Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz
Çocuk olup da karı sevmeyen yoktur. Tabiatı bir süreliğine öldüren, donduran veya esir alan kar nedense çocuklar için özgürlüktür. Hatta yaşı daha büyük olanlar için içindeki çocuğu çözen, ortaya çıkaran bir sıcaklıktır. Belki de çocuk; insanın baharı olduğu için karı bizden daha iyi hissediyor, daha iyi anlayabiliyor. Onun kendisi için bir doğuş, yeniden diriliş olduğunu biliyor. Karı anlıyor çocuk. Sezai Karakoç’un tevhidin en zirve noktası vahdet-i vücut penceresinden görülebilecek mısrasını anlıyor belki de çocuklar.
“Allah kar gibi gökten yağınca” O’nu en iyi masumiyet hissettiğine ve anladığına göre çocuğun karda hissettiği ve gördüğü öze ait bir şey olsa gerek.
Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın
diyen şair ölümle yeniden dirilişi adeta aynı anda yaşar. Çünkü sura üfleniş hem bir kıyamet hem de bir mahşerdir, ba’su ba’del mevttir. Sanki yaşlanan toprağa sarılan bir kefen gibi onu adeta bir başka aleme defneden kar, baharı ve binbir kokulu çiçeklerini içinde taşıyan bir dirilişi de müjdeler. Başka bir pencereden baktığınızda sanki bir gelinlik giydirir tabiata. Ve belki de çocukların gördüğü, bizim göremediğimiz işte budur.
Cenap Şahabettin’in penceresinden baktığımızda ise Kar daha çok bir hüzündür, firaktır, titreyiş ve yalnızlıktır.
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar Gibi kar Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar.. Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu, Ey kebûterlerin neşideleri, O baharın bu işte ferdâsı Kapladı bir derin sükûta yeri Karlar Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
Karın yağışını ayrılığın ve kaybedişin titrekliği ile açıklayan şairimiz, onun eşini kaybetmiş en yalnızlık hali diyebileceğimiz halini de yalnız uçan kuşlara benzeterek müşahhaslaştırır. Kar içinde yanan karı anlamayan, karın ağlayışını ve kelebek gibi uçuşan gözyaşlarını hissedemez. Ancak bir çocuk görür karın yağışındaki kelebekleri, kuş seslerini, çiçekleri ve bahar yağmurlarını. Nasıl ki çocuktaki koku cennet kokusu ise, ötelerin nefhası ise, çocuğun karda hissettiği de baharın, dirilişin ve tazeliğin kokusudur. Kar içinde yanan karı görebilmek ya da karın ağlayışını ve karda gizlenen baharı hissetmek için bir de aşk makamında olmak gerek. Kar içinde karı yakan Sezai Karakoç gibi kelime içinde kelime, cümle içinde cümle yakan Karacaoğlan için ise Kar sevgilinin adını söyleye söyleye yağar. Sevgiliyi haber verir.
Karacaoğlan için eliftir kar:
İncecikten bir kar yağar Tozar elif diye diye
Kimbilir bir başkasında ne diye tozar. Kiminde Fatma, kiminde Ayşe ve kiminde Zeynep.,. Ama tıpkı bahar ve çiçek gibi, sevgili tozar kar, yar tozar. Karın dili vardır. Yağarak konuşur, rüzgarla kaynaşarak konuşur. Rüzgarda tipileyen ve uğuldayan, bir bakıma ağlayan kardır. Her yağış biçiminde bir şey anlatır. Kar sevgilinin gözlerini kapamasıdır kimi zaman. Kimi zaman da sevgilinin gittiği yolları kar, tipi ve ayaz kapatır.
Karla rüzgarın buluşması ayrı bir boyuta götürür insanı. Gecenin türküsüdür kış gecelerinde rüzgar. Sabaha kadar uğuldayarak bozkıra ve dağlara bir şeyler anlatır. Kimi yarinin sesini duyar, kimi bir sevdanın sesini. Her uğultu bir kelime olur. Ya da her kelime ve his bir uğultu. Kar; dondurur bakışları tavanda ya da karşı dağlarda. Kiminin gönlüne yağar, kiminin gönlü kar ağlar. Gönlü kar ağlamayan da karın sırrına vakıf olamaz. Tıpkı hayatın sırrına vakıf olamadığı gibi.
Kar soğuktur, soğukluktur. Ayrılığı çağrıştırır. Yolları kapatır kar, elleri üşütür, yürekleri dondurur. Ama kimine göre de rahmettir, berekettir. Dedem ayvalar bol olduğunda kar çok yağacak, bereket bol olacak oğlum derdi ve ayvalar bol olduğunda gerçekten de kar çok yağardı. Kar çok yağdığında babamın yüzleri gülerdi. Tarlalara yorgan olan kar bahara kadar damla damla ekinleri besleyecek, ekmek olarak, aş olarak evimize, ocağımıza girecekti. Pınarlarımızda su olacak, derelerimizden çağlayan su sesleri eksik olmayacaktı.
Kimini donduracaktı kar ayazıyla, boranıyla, tipisiyle. Aşılmaz dağların pusu olacaktı. Hasreti ve özlemi çağrıştıracaktı. Sevdalılar ayrılığı karın ayazına benzetecekti. Şiirler yazacaktı gönlüme kar yağıyor diye. Türküler çığıracaktı kar mı yağmış yüce dağlar başına diyerek. Kar bir şiir olacak, kar bir türkü olacaktı.
Karlı dağlar geçit vermez olunca Gidilmez o yare yollar bağlanır
Yağışıyla bir şiir değil midir zaten kar? Dağlara, bozkıra, ormanlara bir şiir yazış değil midir kar yağışı. Suların donuna girip bir başka biçimde görünmek değil midir? Diğer deyişle kar olup ete kemiğe bürünmek değil midir? Ve belki de bu yüzden kar bir kelimenin müşahhas hale gelmesi gibi, bir damlanın şiirsel bir güzellikte yeniden dirilişidir.
Zamanın ve mekanın beyaza boyanması değildir gördüğümüz aslında. Zamanın ve mekanın, mevsimlerin üşümesidir bir bakıma. Ya da eskilerin deyişiyle zamanın ve mekanın arınmasıdır. Hele bir kar yağsa da şu mikroplar kırılsa sözünü ne çok duymuşuzdur. Bu anlamda kar arındırır, temizler.
Karın sessizliği sevgilinin sessizliğine benzer. Ve bu sessizlikte yalnızca yalnızlığın ve yoksuzluğun sesi duyulur. Bir gelmeyişin sesidir bu. Bir sessizliğin sesi. Ama baharlara gebedir kar. Baharı hazırlar damla damla. Ve erimeye görsün. Her damlasında bir taze bahar gelir. Çünkü her kar tanesinde saklanan bir çiçek kokusudur.
Kar deyince dağ, dağ deyince kar gelir akla. Karı olmayan dağ çıplak bir bedene benzer. Dağlarda bir türküdür kar, bir şiirdir, bir ağıttır ve bir umuttur. Sevgili için Erciyes’ten kar istemek sevginin ispatıdır. Diğer deyişle Erciyesten kar istemek, dost bağından nar istemekle aynıdır. Ferhat’ın dağları delmesi, bir bakıma kardaki ateşi ortaya çıkarması değil midir? Kardaki ateş olmasa ve dağlar olmasa kar yanar mı? Kar yanmasa sular akar mı?
Kar bir diriliştir ve yeniden doğuştur aslında. Baharı içinde gizlemesi, toprağı damla damla beslemesi bundan. Ruhu kirlenen insan için de bir uyarıdır kar. Kendini nasıl arındıracağını anlatır anlayana. Tabiat karla fıtratına döner. Betonların, çeliklerin, tabiata yabancı her şeyin üstünü örter kar ve insana fıtratı gösterir. Ama rahmetin tecelli etmediği bir gözün bunu görebilmesi nafile. Cenap Şahabettin ile bitirelim.
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun, Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun. Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök. Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi.
Bu yazı 2011 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 57. sayısından alınmıştır.