“Çocuk babanın sırrıdır” der İbni Arabi.. Kenya-Somali seyahatimde gördüğüm her Afrikalı çocuk bana bu cümleyi hatırlattı. Her gözü kanlı, dudakları yaralı, boyunları bükük, hüzünlü, mahcup, çorak elleri ve siyah yüzleri gördüğümde bu cümleyi hatırladım; ama biraz değiştirerek: Çocuk Afrika’nın sırrıdır.
Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz
İndiğimiz havaalanındaki safari reklamları, turizmin ve turistik bakış açısının bu toprakları sömürüsünün daha modern ve insafsız bir biçimde sürdüğünü anlatıyor bize.
Afrika’ya gezmek, avcılık yapmak için para harcayanlar, açlık için para harcayanlarla mukayese edilemeyecek kadar çok fazlalar. Hayatın çelişkisi bu. Aç çocuklar için geldiğimiz bu topraklarda, havaalanında, sokaklarda bizi sömürünün reklamları karşılıyor. Afrika’da gittiğiniz herhangi bir yerde dikkatinizi daha çok bizatihi tabiatın kendisi çeker; “ilkel” ya da “modern”, “geri kalmış” veya “ilerlemiş” yapılarıyla sizi kuşatan, içine alan mekan çeker. Oysa modern hayata rağmen biraz insan kalanlar için Afrika’da dikkatinizi ilk çocuklar çeker. Çünkü buradaki çocuklar dediğimiz insanların bildiğimiz anlamda bir çocukluğunu göremezsiniz. Afrikalı insan çocuk olarak dünyaya gelmez, gelemez..
Şehirlerde, kırsalda, gezinin henüz ilk saatlerinde çocuklukla yaşlılığın “yaşsal” anlamda bir farkının olmadığını anlıyorsunuz. Hayatın her alanında daha 7-8 yaşında, nasırlaşmış elleri ve çoraklaşmış ayakları görebiliyorsunuz. Dolayısıyla burada yaşlılık, gençlik, çocukluk gibi ayırdedici bir hal yok. Herkes Afrikalı ve herkes aynı yaşta.
Dünyanın, zamanın ve mekanın yükü burada herkesin aynı oranda omuzlarında. Bir çocuğun gözlerine baktığınızda Afrika’nın tarihini görebiliyorsunuz. Hatta daha da ötesi, kendinizi, kendi tarihinizi ve geleceğinizi de görebiliyorsunuz. “Komşusu aç yatarken kendisi tok yatanın bizden olmadığı” şuurunu ayne’l yakin yaşıyorsunuz. Belki de o çocukların gözlerinde, bakışlarında gördüklerinizden, kendi yediklerimizden, isteklerimizden, sebep olduklarımızdan utanmaya başlıyorsunuz. Halimize şükretmenin “ahlaki” olmadığını o çocukların gözleri öğretiyor size. Şükür belki onların hakkı ama bizim hakkımız asla değil. Afrika bu anlamda bir tarih ve Afrikalı çocuklar bu anlamda insan olan için bir muhasebe..
Nairobi’den Somali sınırındaki Garissa’ya giderken, yolda namaz kılmak için mola verdiğimiz bir küçük köy mescidinde, burada çocuk olmakla, yaşlı olmak arasında bir fark olmadığını bir kez daha anlıyorum. Ben çocukluğumdan bu tarafa ilk kez sadece çocuklardan oluşan bir cemaatle namaz kılmayı burada gördüm. Önlerinde kendi yaşlarında bir imam, arkalarında tek saf olmuş çocuklar namaz kılıyorlardı. Saf olmayı ve saflığı burada bir kez daha anladım. Çocuk ve yaşlı olmanın matematiksel bir şey olmadığını, hayatın bizatihi idrakiyle ilgili olduğunu burada gördüm. Çocukluk fıtratta.. Ama hayat fıtrata maalesef galip gelmiş..
Açlığın, yoksulluğun ve yalnızlığın yaşandığı kamplara girdiğimizde bizi çocuklar karşıladı. Her yer çocuktu. 650 bin insanın yaşadığı söylenen bu bölgede 400 bin civarında çocuk olduğu tahmin ediliyor. Gördüğümüz her çocuğun gözünde seyrettiğimiz Afrika’ydı. Size uzanan eller, açılan avuçlar bir dilencilik değildi. Bir bakıma onlar, sizin ekonomi, iktisat, ticaret diyerek rasyonelleştirdiğiniz hırsızlık düzeni sonucunda kendilerinden çaldıklarınızı, aldıklarınızı, insanca, çocukça yeniden istiyorlardı. Sizin olanı değil, kendilerine ait olanı, kendilerinden yıllardır aldıklarınızı istiyorlardı. Dolayısıyla gören için oradaki el açış bir dilencilik değildi. Size kendi yediğinizi, içtiğinizi, düzeninizi, hayatınızı sorgulatacak bir aynaydı o eller..
Afrika, yoksulluk ve sömürü.. Bunları yaşadıkları zaman ve mekandan değil, çocukların gözlerinden, yüzlerindeki hüzünden anlıyorsunuz. Mutsuzluğun ve yoksulluğun çadırda yaşamakla bir ilgisi yok. Mekanla hiç ilgisi yok.
Çünkü çocukluğu çalınan insanların neyi olabilir ki!?. Bir dostum Filistin ziyareti sonrasında, izlenimlerini anlatırken, İsrailli askerlere taş atan çocukları kastederek, onların hiç biri çocuk değil, hepsi Hz. Musa’nın tecellileri demişti. Afrika’daki çocuklar; kuyuya atılan Yusuflar.. Hz. Yusuf’un tecellileri..
İçinde yaşadıkları zaman ve mekan Yusuf aleyhisselamın atıldığı bir kuyu. Dolayısıyla burada zaman çocukları yaşlandırmıyor. Çünkü çocuk olarak doğmuyorlar. Tarihleri, geçmiş ve gelecekleri alınmış olarak dünyaya gelen ve yaşamak zorunda kalan insanlara çocuklar denilebilir mi? Tıpkı Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerin onun çocukluğunu çalmaları gibi, Afrikalı çocuklar, kuyudaki Yusuflar.. Burada çocuklar zamanın ve mekanın yorgunluğunun da en somut göstergesi. Hayali ve rüyası olmayan çocukluğun ne olduğunu bilebilir mi? Çadırları ziyaret edişimizde bize eşlik eden Kasım, ben ve arkadaşlarım rüya görmüyoruz, buradaki çocuklar rüya görmez dedi. Kasım çocukluk kisbetini giyinmiş bir bilge. Onlar rüya görmez, hayal kuramaz. Çünkü ancak çocuklar rüya görebilir ve hayal kurabilir dedi Kasım. Ve ekledi: Biz çocuk değiliz..
Afrikalı çocuklar penceresiz, çünkü zamansız ve mekansız. Oysa çocuklar bilmez ölümü. Ama onlar çocukluğundan mahrum bir hayata zorunlular. Modernite tarihinin, canlı laboratuarıdır bu topraklar. Tüketimi kendi dünyalarında bir ayine dönüştüren modern insanın buraları anlamaları imkansız, hatta bunu beklemek de safdilliktir.
İnsan kanıyla kurulan ve oluşturulan bir hayat tarzı sadece kendi haline şükrederek buradaki insanlara acıyarak bakar.
Afrika’ya acıyan, hakikati kaybder. Afrika’yı gördükten sonra kendine acımayan hakikatten mahrumdur.. Afrika ile ilgili haberlerde açlık ve susuzluk hep yağmurla ilintilendirilir, kuraklıkla açıklanır. Oysa buradaki açlığın sebebi kuraklık veya yağmur yağmaması değil; Afrika’nın çocukluğunun, tarihinin, hayatının çalınması, sömürülmesi ile ilgidir. Modern insanın kuraklığıdır Afrika’yı aç bırakan. Buralarda açlık ve savaş kaderse, o zaman bizim hırsızlığımız da kader. Oysa ki en büyük ahlaksızlık insan iradesinin en tabii sonucunu kadere bağlamaktır. Afrika’da açlık kader değildir..
Somalili çocuklar vaktin çocukları. Onların gelmişi ve geleceği yok edildiği için, yalnızca yaşadıkları anın sonsuzluğunda yaşıyorlar. Zeynep’in, Meryem’in, Zeyd’in, Ammar’ın gözlerinin bize anlattıkları bunlar..
Kamplardan ayrılırken çocukların gözleri kalıyor gözlerimizde.. Ve bir de orada dinlediğimiz yaşlı bir bilgenin, ağıtı, bozlağı.. Belki de çocukları anlatıyordu bu ağıt..
“Somali’ye bahar geldi ama Somali’nin ağaçları çiçek açmıyor..”
Çocuk Afrika’nın sırrıdır..
Bu yazı 2014 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 85. sayısından alınmıştır.