Cuma , 11 Ekim 2024

Rayların Üzerinde Bir Hayal

Parmak Göller Minyatür Trenciler Kulübü

Yazı ve Fotoğraflar: Ferit Orçun

Finger Lakes, Parmak Gölleri bölgesi, Newyork eyaletinin batısında Syracuse ve Buffalo şehirleri arasında yeralan, haritadan bakıldığında bir elin parmaklarını andıran, kuzey-güney doğrultusunda seyreden bir grup dar ve en uzunu 65 kilometreyi bulan göllerden oluşmuştur. Buzul çağının sona ermesiyle çekilen buzların vadilere hapsolmasıyla ortaya çıkan göller, bunun yanında irili ufaklı birçok şelale ve yirmiye yakın milli park bölgeyi çok çekici kılmaktadır.

tren-haberler-gezgindergisi (9)

Parmak gölleri bölgesi, Newyork eyaletinin en önemli tarım bölgesidir.Göller arasında seyreden uzun ve geniş yamaçlara yayılan  üzüm bağlarında sanırım dünyanın en güzel üzümleri yetişmektedir. Buradaki üzümler, birbirlerine bakıp kararacaklarına, gün boyunca gökyüzünün ve gölün türlü ışık oyunlarıyla renkten renge bürünmesi ile kararıp  tatlanmaktalar sanki.

tren-haberler-gezgindergisi (7)

İşte bu görkemli güzelliklerin arasında seyrederken Seneca Gölünü geçip de karşıdaki küçük tepeyi aştığımda; gittiğim dar, fakat asfalt yolun bir ovayı ikiye böldüğünü görüyorum. Az ileride  “Fayton çıkabilir!” diye yorumladığım sarı uyarı tabelası; daha sonra,  kırmızı boyalı siloyu geçince göreceğim  iri cüsseli bir atın çektiği gerçek bir faytonun işareti oluyor. Hemen yavaşlayıp, dar olan yolun iyice  sağına yanaşarak geçmesi için izin veriyorum. Daha önceden fotoğraflardan ve televizyondan bildiğim fakat hiç karşılaşmadığım  bir Amish köylüsü olduğunu anlıyorum faytondakinin. Modern hayat tarzını reddeden, hatta motorlu araç kullanmaya bile karşı olan faytoncuyu fotoğraflamaktan çekiniyorum. Tam yanımdan geçerken faytonun içinden beş altı çocuk kafası çıkıyor ve faytoncu dahil hepsi birden bana çığlıklar içinde el sallıyorlar. Yıllar önce izlediğim Küçük Ev dizisindeki Laura ve ailesi aklıma geliyor ve bir sonraki ziyaretimde onlarla konuşup, fotoğraflarını çekebileceğimi ümit ediyorum. Yaklaşık 1 km kadar gittikten sonra, faytonların onlarcasının yol kenarında park ettiğini ve büyük bir kalabalığın iki ağacın altında toplandığını görüyorum. Biraz daha yaklaştığımda bu iki ağacın arasına gerilmiş bir  ağın iki yanında; kadın erkek çoluk çocuk herkesin, kendilerine özgü doğal kıyafetleri içinde voleybol oynadıklarına şahit oluyorum ve bir günde ikinci defa şaşırıyorum. Yine tam yanlarından geçerken, bizim “İstop!” dediğimiz gibi oyunu durdurup beni selamlıyorlar. Bana sallanan elleri, başka bir gün oyuna katılmam için davetiye, yüzlerindeki samimi tebessümü gelip fotoğraf çekmem için izin belgesi olarak kabul ediyorum.

tren-haberler-gezgindergisi (6)

Uçsuz bucaksız, baklava dilimi gibi ayrılmış, kiminde mısır, kiminde patates, kimisinde de arpa ve buğday ekili tarlaların arasından yoluma devam ederken, hiç olmadık bir yerde; “şimdi hemzemin geçidin burda işi ne?” dedirten tabelanın aslında, Finger Lakes Live Steamers (Parmak Göller Minyatür Trenciler Kulübü olarak Türkçe’ye çevirebildiğim) parkının esprili  tabelası olduğunu fark ediyorum. Nihayet arabadan inip heyecanla ve merakla yürüyorum. Biraz daha yaklaştığımda yine başka bir tabelada bana burada çok çılgın insanlarla karşılaşacağımı anlatan kulübün sloganını okuyorum. “Golfle, tenisle işimiz olmaz.Tek oyuncağımız trenlerdir.”

Daha önce mısır tarlası olan, etrafı ağaçlarla çevrilmiş yaklaşık elli dönümlük parkın içi yeşilin farklı tonlarıyla bezenmiş. Doğal ve gerçeğe yakın minyatür bir dünya oluşturulmaya çalışılmış. Hemen yanımdaki eski görünümlü ahşap yapı aslında belki de yolcusu olmayan tek istasyon. Sağ tarafa baktığımda yan yana yapılmış küçük kulübelerde makinistlerin minyatür trenlerini büyük bir itina ile temizlediğini ve gezinti için hazırladıklarını görüyorum. Bu kulübelerde kimi yakın, kimi çok uzak mesafelerden gelen makinistler, kulübün kapalı olduğu uzun ve karlı geçen kış mevsiminde lokomotif ve vagonlarını muhafaza ediyorlar. Sezon açılıp da tekrar bir araya geldiklerinde, kış boyunca evlerinin bodrumunda veya garajında yaptıkları yenilikleri birbirleriyle paylaşıyorlar.

tren-haberler-gezgindergisi (4)

Sohbet ilerledikçe, arazinin 1969’da satın alınmasıyla kulübün kurulduğunu ve o günden bu yana her üyenin içiçe geçmiş projelerin bir parçası olduğunu öğreniyorum. Bataklığın kurutulması, yeşillendirme çalışmaları, rayların döşenmesi, tüneller, geçitler ve köprüler ve bunun yanında birden fazla trenin aynı anda hareketini düzenleyen elektrikli sinyalizasyon tamamen gönüllü kulüp üyelerinin çabaları ile yapılmış. Tek gelirlerinin yılda iki kez yapılan halk günlerinde  satılan yiyecek, içecek ve hediyelikler olmasına rağmen, nasıl olup da bu kadar güzel şeyler yaptıklarını düşününce; çoğunluğu çok duyduğumuz büyük Amerikan şirketlerinden emekli olmuş mühendisler olan bu koca adamların, aslında çocukluk hayallerinin peşinden koşan çılgınlar olduğunu anlamak pek de zor olmuyor.

Objektifimi biraz daha yaklaştırınca, lokomotiflerin farklı farklı olduğunu görüyorum. Mazotla, benzinle ve butan gazıyla çalışanların yanısıra elektrikle çalışan akülü lokomotifler dikkatimi çekiyor. Ama hem seyretmesi hem de binmesi en keyifli olanlar ise buharlı trenler.

İnsan hayatının söz konusu olduğu her alanda olduğu gibi Amerikan toplumunun en ince kılcallarına kadar işlemiş olan güvenlik konusu burada da karşıma çıkıyor. Benim tereddütlü bakışlarım arasında arkadaşım John Spencer, “Önce güvenlik” diyerek bana yapmam gerekenleri, az ilerideki köprüden geçerken hızımı nasıl düşüreceğimi, beklemediğim bir durum karşısında nasıl duracağımı, her ne kadar basit görünse de çok ciddi bir tavırla anlattıktan sonra buharlı lokomotifi bana teslim ediyor.Yerleşip harekete geçtikten sonra elime aldığım, bizim kuruyemişçinin kullandığına benzeyen küçük kürekle, fındık büyüklüğündeki kömürleri bir hamlede ateşe gönderiyorum. Tam kestiremediğim 1 kilometre civarında olduğunu tahmin ettiğim tünellerin, geçitlerin virajları takip ettiği dolambaçlı yolculuğumda  kırmızı ışığın yanmasıyla  ilk defa fren pedalını kullanma şansını buluyorum. Sık ağaçların gölgesi altında beni farklı bir aleme götüren lokomotifimin çufçuflarının tadını çıkarıyorum. Az sonra, homurdana homurdana ağaçların arasından çıkan bir diğer lokomotif, önümden geçerken makinistinin çaktığı selamın ardından, kesif bir mazot kokusu bırakıyor. Yerinde zor duran lokomotifimi,  ışığın geç emriyle iyice hızlandırdıktan sonra düdüğüne asılmamla mükemmel bir final yaparak, beni ilerde bekleyen kalabalığa ulaşıp şapkası ve ceketiyle gerçek makinistleri hatırlatan John’a  teslim ediyorum.

tren-haberler-gezgindergisi (2)

Bacaklarımda hala titreşimi hissederken, karşımda, az önce üzerinde lokomotifimle dolaştığım raylardan daha dar, daha küçük oyuncak trenlerin raylarını görüyorum. Rayları takip edip ilerledikçe karşılaştığım mini tüneller, mini köprüler ve altından geçen nehirler, mini istasyonlar ve John’in eşi Linda’nın yaptığını öğrendiğim mini evler, ağaçlar, insanlar ve nihayetinde bir tepenin ardından önüme çıkan tren beni “Oyuncak tren”  dediğime pişman ettiriyor. Bunların sıradan oyuncak mağazalarından alınamayacağını düşünürken, bazılarının büyük hobi dükkanlarında da olamayacağını, neredeyse bütün parçaların elde, ev tezgahlarında üretildiğini öğreniyorum. Sorduğumda, yılın belirli zamanlarında Amerika ve Dünya çapında düzenlenen fuarlarda buluştuklarını, hatta son yıllarda internet forum sitelerinden haberleştiklerini, bunların yanı sıra bir web sitesi kurduklarını www.fingerlakeslivesteamers.org  söylüyorlar.

Kafamı başka bir yöne çevirdiğimde, herkesin göreceği bir yere özellikle çocukların dikkatini çekmek için kurulmus, oyuncaklarından  çocuk kitaplarına kadar hemen her çeşidiyle heryerde karşılaşacağımız animasyon kahramanı Thomas ve Arkadaşları’nın bir çember etrafında döndüğünü görünce yeni başlayanların da kendilerini iyi hissedebileceğini düşünüp rahatlıyorum.

Böylesine büyüleyici bir mekanda okul öncesi çocukların haricinde yaş ortalamasının oldukça büyük olması, gençleri orada görememek, yaşlanan dünyamızda hobi trenlerin yerini  bilgisayar oyunlarına bıraktığını düşünmek, sadece küçük bir zümrenin el emeği göz nuru dökmeye sabır göstermesi, hazır tüketmeye üretmeden tüketmeye alışması beni üzüyor. Bu ihtiyar delikanlıların çocukluk hayallerini bu parkta gerçekleştirmeleri insanın içine coşku veriyor. Fakat onlarla beraber bu faaliyetin bir zamanlar diye başlayan cümlelerle fotoğraflarda kalacak olması bu coşkuyu eksik kılıyor.

Rayların Üzerinde Bir Hayal-Bu yazı 2008 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 16. sayısından alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir