Cuma , 22 Kasım 2024

Tekerlekle Aşınmayan Yollar

Gide gele aynılaşan yollar, neresini gezerseniz gezin vazgeçemediğiniz semtler, şehirler, ülkeler… Geçer mi gezgin ruhu, eskir mi alışık olduğumuz manzara, biter mi hiç alışkanlığa olan tutku?

 

Yazı: Cemre Nur Meleke

Fotoğraflar: Gökhan Şahiner
İstanbul… Aşk’ın başkenti. Gezilecek çok sayıda güzel yeri, keşfedilecek çokça mekanı varken, bizler hep bir yerine tutulu kalmışızdır İstanbul’un. Kimisi Kadıköy’üne, kimisi Karaköy’üne, kimisi Cihangir’ine, kimisi Nişantaşı’na, kimisi Moda’sına ama illa ki bir yerine aşığız bu şehrin.

Bir yeri var ki İstanbul’un, sanki tamamlayıcımız bizim. Oraya gitmesek nefes alamayacağız, orası olmasa eksik kalacağız gibi. Alışkanlık mı dersiniz, bağlılık mı dersiniz bilmem ama sanırım biraz da yeniliğe açık olmamakla alakalıdır bir semte olan tutkumuz. Sanki yeni bir yer keşfetsek, bizim olanı yitireceğiz gibi, kafamızdaki en güzel manzarayı kaybedeceğiz gibi, hatta orayı aldatıyormuşuz gibi!

İnsanoğluyuz en nihayetinde alışkanlıklara bayılıyoruz! Ama içimizde gezgin ruhumuz varsa bu alışkanlıklarımız bir zaman sonra karabasana dönüşüveriyor. Şimdi başka şehirleri, başka semtleri görmek varken neden hala aynı yerdeyim, neden adımlarımı geri çekemiyorum alışık olduğum yerlerden, diye düşünüp dururuz. Keşfedilecek nice okyanuslar varken neden bir göle aşık olduğumuzu sorgularız hep. İçimizdeki gezgin dürtü, hadi kurtul artık şu şehirden derken, kalbimiz delicesine bağlıdır buranın Boğazı’na, kokusuna, havasına, suyuna… Memleketine!

Tekerlekle aşınmayan yollar diyorum ben buralara. Ne kadar yol kat etsek de, ne kadar çok gitsek de oraya, hiç tadı değişmeyecek oranın. Hiç eskimeyecek Kadıköy, Cihangir, Üsküdar, Taksim, Moda…

Moda; Benim tekerlekle aşınmayan yolum. Benden bir parça gibi, parçamı bulduğum yer gibi. Mutlu, huzurlu olduğumda gidip mutluluğumu paylaştığım, hüzünlü olduğumda hüznümü denizine akıttığım yer…

ESKİMEYEN MODA

Moda’nın tarihi İstanbul’un tarihinden de eskidir. Moda’nın tarihine baktığımız zaman, burada ilk yaşayan uygarlığın Fenike uygarlığı olduğu görülür. Yapılan tespitlere göre, Moda Burnu’ndaki Kalkedon şehri, Fenikeliler tarafından Karadeniz kıyılarında kurdukları şehirlere hareket etmek için durma, gereksinimlerini tamamlama merkezidir. Daha sonra ise M.Ö. 675 yılında, İyonya’dan gelen ve Yunanistan’a inen Akaların bir kolu, iki Fenike şehri olan Fikirtepe’deki Karhadon ve Moda’daki Kalkedon şehirlerini alarak bugün, Bahariye, Mühürdar ve Moda olarak bildiğimiz yerlere yerleşir.

Osmanlı Dönemi’ne gelindiğinde ise Moda, özellikle Avrupa’dan gelen azınlıkların 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru yoğun bir şekilde yerleştiği yer olarak görülür. Batılılaşma hareketlerinin yoğunlaştığı dönemde Osmanlı ileri gelenleri, Rumlar, bürokrat, sanatçı ve bilim insanları da bu semte akın etmeye başlayınca, semt, insanlar arasında “Moda” olarak anılmaya başlar. Ayrıca, bu güzel semte verilen isimler arasında, surlar içindeki kara anlamına gelen, “Motta” kelimesinin de geçtiği görülür.

Moda’nın en asil yanı ise yıllar geçtikçe eskimeyen, daha da değerlenen evleri. Zamanında çoğunlukla iki-üç katlı Avrupai tarzda, bahçeli evleri olan Moda, daha sonraları bu evlerin teker teker ortadan kaybolmasına şahit olmuş ve bu binalar 1960 yılından itibaren yerlerini, geleneksel tarzın karşıtı bitişik sıralı evlere bırakmıştır.

Şu anda da değeri oldukça yüksek bir ücretle satılan veya kiralanan ahşap evleriyle göz kamaştıran Moda’da yaşamak bir ayrıcalık. Ayrıcalık diyorum, çünkü Moda’nın insanları güzel, havası güzel, denizi güzel, sokakları güzel, kokusu güzel…

“Eski Moda’yı özlüyorum”, diyen çok elbette. Ama yine de buraya alışık insanlar Moda’dan vazgeçemiyor. Yıllar içinde değişiklikler geçirmiş olmasına rağmen tarihi dokusuyla iç içe yaşayan Moda, geçmişle şimdiki zamanı harmanlayan bir yapıya sahip.

Ve Moda’nın meşhur mekanları…

Moda İskelesi;

Moda`dan Pendik`e kadar kıyı boyunca sıralanan iskelelere Köprü`den kalkıp Adalar-Anadolu-Plaj Seferleri hattında çalışan vapurlar uğrardı. Bu hattaki vapurların ilk iskelesi Moda idi.

Moda İskelesi, Haydarpaşa İskelesi gibi dönemin ünlü mimarlarından 1916- 1917 senelerinde Vedat Tek tarafından inşa edilmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında herkesin en güzel kıyafetlerini giyinip, iskele caddesinde yürüme alışkanlığı vardı. Zarif Kütahya çinileriyle süslü olan iskele 1937 yılındaki çok şiddetli bir lodos fırtınasında ciddi hasar görünce, üst katı yıktırılarak ortadan kaldırıldı. 1986 yılında vapur seferlerinin iptal edilmesi ile kaderine terk edilen bina, Kadıköy Belediyesi ve Moda Gönüllüleri’nin çabaları doğrultusunda, 2001 yılında Deniz Ticaret Odası tarafından restore edilerek yeniden hizmete açılmıştır. Yeterli yolcu sayısının bulunmaması nedeniyle vapur seferleri iptal edilirken, şimdilerde mekan, caferestaurant olarak işletilmektedir.

Bu restorana muhakkak gitmenizi öneririm. Yemekleri ve tatlılarının lezizliğinin yanına bir de Moda havası eklenince ortaya yüzü gülen insanlar çıkıyor. Sanırım Moda’da yaşayan insanların mutlu, kibar ve huzurlu olmasının da en büyük sebebi havasındandır, suyundandır diye düşünüyorum.

Moda Deniz Kulübü;

Moda Deniz Kulübü, Moda’da yaşayan İngilizlerin kurduğu Yacht Kulübünün devamıdır. İskelede yer alan Yacht Kulübü, Türk üyelerinin de katılımıyla “Türk-İngiliz Kulübü” adını alır. Kulüp, Atatürk’ün talimatıyla 1935 yılında yeniden yapılandırılarak en son haliyle, “Moda Deniz Kulübü” adını alır. Yıllarca yelken yarışları, yüzme, su topu, tramplen atlama yarışları ve balolara ev sahipliği yapan kulüp, zaman içinde yıpranmış ve yeni binasına taşınmıştır.

Dilerim ki, şu anda yıkık dökük bir görüntüde olan eski bina müzeye dönüştürülür.

Presbiteryen All Saint Kilisesi;

Presbiteryen Kilisesi, bir Katolik kilisesidir. Moda’da Yusuf Kamil Paşa Sokak’ta yer alan All Saint Moda Kilisesi, Kırım Savaşı sonrasında 1878 yılında yapılmıştır. “İstanbul Presbiteryen Kilisesi” olarak da bilinen bu yapı, İngiliz aileleri tarafından inşa edilmiştir.

Kilise, hem iç hem de dış mimarisiyle dikkat çekici olup, farklı bir atmosferde ziyaretçilerini karşılamaktadır.

Aya Ekaterini Ayazması;

Bahariye Caddesi, Nisbetiye Sokağı’nda bulunan Rum Ortodoks kilisesidir. 1902 yılında Patrik III. Yovakim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos zamanında yapılmış olup, Metropolit’in mezarı kilisenin bahçesindedir. Dış cephesi oldukça sade, iki tarafında birer çan kulesi bulunan kilise, kapalı Yunan haçı planlıdır. Kilisenin altında Bizans döneminde yaşamış günahkar bir kadın iken Hristiyan olup, günahlarını bağışlatmak için manastıra kapanan “Ayia Ekaterini”ye atfedilen bir ayazma mevcuttur.

Ayazma, senelerdir her inançtan insanı buluşturan bir kilisedir. Pazartesi Metropoliten eşliğinde ilahiler okunur. Ramazan ayında dualarını sunmak için bu kiliseye giden Müslümanlar da vardır.

Koço Restaurant;

Ayazma’nın üzerindeki bina 1934-1935 yıllarında yıkılarak, yerine lokanta yapılmak üzere yeni bir bina inşa edilmiştir. Aya Ekaterini Ayazması’na gitmek için, üzerine inşa edilen Koço Restaurant’ının içinden geçmek gerekiyor. Moda’nın en eski ve en prestijli restoranı “Koço Restaurant”, Konstantinos Koço Korontos tarafından “Moda Park Lokantası” adıyla bir kır kahvesi olarak açılmış olup, Korontos’un ölümünden sonra lokanta haline getirilir.

Aya Ekaterini Ayazması’nı ziyaret etmeden önce burada leziz yemeklerden tatmanızı şiddetle tavsiye ederim. Özellikle de balığını tatmadan geçmeyin derim.

Sarıca Konağı;

“Moda Sarıca Arif Paşa Konağı” ya da “Sarıcazade Arif Paşa Köşkü”, Moda Caddesi üzerinde, Dondurmacı Ali Usta’nın karşısında yer alır. O zamanlar Sarıcalar diye bahsedilenler, II. Abdülhamit döneminde sarayda mabeyinci olan Ragıp Paşa ve kardeşi Arif Paşa’dır. Sarıca Konağı, rum asıllı mimar Constantin P. Pappa’nın bilinen ilk büyük ölçekli yapısıdır. Moda Caddesi üzerinde geniş bir bahçe içinde bulunan köşk, diğer yapılar arasında farklı bir yere sahiptir. Köşkün tasarımı, bodrum, zemin, üç normal kat ve çatıdan oluşur. Sarıca Arif Paşa Konağı, hem Arif Paşa’nın statüsüne yakışır bir konak, hem de bir aile apartmanı gibi tasarlanmıştır.

Konağın günümüzdeki sahibi, Arif Paşa’nın torunu, dünyaca ünlü piyanistimiz Ayşegül Sarıca’dır.

Moda Fransız Saint-Joseph Lisesi;

Saint-Joseph Fransız Lisesi, Fransız Rahipleri Cemiyeti’ne bağlı olup, 1857 tarihinde Beyoğlu İmam Sokak’ta açılmıştır. Yer darlığı sebebiyle 1864’de Moda’ya taşınmış, Moda’daki binanın satılması sebebiyle tekrar Beyoğlu’na dönmüştür. 1870 Haziran’daki Beyoğlu yangınından sonra, havuzdan Yoğurtçu Parkı’na inen Esat Işık Caddesi’nde yer alan şimdiki binasına taşınmıştır.

Saint-Joseph Lisesi’nin tüm dünyada yaklaşık 785 bin öğrencisi bulunmaktadır.

Rıza Paşa Karakolu;

Türk kadın tiyatrocu Afife Jale’nin 1921 yılında sorgulanmak üzere çağrıldığı karakoldur Rıza Paşa Karakolu. Rıza Paşa’nın seyisleri için yaptırdığı söylenen bina, Moda’da Rıza Paşa Sokak’ta bulunuyor. 2001 yılında karakolların kapanması sebebiyle, İçişleri Bakanlığı tarafından Şehit Polis Aileleri Derneği’ne verilen binada, şu anda şehit ailelerine ve görevli polislere bilgisayar, biçki-dikiş, boyama, İngilizce dersleri, sağlık, burs, bayramlarda erzak dağıtımı gibi hizmetler verilmektedir.

Eglise Notre-Dame de L’ Assomption Kilisesi;

“Meryem Ana Fransız Kilisesi” olarak da adı geçen kilise, büyükçe bir Latin Katolik kilisesidir. Kadıköy civarındaki en büyük kilise olan Fransız Katolik Kilisesi, Moda’da Cem Sokak’ta bulunur. Brentano isimli İtalyan asıllı bir ailenin katkılarıyla Episkopos tarafından inşa ettirilmiştir. Kilisede Brentano ailesi için iki özel loca yapılmıştır.

Genel olarak eklektik bir üsluba sahip kilisede, günümüzde ayinler Türkçe yapılmaktadır.

Karikatürist Cem’in Evi;

1950 yılında vefat eden, değerli Türk Karikatüristimiz Cemil Cem’in şu anda müze olarak faaliyet gösteren evidir. Karikatürist Cem’in evi, Cem Sokak’ta Eglise Notre de L’ Assomption Kilisesi’nin karşısında bulunur. Cemil Cem’in evine, Kadıköy Belediyesi ve Karikatürcüler Derneği’nin girişimiyle, “Modern Türk karikatürünün öncülerinden Cemil Cem bu evde yaşadı” yazılı bir plaket konmuştur.

“Karikatür hiçbir zaman fena düşünmez, daima tuhaf düşünür” sözleriyle dünyaya ve sanatına bakışını ifade eden Cemil Cem, siyasal muhalefeti çizgili mizah ile yapan önemli isimlerden biri olmuştur.

Dondurmacı Ali Usta;

Ünü tüm Türkiye’ye yayılan 1968’den beri Moda Caddesi üzerinde faaliyet gösteren Ali Usta’ya uğramayan kalmasın. Kendi imal ettiği İtalyan usulü dondurmasıyla bir marka haline gelen Ali Usta dondurması, turistlerin de ilgisini çeken bir tat olmuştur.

Ali Usta’dan dondurmanızı yedikten sonar sahile inip denize karşı, Kemal’in Yeri’nde de bir çay içmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Kemal’in Yeri demek benim için Moda demek diye özetleyebilirim, sanırım. O kadar güzel geliyorki bana oranın çayı, havası, manzarası… Tüm sevdikleri mi oraya götürmeden edemiyorum.

Moda Ve Barış Manço

Son olarak Moda denilince atlamamamız gereken diğer bir önemli mekan tabii ki Barış Manço’nun evidir. Ne de olsa Kadıköy denilince Moda, Moda denilince de Barış Manço gelir aklımıza.

Kadıköy Belediyesi, yediden yetmişe herkesin sevdiği Barış Manço’nun evini müze haline getirip, halka açmıştır. Müzisyenin sanatçı kimliğinin yanı sıra farklı özelliklerini de yansıtan bu mekanı ziyaret etmeden Moda’yı biliyorum demeyin.

‘’Barış Manço Moda 81300” olarak bilinen bu evde Barış severler özledikleri Barış Manço ile yeniden buluşurken, onu tanımayanlar ise tanıma fırsatı yakalıyor.

Canım Moda’nın bir de gazetesi var! “Moda Semt Gazetesi” ‘nde neler yazıldığını takip etmek isteyenler, http://modasemtgazetesi.blogspot.com.tr/ sitesini ziyaret edebilirler.

İstiklal Caddesi’ndeki tramvaya benzeyen nostaljik tramvayı, meşhur Ali Usta Dondurması, yaz geceleri Moda Vapur İskelesi’nden yapılan Mehtap Turları, nostaljik evleri, Barış Manço’su, tarihi kiliseleri, Tarihi Moda İskelesi, denizi, havası ve asla vazgeçemeyeceğim.

Kemal’in Yeri ile Moda’yı, bağımlı olduğum ve vazgeçemeyeceğim, eskiden süregelen bir aşk olarak tanımlayabilirim.

İstanbul’da yaşayan herkesin Moda’ya bir de tarihi açıdan bakmasını sağlayabildiysem ne mutlu bana. Moda’yı gezin, ama bakarak değil görerek gezin!

Tekerlekle aşılmayan yollar demiştim yazımın başında. Ne kadar üzerinden geçersek geçelim eskimeyen ve değeri değişmeyen o yollar, iyiki varlar. Onlar da olmasalar eskimeyen tek bir değerimiz kalmayacak elimizde…

Bu yazı 2014 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 86. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir