Mevlana’nın, doğduğu topraklardan, ismini aldığı topraklara babasıyla birlikte yaptığı uzun yolculuk. Mevlana’nın önce, ham iken piştiği, sonra yandığı ruhsal yolculuk. Yazarın, bu iki yolculuğun izini kendi sürdüğü yolculuk. Yazarın, Belh’ten Konya’ya yaptığı fiziki yolculuk.Yazarın, çöller, dağlar, sınırlar aşarken, Mevlana’nın geçtiği yolları geçerken, kendisinin de döne döne, çember çember dolandığı, Horasan’da, İran ve Suriye’de, Mesnevi ve Divanı Kebir’de çıktığı ruhsal yolculuk.
“Yola çıkan, yolun karakterini kazanır” diyor Özcan Yüksek. Yazar, Mevlana’nın göçünü, Mevlana oluşunu anlattığı Sessizce Dön’de, bedensel olarak değilse bile ruhsal olarak, onun zamanında kalmaya itina ediyor. Sekiz asır önceki atmosferde yaşıyor: Elhasıl, okuru yalnızca o coğrafyada değil, o zamanda, o zamanın duygu ve dil dünyasında dahi dolaştırıyor. Hahnahah dolaştırıyor. Özcan Yüksek, kitabında, “İlhamımı, kalemimin ucunun eğilip bükülme raksını, kelimelerin kimi zaman suskun, kimi zaman ateş feryat seslenişini, bunların hepsini, evet hepsini Mevlana’nın notalarına borçluyum” diyor. Okur, üç yolculuğa çıkıyor. Bunların birbirine dolandığı daha da fazla yolcuğa çıkıyor. Sessizce dönerek Mevlana’nın dünyasında raks eden okur, yolculuğun sonunda neden dönmekte olduğunu fark ediyor. Eğer fark edememişse yeniden dönüyor, kitabın başka bir yerinden yolculuğa yeniden çıkıyor.
Okur, bir tutsak olduğunu fark ediyor ve özgürlüğe kaçıyor. Sessizce Dön, yalnızca Mevlana’nın yolculuğunu, Mevlana’nın kendisini, bu maceraya atılan Özcan Yüksek’in yolculuğunu anlatmıyor.Sessizce Dön, zamanımız insanının en büyük acısı ayrılığı ve en büyük arzusu özgürlüğü de anlatıyor.
Rivayetçi der ki:
“Her şey, kendi zamanının pençesinde
gerçekleşeceği anı bekler.”
Sessizce Dön / Özcan Yüksek – Bu yazı 2007 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 10. sayısından alınmıştır.