Cuma , 26 Nisan 2024

Büyülü Renkler Gölü, BEYŞEHİR

Yazı ve Fotoğraflar : Hakan Özhan

Gündoğumunun sıcak ışığı altında Dedegöl Dağlarının zirvesindeki karlar billur gibi parlıyor. Buzun beyazı ile bulutsuz gökyüzünün oluştuğu kontrastın seyrine doymak ne mümkün. Dağın eteklerinde gökyüzünün rengine nazire yaparcasına uzanıyor Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü. Hayır, manzara bununla da sınırlı değil! Her bahçeden zümrüt ekinler fışkırmış, tarlalar yeşile kesmiş, hem de ne yeşil. Ağaçlar çiçeklenmiş, bazıları meyveye durmuş. Nadasa bırakılmış tarlalarda her türden çiçek boy atmış. Kan kırmızı gelincikler sarı papatya öbekleri arasında uzaklardan nasıl da fark ediliyor. Hava da dağ kokusu… Zirvelerden kopup gelen meltem çam ağaçlarının, kekiklerin o enfes rayihasını taşıyor kıyıya. Göl her saat değişen rengiyle bir renk cümbüşü sunuyor adeta. Mavinin, yeşilin ve turkuvazın her tonunu bulmak mümkün önümüzde seriliveren bu tuvalde.

beysehir-konya-gezgindergi (8)

Burası Beyşehir gölü. Daha doğrusu Beyşehir Gölü milli parkı. Gölün tamamını içeren alan; 38.750 hektarlık saha gayet isabetli bir kararla 1993 tarihinde milli park ilan edilmiş. Bir gölün tamamının nasıl olup da milli park ilan edilebildiğine inanamamıştım önce. “Herhalde ülkemizde sık görülen siyasi iltimaslardan biridir” dedim kendi kendime. Yukarda izaha çalıştığım manzarayı görünce yavaş yavaş fikrim değişmeye başladı. Beyşehir gölünü çepe çevre dolaşınca, bu coğrafyanın eşsizliğini görüp barındırdığı güzelliklere şahit olunca da “milli park” kararı için geç bile kalındığını düşündüm. Çünkü göl giderek kan kaybediyor, bir yandan küçülürken bir yandan da kirleniyor. Geçen yıl 5.4 milyar metre küp su kapasitesine sahip gölde su miktarı 1 milyar metre küpe kadar inince gölün normalde 651 kilometre kare olan alanı 500 kilometre kareye kadar gerilemiş. Böyle giderse gölün tamamen kurumasından, Türkiye de birçok sulak alanın başına gelen felaketin burayı da etkilemesinden endişe ediliyor.

beysehir-konya-gezgindergi (6)

Göl kendi ismiyle anılan ilçenin kuzeyinde, Dedegöl dağları ile Sultan dağları arasında yer alıyor. Van gölü sodalı, Tuz gölü de adı gibi tuzlu olduğundan ülkemizin en büyük tatlı su gölü burası. Barındırdığı sazan, çiçek balığı, gövce, sarıbalık ve tatlı su levreği gibi türlerle de halkın geçim kaynaklarından biri. İlginç bir özelliği de içindeki irili ufaklı adalar. Yaklaşık otuz adada su kuşları kuluçkaya yatıyor. Göl kurumadığı sürece Beyşehir bir kuş cenneti olmaya devam edecek.

buyulu-renkler-golu-beysehir-gezgindergi (2)

Göller Bölgesine daha önce iki kere gelmeme rağmen Beyşehir Gölünü ve çevresini gezme fırsatı bulamamıştım. Kısmen kapalı bir havzada olması nedeniyle sadece burası için birkaç gün ayırmak gerekecekti ki bunu yapamadım. Halbuki Reha Bilir’in o muhteşem fotoğraflarına bakıp iç geçirirken her seferinde kendime söz veriyordum. Üçüncü “göller bölgesi” gezimde zamanı iyi ayarlayarak rotaya Beyşehir’i de dahil ettim. Gezgin okurlarına da “Göller bölgesi”ni mutlaka görmelerini, yapacakları gezide bir gün dahi olsa buraya ayırmalarını öneririm. Bölge coğrafyasında Akdeniz ve karasal bozkır iklimleri arasında geçiş özelliği gösterdiğinden flora ve fauna olağanüstü zengin. Bin metre civarındaki rakımı nedeniyle göl yüzeyinin kışın kısmen veya tamamen donduğu oluyor. İlkbaharla birlikte çevre yeniden yeşile bürünürken binlerce kuş adalarda kuluçkaya yatıyor. Son baharda ise göç yolları üzerinde olması nedeniyle yine on binlerce kuşa misafirlik ediyor Beyşehir.

beysehir-konya-gezgindergi (7)

Beyşehir’in her mevsimi güzel olsa da kuşkusuz en baş döndürücü renklere yazın ilk günlerinde rastlanıyor. Bu mevsimde Beyşehir ile Eğirdir gölleri arasında yer alan yüksekliği 3000 metreyi bulan sıradağların zirvelerinde henüz karlar erimemiş oluyor. Ova ise çoktan yeşil örtüsüne büründüğünden gölü tepeden seyreden yamaçların serine doyum olmuyor. Bölge doğal güzellikleri barındırmasının yanında, Hitit’lerden bu yana gelmiş geçmiş bütün uygarlıkların izlerini taşıması bakımından da önemli. Moğolların Selçukluları Kösedağ Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğratmasıyla tamamen yıkılan şehre önceleri “Viranşehir” adı verilmiş. Anadolu’nun verimli topraklarını yitirmek istemeyenlerden biri olan Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yeniden inşa ettirilen şehre “Süleymaniye”, “Süleymanşehir”, “Beyşehri” isimleri verilmiş. Ve son olarak günümüzde de kullanılan Beyşehir meşhur olmuş.  Doğa ve tarih meraklısı gezginler, Beyşehir’in kültürel güzelliklerin de keyfini çıkarabilir. Bunların başında kuşkusuz ilçe merkezindeki Eşrefoğulları cami ile Kubad-ı Abad sarayı geliyor.

buyulu-renkler-golu-beysehir-gezgindergi (1)

Eşrefoğlu camii; muhteşem taçkapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini isçiliği yönünden bir adeta bir Tüek-İslam sanatları müzesi. 32×47 m ebadındaki cami taş, tuğla ve çini süslemeleri yanında özellikle ahşap destek ve tavan sistemindeki işleme ve nakışlarıyla meşhur. Taçkapı; yedi metre genişlik ve on metre yükseklikte Selçuklu taçkapı geleneğininin tipik bir üyesi. Son cemaat yerinin ulu camilerdeki ilk uygulamalarından olan harim galerisi, sivri kemerli çinili bir kapı ile içeriye açılıyor. Caminin tavanı, Anamas dağındaki sedir ormanlarından kesildikten sonra gölde 6 ay bekletilip fırınlanarak kurutulan 42 ahşap sütun üzerinde yükseliyor. Sütun kirişleri ve başları üzerine nakşedilmiş motifler günümüze kadar ulaşmış. Tavanın tam ortasında Bursa Ulucamidekine benzer bir açıklık mevcut ve bunun altında zemine “karlık” tabir edilen bir su tesisi açılmış. Burada eskiden kar biriktirilirmiş. Bunun amacı, sedir ağacından yapılan sütunların, karın erimesiyle oluşan rutubetle uzun ömürlü olmasını sağlamakmış. Minber ise tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süslemeyle, “kündekari” adı verilen bir teknikte, oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmış. Mihrap tümüyle döneminin zengin mozaik çinileri ile kaplanmış. Bu muhteşem ahşap yapıda çivi, vida benzeri metal bağlantılara gerek duyulmamış. Tamamen geçme tekniği kullanılmış. Ecdadın ahşabı nasıl bir sanat eseri haline getirdiğini göstermesi açısından fevkalade güzel ve bir eşini bulmanın bırakın Türkiye’yi bütün bir İslam coğrafyasında mümkün olmadığı nadide bir eser Eşrefoğlu camii.

beysehir-konya-gezgindergi (9)

Beyşehir ilçe merkezinden çıkıp gölün batı yakasından Şarkikaraağac istikametine gidildiğinde Hoyran kasabası yakınlarında Kubad-ı Abad sarayının kalıntıları ziyaret edilebilir. Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat Kayseri’den Antalya’ya giderken bu bölgeye geldiğinde tabiatın güzelliğinden fazlasıyla etkilenmiş. “Buranın suyu süt kadar güzel, adeta cennetten bir köşe. Eğer cennetin bekçisi burayı görse cennetin kapısına zincir vurur buraya gelir. Cennet ya buradadır ya da buranın altındadır” diyerek mübalağa sanatının enfes bir örneğini vermiş. Bu şair sultanın duygu ve düşünceleri ister istemez insanı heyecanlandırıyor. Ancak Kubad-ı abad kalıntılarını ilk gördüğümde yaşadığım şey derin bir hayal kırıklığı oldu. Evet manzara çok güzeldi, gözlerinizi kapasanız hayalen Sultan Alaaddin’in yaşadıklarını hissedebilirsiniz. Burcu burcu kokan çiçekler, yüzünüzü okşayan meltem, suyun ova ve dağ ile oluşturduğu güzellik cennet bahçelerini andırıyordu ama saraydan geriye kalan kelimenin tam anlamıyla bir “harabe” idi. Kayıtlarda Selçuklu Devletinin yazlık başkenti olarak geçen bu yerde insan ister itemez daha fazla şey bekliyor. Ama her şey toprak altında ve otuz senede bu kadar kalıntıya ulaşıldı ise bundan sonrası için de –eğer çalışmalar bu hızda giderse- ümitli olmak için bir sebep kalmıyor. Kubad-ı Abad sarayı yanındaki kasaba Sultan Alaaddinin hayranlığından mülhem Hoyran adını almış. Kasabada antik döneme ait kalıntıların yanında Selçuklulara ait olduğu bilinen köşk, hamam, tersane gibi bir çok eser ve kalıntı mevcut

beysehir-konya-gezgindergi (5)

Nihayet tam karşısında tura başladığımız dağların bağrındayız. Dedegöl dağları yumuşak eğimlerin ve geniş yüzeylerin söz konusu olduğu bir dağlık yapı olduğundan her yaştan doğa sever için  kolay ve zevkli panaromik gezi fırsatları sunuyor. Dağcılıkla ilk kez tanışacaklar için de uygun  teknik bölümler ve yayvan rotalar içermesi yanında,  kıdemliler için karstik yapısı nedeniyle çok dik kayalık bölümlere de sahip. Özellikle sabah saatlerinde yapılacak yürüyüşlerde Beyşehir gölü üstünden doğan güneşin muhteşem ışık oyunları izlenebilir. Sadece kamp turizmine gönül vermiş gezginler için çevrede çok sayıda bakir yayla mevcut. Fotoğraf severleri ise müthiş sürprizler bekliyor. Fotoğraf için gölü çevreleyen yolun tamamı muhteşem bir plato. Özellikle Kurucuova’dan Şarkikaraağac’a giden bakir yol gün boyunca doğanın bütün güzelliklerini esirgemeden sunuyor. Yol biraz bozuk ve dar olsa da motorlu araç trafiğine izin veriyor. Bu kısmi bozukluk yörenin bakir kalmasının nedenlerinde biri ayrıca, o yüzden şikayet etmemeli. Sağ tarafta göl, sol tarafta görkemli Dedegöl Dağları arasında giderken yol üstündeki İslibucak Vadisi, Dumanlı, Çataloluk, Pınargözü’ne uğranabilir. Özellikle İslibucak ve Pınargözü, kamp yapmak için ideal bölgeler. Buralarda gezinirken her adımda bir pınara rastlayabilir. Yine bölgedeki Kızıldağ, eşi az bulunur sedir ağaçları ve yoğun oksijenli havasıyla ünlü. Beyşehir turunu tamamladığınızda o devasa büyüklüğüne ve yüz kilometreyi aşan çevresine rağmen zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız bile. Hele yöre insanının sıcakkanlılığı ancak yaşayarak anlaşılabilir.

buyulu-renkler-golu-beysehir-gezgindergi (3)

 Büyülü Renkler Gölü – Bu yazı 2008 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 16. sayısından alınmıştır.

Yazar : NUH ALPER İNAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir