Cuma , 4 Ekim 2024

YOLÇATINDA, SUÇATINDA, SÖZÇATINDA MALATYA…

Bunları hepimiz biliyoruz, çocukluğumuzdan beri, konuşmayı öğrenir öğrenmez suçatını da öğrendik, yolçatını da…

Belki sözçatını ilk kez duyduk.

Suların ve yolların kavuşup ayrıldığı yere ne diyorsak, sözün de birleşip ayrıldığı, çimlenmek için toprağa düştüğü yere, aynı şeyi diyoruz.

Biz şimdi sözçatındayız ve Malatya’yı konuşuyoruz.

Gerçekten de, kurulduğu günden beri hep yolların birleştiği yerde, yolçatında olmuş Malatya.

Neden? Çünki,MÖ 8000’li yıllarda bir yerde şehir olması için önce su gerekli, yani suçatında olmalı ki; şehir, yani “medine” kurulsun. Öyle de olmuş.

Bir yanda koca Fırat, nazlı Tohma ve şehrin can damarı Derme’nin oluşturduğu üçgen…

Diğer yanda irili ufaklı başka kaynaklar: Sultansuyu, Elemendik Suyu, Şiro Çayı, Meletderesi, Sürgü Çayı, Beylerderesi, Horata, Orduzu Suyu, Kuruçay…

Paleolitik çağda, Ansır-Buzluk ve İnderesi mağaralarında yaşayanlar, bundan on bin yıl önce, Fırat Nehri’nin kıyılarında, bugün adına İzollu dediğimiz yerin Pirot Köyü’nün Cafran Mezrası’nda, belki de dünyada ilk kez, bir yerleşim yeri, bir köy kurmuşlar.

“Medeniyetler Tarihi” adlı kitabın yazdığına göre, orada buğday tarımı ve hayvancılık yapmaları, dünyada ilktir.

Neden orada, Malatya’da, Fırat kenarında olmuş dersiniz?

Çünki, uygarlıklar su kenarında gelişmiş. Suların taşıyarak bir yerde biriktirdiği topraklar, bitki besin elementlerince zengin olmuş hep.

Ve insanlar, hayvanları ehlileştirip, işte kullandıkça, daha geniş alanlarda tarım yapmışlar.

İlk kez bu şehir de Meldia-Melite adıyla, bugünkü Orduzu’da, MÖ 8000’li yıllarda kurulmuş.

Meyvelerinin güzelliğinden mi acaba, ‘bal küpü’ anlamına gelen bu adı almış?

27 kültür katı sayılmış Aslantepe’de…

27 oluş ve 27 yıkılış…

Medeniyet ve kültüre dair ne varsa, hepsi Aslantepe’de mevcut.

MÖ 3200’lü yıllarda yapılan tapınak, aynı zamanda bölgenin din ve kültür merkezi konumunda da olduğunu gösteriyor.

Kimler gelip, kimler geçmemiş ki Malatya’dan…

Hitit, Asur, Urartu, Pers, Roma, Doğu Roma(Bizans), Arap, Selçuklu ve nihayet Osmanlı…

Üç kez yeri değişmiş, ama adı hiç değişmemiş… Hep Malatya…

Önce, bugünkü Orduzu’da, Aslantepe’de, bir Hitit uygarlığı olarak kurulmuş, Hz. İsa’dan önce sekizbinlerde… Adı Malatya…

MÖ 42’de, Romalılar, kenti Aslantepe’den bugünkü Battalgazi İlçesi’ne taşıyorlar, lejyon karargahı olarak… Etrafını da surla çeviriyorlar;adı yine Malatya…

MS 395’te ikiye ayrılıyor Roma İmparatorluğu. Malatya, adına Bizans denilen Doğu Roma’da kalıyor. Yani, Roma devlet tarzını, Grek kültürü ile besleyip, üzerine Hristiyanlığı ekleyen Bizans’ın bir kenti oluyor Malatya…

MS 659’da Araplar ele geçiriyorlar.

Harunreşid (MS 786-809) döneminde El-Avasım sayılıyor, yani özerk yönetim… Türklerin, profesyonel asker olarak Malatya’ya gelip yerleşmeleri, bir bakıma şehri sahiplenmeleri, bu dönemdedir.

Yine bir ilk: Anadolu’da ilk Türk yerleşimlerindendir Malatya. Aynı zamanda İstanbul’a kadar uzanan bir bölge cihadının hareket merkezi… O yüzden, Malatya Ulucami, hem mimari özellikleri, hem de yapılış yılı olarak, Anadolu’da bir öncelik taşımaktadır. Birçok yönden ilktir, tektir…

Her Malatyalının bugün bile bir Battal Gazi oluşunun nedeni,çocukluğundan beri bu hikayelerle büyümesi midir?

Battalgazi,tüm Malatyalı çocukların kahramanı, düşü, kardeşidir…

Onun kadar güçlü,onun gibi stratejist,ona benzer biçimde yaşama ustası,güçlükleri kolaylıkla aşma ve lider olma dürtüsü,her Malatyalının kanında dolaşır…

Burada bir parantez açıp, Pavlikyanlar’dan söz etmeliyiz, ünlü Sırp tarihçi Ord. Prof. Georg Ostrogorsky ve Rus tarihçi Levtçenko’ya başvurarak… 8.yüzyılda, ikonlara karşı, teslisi reddeden, daha yalın bir mezhep olarak yayıldı Pavlikyanlar. Bu heteredoks mezhep, Ortodoks Bizans tarafından şiddetle bastırıldı. 100 bin civarında Pavlikyan katledildi.

Dünyanın tüm ülkelerine mektup yazıp, sığınma istediler. Bizans’ın korkusundan, herkes reddetti… Bir tek Malatya Emirliği hariç. Balkanlardan Malatya’ya geldiler. 90 yıl Malatya’da, hem de kendi inançlarıyla yaşadılar, güçlendiler, daha sonra da kendi ülkelerine, Balkanlara döndüler. Gelirken “Pavlikyan” olan adları “Bogomil” olmuştu.

Bu Balkan kavmi kimdi dersiniz? Bugünkü Boşnakların ataları..

Malatya, işte böyle bir onurun sahibidir. Tüm dünyanın korkudan reddettiklerini, insan onuruna olan saygılarından dolayı, kendilerini tehlikenin kucağına atarak bağırlarına basıyorlar… Böyle bir kalite, böyle bir onur Malatya’ya yakışıyor doğrusu…

Devam edelim tarih gezimize…

1100’de Danişmendliler alıyor Malatya’yı.

Tarihi kervan yollarının kesişme noktası olan Malatya, Selçuklular döneminde “mutluluk yeri” olarak anılıyor, yani Dar’ur-Rifa… Selçuklular Malatyası, Anadolu’nun sanayi ve ticarette, tıpta en önde gelen kenti… Özellikle de dokumacılıkta. Günümüzde tekstil konusunda iddialı olmalarını, bu genetik kalıntıya bağlamak mümkün…

Ve 13. yüzyıl… Moğol istilası… İstiladan kaçan o zamanki Malatya ahalisi, Kütahya ve Denizli’ye yerleşiyor. O kentlerde, Malaya ile olan kültürel yakınlığın nedeni bu mu acaba?

1315’te Memluklar, 1400 Timur işgali, 1516’da Yavuz Sultan Selim ile birlikte Osmanlı dönemi… 1837’li yıllarda, Mısır sorununu çözmek isteyen Osmanlı ordusu gelir, yerleşir Malatya’ya… Halk bu sırada, Aspuzu bağları denilen yerde, yazlıktadır. Ordu Malatya’ya yerleşince, halk da geri dönmez; Aspuzu, Malatya olur.
Üçüncü kez yer değiştirmiş olur, ancak adı yine Malatya’dır, değişmez.

Kısaca sınırlarını, özelliklerini ve tarih serüvenini anlattığımız Malatya, başta, dünya kuru kaysısının %80’inini üreten kaysı olmak üzere, dalbastı kirazı, dutu, tahnebi üzümü, Arapgir’in Köhnü üzümü, Hekimhan’ın ketenköynek cevizi, Doğanşehir’in elması, Sürgü ve Akçadağ’ın fasülyesi ile mi tanınır? Ya da Arguvan’ın ve Yazıhan’ın kendine özgü türküleri ile mi? İzollu’nun, Doğanyol ve Pötürge’nin ele avuca sığmaz cevvaliyeti, Yeşilyurt’un ticari zekasındaki ağırbaşlılığı ile mi? Darende ve çevresinin, yıllara meydan okuyan gezgin sözel kültürü ile mi? Ne ile tanınır Malatya?
Malatya, ‘adamı’ ile tanınır, ‘insan tipi’nin özellikleri ile başka yerlerden farklı durur…

Kendine özel bir ‘Malatyalı tipi’nden sözedilebilir mi?

Belki de, her ilçe ahalisi, Battalgazi’nin ayrı bir özelliğini alarak, o yönünü geliştirerek ortaya çıkmıştır. Kimi yiğitliğini, kimi kurnazlığını ve stratejist zekasını, kimi savaşçılığını, kimi at binmede, ok atmada, mızrak kullanmadaki ustalığını, kimi gezginliğini, kimi de söze olan hakimiyetini miras olarak almış ve o yönünü geliştirmiştir.

Bugün yaşanan şeylerin, geçmişte, Malatya’nın herhangi bir tarihi döneminde de yaşandığını hayretle görüyoruz. Mesela, Bizans döneminde Malatya’dan İstanbul’a o kadar çok göç olmuş ki, Bizans İmparatoru, göçü yasaklamış. Şimdi de Malatya’dan İstanbul’a çok ciddi sayılarda göç vardır. Mesela,Osmanlı döneminde, kırmızı elmalar henüz renklenmeden, güzel sözler yazılır, bunlar elmaya yapıştırılırmış. Elma renklendikçe, kağıt yapıştırılan yazılı yer renklenmez, beyaz kalır. Olgunlaştıkça yazı ortaya çıkar,İstanbul’un zenginlerine yüksek fiyatlarla satılırmış. Bu ticari zeka, şimdi de, özellikle İstanbul’da iş dünyasında, uluslararası pratiklerle kendini ortaya koyarak, ülkemize artı değerler kazandırmaktadır.

Selçuklu döneminde, Anadolu’nun dokumacılık, tıp ve ticarette temayüz etmiş, en zengin şehirlerinden birisi olduğunu görürüz Malatya’nın. Cumhuriyet döneminde de 1938’de bez, 1939’da tekel, 1956’da şeker fabrikalarının kurulduğunu, şehre büyük bir canlılık sağladığını biliriz.

Malatya, “adam”ı ile tanınır demiştik…

İsterseniz,bugünden geriye doğru gidelim.

Turgut Özal’dan söz etmeden Malatya yazısı olmaz. Tam bir Malatyalıydı.

Şivesinde, hiç ummadığınız anda, Malatya fırlardı birdenbire…

Basın toplantısında, “muhalefet cığızlıyor” diyebilirdi… Gazeteler de bunu manşete çekerdi. Meraklı siyasetçilere anlatırdık “cığızlama”nın “mızıkçılık etmek” anlamına geldiğini, bir üst aşaması olan “cıllıma”nın, “oynamıyorum”la eşdeğer olduğunu. Yürekliydi, Battal Gazi’nin en çok da bu yönünü aldığı söylenebilir.

İsmet Paşa’yı tedbirli oluşu belirler daha çok. İktidarı döneminde, ülkenin en iyi öğretmenlerini Malatya Lisesi’ne göndermesi, okumuş adam kalitesini artırmaya yöneliktir, İnönü’nün müdebbirliğini simgeler.

Mehmet Delikaya adında bir politikacıyı hatırlıyor musunuz?

Yaptığı iş,bu ülkede ilkti,tekti. Kimse yapamadı daha sonra. Ne mi yaptı?

Seçildiği partisi, hoşuna gitmeyen bir iş yaptı; Delikaya da partisinden istifa etti.

Ama bir şey daha yaptı: Milletvekilliğinden de istifa etti. Hamido, Hamit Fendoğlu çok renkli bir kişilikti. Delikanlıydı, yiğitti, mertti. Yassıada mahkemelerinde kimsenin yapamayacağını yaptı, mahkemeye kafa tuttu. Derviş Muhammed’i, 1775’te Arguvan İsaköy’de doğan bu has adamı unutmak mümkün mü? Bir adam “Aşktır anamız atamız / Aşktır ceddimiz ötemiz / Aşktan geliyor gıdamız” diyebiliyorsa, o adamı baştacı edeceksin. Onunla birlikte Ahmet Aşıki’yi, Şah Sultan’ı anmamak olur mu? Sebk-i Hindi, edebiyatımızda önemli bir şiir akımıydı.1660’ta İstanbulda ölen Malatyalı Ali Çelebi, yani şair Şehri de, sebk-i Hindinin çok önemli bir sesiydi.

Ve Niyazi-i Mısri…1618’de Malatya’da doğan.1694’te ikinci sürgünü Limni’de ölen Malatyalı. “Kassap elinde koyunum / Ya o beni ya ben onu / Cellat elinde boyunum / Ya o beni ya ben onu” diyebilen adam. 17 yaşında öğrenilecek her şeyi kendi topraklarında öğrenip, kendini gurbete vuran zat. Yeri geldiğinde,padişaha bile kafa tutabilen cesaret.
Şiire dönüşmüş Malatya o.

Gregory Ebu’l Ferec, ya da Bar Herbraeus’tan, dünyanın tarihini yazmış bu Malatyalı aktarın oğlundan söz etmemek mümkün mü? Çok genç yaşta inzivaya çekilen, sonunda patrik yardımcısı olan Malatyalı Süryani. Dünyayı avucunda tutan adam.

Ve Seyyid Battal Gazi…

Malatyalıcası “Seydi Bettal” olan has hemşeri. Bir bakıma, Malatyalıların, çocukluklarında belleklerine okunan yiğitlik destanı. Güzel Türkçenin kendi akışı içerisinde anıtlaşması. Yaşanan tüm olumsuzlukları, tek kılıç darbesiyle yokedeceği düşünülen özgüven kayası. Her birisi ayrı bir insanı belirleyen tüm olumlu özellikleri, tek başına kendinde toparlayan, Allah’ın sevgili kulu; simge Malatyalı… “O bir destan” demek yeterli…

Malatyalılar da, Battal Gazi’nin çeşitli yoğunluktaki türevleri…

Yemeklerden davranışlara kadar çok çeşitlilik sözkonusu Malatya’da.

Kullanılan Türkçe, codex cumanicus’tan Orta Asya Türkçesine kadar geniş bir yelpazeyle benzeşiyor. Bozulmamış Türkçenin örnekleri sayılacak kadar düzgün.
Kullandıkları kelimeler, arı kaynak Türkçenin has örnekleri.

Hala merdiven basamağına “ayakcak”, aynaya “gözgü”, makasa “sındı”, sincaba “deyin” demek; bir bakıma Orhun Anıtlarındaki Türkçeyi, Malatya’ya taşımaktır.

Ya yemek kültürü… Eti hiç kullanmaksızın, kiraz, ayva, fasülye yaprağının içine bulgurdan bir iç koyup, soğan, tereyağı ve yoğurtla hazırlanan mükemmel sosla zenginleştirerek, akıl almaz yemekler yapmak, yalnızca Malatyalılara özgüdür. Bulgurun esas alındığı 72 çeşit köfteden söz edilir. Her biri, kendi dalında dorukta olan lezzetlerdir. Kağıt kebabından kaburgaya, bumbardan tavşanlı yufkaya kadar sadece Malatyalıların bildikleri damak zenginliğine hiç girmiyorum…

Tek başına Malatya tandır ekmeğinin arasına Malatya peyniri koyup, bir de aşşağışeher maydanozunu eklemek, Malatyalılar için dünyanın en özel lezzetine kavuşmaktır. Mutlu olmak için o bile yeter. Ya Malatya’ya gelip gidenler,görev yapanlar,mahpus damında yatanlar..

Mevlana, Belh’ten Konya’ya giderken, birkaç yıl kalmış Malatya’da… Ne ilginç tesadüf, yakın dostlarından Sadreddin Konevi, Konyalı adıyla anılmasına rağmen Malatyalı.

Dah da iliginç olanı, Endülüslü Muhyiddin-i Arabi, Malatya’ya geliyor, o zaman henüz çocuk olan Sadreddin Konevi’nin dul kalan annesi ile evleniyor, Malatya’da kalıyor ve Sadredddin’i yetiştiriyor… Arif Nihat Asya’nın şiirlerinin bereketlendiği, Kemal Tahir’in mahpus damındaki çaresiz insanlarını yazdığı Malatya’yı da unutmamalıyız.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı gibi ciddi bir tarihçi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın dedesinin Arapgir’den göç ederek Kavala’ya yerleştiğini yazıyor. İsmet İnönü ve Turgut Özal’a, Malatyalı devlet adamı olarak, Kavalalı ailesini de eklemek gerekmiyor mu?

Kral Faruk’tan, Osmanlı sadrazamı Said Halim Paşa’ya kadar onlarca devlet adamı…

Devlet adamı çıkar da asi çıkmaz mı? Celali isyanlarındaki baş aktörlerden, Mehmet Ali Ağca’ya kadar, birçok sıradışı adam da Malatyalı…

Ya Malatyalı Fahri? Yakın dönem Malatyalı tipini, en çok onun serüveni, yanık sesi ve delikanlı duruşu şekillendirir. Udi Nevres’i nasıl unuturuz? Ya Ahmet Kaya?

Bugünkü Malatya, Niyazi-i Mısri’nin yaşadığı yıllarda Aspuzu’ydu, bağ evleri vardı,yazlıktı bir bakıma. Niyaz-i Mısri’nin Aspuzu’yu anlatan gazeli, Malatya hakkında yazılacak bir yazının ipuçların verir. Nedir bunlar? Malatya’nın cenneti andıracak kadar güzel olduğunu, su ve havasındaki güzelliğin (Deyr-i Mesih) Derme Suyu’ndan kaynaklandığını, her tarafın çeşitli meyvelerle dolu olduğunu; bunların mevsimlere göre şehre ayrı güzellikler kattığını, bu nedenle Malatyalıların akıllı, zeki ve marifetli, bilimsel düşünen, olgun insanlar olduğunu anlatır uzun uzun. Bir de, Malatya’dan uzakta geçen günleri için hayıflanır. Bu güzel gazelle, Malatya’yı anlatma işini sonlandıralım, olur mu?

ASBUZU

Barekallah gülsitan-ı bülbülandır Asbuzu
Cenneti tezkir eder ali mekandır Asbuzu

Mutedil ab u heva hem müctemi enva-ı zevk
Mecmu-ı bezm-i safa-yı arifandır Asbuzu

Ab-ı hayvanı beğenmez hasletindendir Mesih
Aktığınca sanki bir ruh-ı revandır Asbuzu

Came-i hadrasın eyyam-ı rebi’de kim giyer
Şüphesiz mezilgeh-i Hızr-ı zamandır Asbuzu

Her taraf pür meyve-i şirin leb-i dildar misal
Yeşil atlasla donanmış nevcivandır Asbuzu

Bimidat elması üzre nakşolur ebyat-ı sürh
Lacerem sün’e Hüda’ya bir beyandır Asbuzu

Ol sebepten ehli pür-akl ü zeka vü marifet
Mahzen-i ehl-i ulüm ü kamilandır Aspuzu

“Cenneti min tahtıhel enharı tecri” dense hub
“Hazihi cenneti adnin”den nişandır Asbuzu

Ey Niyazi ger dokunmayaydı hiç dad-ı fena
Kim demezdi ona firdevs-i cinandır Asbuzu

Bu yazı 2008 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 19. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir