımızdır.
Bu yazı 2013 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 77. sayısından alınmıştır.