Roma imparatorluğu mimarisi, idari yapısı ve geliştirdiği hukuk anlayışıyla günümüz Avrupasını en derinden etkileyen kültür konumundadır. Bu kültüre ait veriler bugün imparatorluğu yayıldığı geniş coğrafya üzerinde yer alan müzelerde sergilenmektedir. Söz konusu sergi alanlarından bazıları, açık hava müzesi şeklindedir. İtalya’nın Napoli eyaleti sınırları içinde kalan Campagnia bölgesinde, Vezüv yanardağının eteklerinde yer alan Pompei antik kentinin, Roma uygarlığı açısından ehemmiyeti bambaşkadır. 24 Ağustos 79 günü kentte yaşanan felaket, bize Roma tarihinin en gerçekçi verilerini sunmaktadır.
Pompei, MÖ. 4. yüzyılda bölgede yaşayan Osk’lar tarafından temelleri atılan kentlerden biriydi. Vezüv yanardağının da etkisiyle son derece verimli topraklara sahipti. Deniz kıyısında olduğundan ticarî açıdan da cazip bir konumundaydı. Bu coğrafyanın en önemli handikabı ise zaman zaman maruz kaldığı doğal afetlerdi. Yaşanan afetler içinde tarihte en fazla iz bırakanı olan 79’daki Vezüv yanardağının püskürmesi, bu durumdan dolayı ilk başlarda şehir halkının bazı kesimlerince soğukkanlılıkla karşılanmıştı. Bölgeyi terk etmekte geç kalan Pompeililer küller altına kalarak can vermişlerdir.
Yazı ve görsel arşiv: Önder Kaya Tarihsel süreç içinde zenginliğinden dolayı sıklıkla saldırılara maruz kalan şehir, MÖ. 290’da Roma’nın müttefikleri arasına katılır. MÖ. 89’da Roma sınırları içinde yaşanan sınıf çatışmalarına karıştığı için Diktatör Sulla tarafından sömürge haline getirilir. Gerek havası ve gerek coğrafyasının etkisiyle MS. 1. yüzyıldan itibaren zengin Romalıların akın ettiği bir zevk ve eğlence yerine dönüştü. Şehrin belli semtleri villalarla donatılırken, kent surları dışında da büyük çiftlikler kurulacaktır.
Peki MS. 79’ da neler oldu? Bu tarihte Vezüv yanardağı faaliyete geçerek patladı. Patlama neticesinde Roma’nın üç zengin kenti olan Pompei, Herculaneum ve Stobia yok oldu. Yaşanan felaketi gözler önüne seren bir de görgü tanığı var. Öyle ki, Pompei’yi konu alan belgesel, sinema filmi, roman ve araştırma çalışmaları Genç Pilinius adıyla tanınan Romalının gözlemlerinden alır. Genç Pilinius, Roma’nın yetiştirdiği en değerli alimlerden biri olan ve “Doğa Tarihi” adıyla ortaçağa değin bilimsel kaynak olarak okutulan bir eser kaleme alan yaşlı Pilinius’un yeğeni ve evlatlığıdır. Yaşlı Pilinius, felaket gerçekleştiği sırada bölgede bulunan donanmanın komutanlığını yapıyordu. Donanmanın merkez üssü, Pompei’ye yakın olan Miseno kentindeydi. Genç Pilinius’un annesi öğle saatlerine doğru, havada olağandışı büyüklükte ve acaip bir bulut görür. Durumdan haberdar edilen yaşlı Pilinius’un, öncelikle bilimsel merak dürtüleri tetiklenir. Küçük bir gemi hazırlatarak bulutu incelemek için harekete geçmeyi tasarladığı bir sırada, yanardağın altındaki bölgede villası olan bir dostundan yardım çağrısı alır. Meselenin vehametini kavrayan donanma komutanı, derhal çok sayıda gemi hazırlatarak bölgede yaşayan insanları kurtarmak için yola çıkacaktır. Bu arada yeğenine de kendisi ile gelmesini teklif edecek, ancak Roma’nın ünlü tarihçisi Titus Livius tarafından kaleme alınan Roma tarihini okumayı tercih eden bu delikanlı, davete icabet etmeyecektir. Böylelikle de gördüklerini kaleme alarak sonraki nesillerin istifadesine sunma fırsatı yakalayacaktır.
Yaşlı Pilinius, binbir meşakkatle karaya çıkmayı başarır ancak karşılaştığı manzara korkunçtur. Bir yandan zehirli gazlar nefes almayı zorlaştırırken, öte yandan Vezüv’ün püskürttüğü kızgın ponza taşları şehri küllerle kaplamıştır. Buna rağmen karaya çıkarak yoluna devam eden ihtiyar donanma komutanı, cesaretinin bedelini hayatıyla ödeyecektir. Havadaki kükürt, Pilinius’un ciğerlerini yakacak, defalarca su içtikten ve gemilere doğru son bir hamle yaptıktan sonra cansız olarak yere yığılarak can verecektir. Bu arada pek çok kişi de onunla aynı kaderi paylaşır. Öyle ki yaşanan bu felaket sırasında 2000 Pompeili’nin öldüğü sanılıyor. Yanardağın püskürttüğü zehirli gaz ve küller, insanların ani biçimde can vermesine neden olduğundan, yaşanan felaket adeta şehirdeki zamanı dondurmuştur. Bir yanda kapıda nöbet tutan Romalı askerler, öte yanda birbirine sarılarak ölen çiftler adeta felaket anının fotoğrafı gibidir. Şehirdeki evler, caddeler ve kamusal mekanlar kül altında kaldığı için aynen korunmuştur. Bu sayede Pompei’de iki büyük forum alanının, iki tiyatronun, bir Venüs tapınağının ve bir de gladyatör kışlasının bulunduğunu biliyoruz. Özellikle gladyatör oyunları son derece revaçtaydı. Sokaklarda bu oyunlarda mücadele eden gladyatörlerin ilanlarına rastlamak mümkündü. Hatta bazı evlerde genç çocuklar, hayranı oldukları gladyatörlerin nişanını, odalarının duvarına kazıtıyorlardı. Felaketten kısa bir süre önce de gladyatör oyunları sırasında taraftarlar arasında çıkan olaylar nedeniyle İmparator Neron, şehirde on yıl boyunca benzer müsabakalar tertiplenmesini yasaklamıştır.
Pompei’nin gün ışığına çıkma süreci, 17. yüzyılda başlar. Bu dönemde İtalyan bilgin Fontana, buradaki kalıntılara dikkat çekti. 1738’de Napoli kralının emriyle bölgede kazı faaliyetlerine girişildi. Ancak adı Pompei ile özdeşleşen kişi, 1860’da kazıların başına getirilen İtalyan arkeolog Fiorelli’dir. Fiorelli, ilginç bir yöntemle pek çok taşlaşmış cesedin gün ışığına çıkmasını temin etti. Küllerin altında kalan insan vücutlarını bir bütün olarak gün yüzüne çıkarabilmek için bunların üzerine alçı dökme tekniğini geliştirdi. Pompei kazıları günümüze kadar devam edegelmiştir. Kent harabelerinden çıkan kalıntılar, Napoli müzesini dünyanın en ilgi çekici mekanlardan biri haline getirmiştir. Bugün de Pompei, küller altında kalan nice sırlarını ifşa etmeye, Roma tarihi hakkında bildiklerimizi zenginleştirmeye devam ediyor.
Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Ekim sayısında yayımlanmıştır.