Interlaken; İsviçre’nin tam ortasında sessiz sakin çok huzurlu bir kasaba. 15 bin nüfusa sahip bu güzel kasaba, parkları, yemşeyil doğası ve gölleri ile tam bir turizm cenneti.
Yazı ve Fotoğraflar: Fatih Yılmaz
Avrupalıların vazgeçilmez tatil beldesi olan, bizim ise daha yeni yeni keşfetmeye başladığımız Interlaken’e ılık bir sonbahar ayında gittik. Atatürk Havalimanı’ndan Swiss Havayolları’na ait bir uçakla yaklaşık 2 saat 40 dakikalık keyifli bir uçuşun ardından yolculuğumuzun ilk durağı olan Zürih Havalimanı’na indik. Yılda 22 milyon yolcuya hizmet veren havalimanı, Avrupa’nın en iyi terminallerinden biri olarak kabul ediliyor. Bol ödüllü Zürih Havalimanı’nda pasaport kontrolünden geçtikten sonra Interlaken’e gitmek üzere Haupbanhof’a yani ana tren istasyonuna gidiyoruz. Dört bir yanı demir ağlarla çevrili İsviçre’de tren halkın en çok tercih ettiği ulaşım aracı. Her gün yüz binlerce kişi işlerine ve evlerine trenle gidip geliyor.
Zürih ana tren garından saat tam 9.00’da kalkan trene binip Interlaken’e doğru yola koyuluyoruz. Bulutların gizlediği Alp Dağları’nı, eşsiz manzaraya sahip şirin gölleri seyrede seyrede bir saatlik tren yolculuğu sonrası Türkçe iki göl arası anlamına gelen Interlaken’e varıyoruz. Thun ve Brienz gölleri arasına kurulmuş olan Interlaken, yaz döneminde nüfusunun 15 katı turist ağırlıyor. Burayı en çok ziyaret edenlerse Japonya, Çin, Amerika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen turistler.
Interlaken yamaç paraşütü tutkunları için ideal bir yer. Şehri çevreleyen yüksek tepelerden atlayan paraşütçüler solo veya tandem uçuşlarla şehrin tam göbeğine iniyor. Interlaken’in ruhunu hissetmenin, güzelliklerini keşfetmenin en iyi yolu göller üzerinde gemi turuna çıkmak. Bizde öyle yapıyoruz ve şehirdeki ilk günümüzde Brienz Gölü üzerinde tura çıkıyoruz. Yıllar öncesinin teknolojisi ile çalışan nostaljik gemilerle göl üzerinde gezinti çok popüler. Gemilerden biri gelip, biri gidiyor, yolcuları indirip, yeni yolcularıyla yeniden hareket ediyor.
Brienz Gölü o kadar büyük ki baştan sona dolaşmak tam üç saat sürüyor. Gemimiz nehir kenarında ağır ağır ilerlerken yeşilin içinde kaybolmuş evleri, tarihi yapıları ve görkemli Alp Dağları’nı seyre dalıyoruz. Hava günlük güneşlik olsa da dışarıda insanı üşüten bir rüzgar var. Manzaranın tadını çıkarmak isteyenler soğuğa aldırış etmeden güvertede oturuyor. Üşümek istemeyenler ise manzarayı geminin restoranından izlemeyi tercih ediyor.
İsviçre’deki çok sayıdaki dağ ve tepelerin hemen hemen hepsine çekişli tren veya teleferik sistemiyle çıkılıyor. Biz içlerinden en görkemlisini Interlaken’de yer alan Jungfrau’yu seçiyoruz. Jungfrau Peru’dan sonra dünyada en yüksek tren istasyonunun kurulu olduğu ikinci yer. Türkçesi ‘Bakire Kız’ anlamına gelen Jungfrau’ya ilk kez tırmananlar İsviçreli iki dağcı olmuş.
Avrupa’nın Çatısı olarak da adlandırılan Jungfrau’ya trenle iki ayrı koldan çıkılabiliyor. Biz Lauterbrunnen yolunu tercih ediyoruz. Yamaçların ihtişamı, zirvenin görkemi, aniden değişen hava, binlerce metre yükseklikten akan sular, sadece ray genişliği kadar açılmış yolda tırmanan tren, 45 dakikalık tren yolculuğunda en sık karşılaştığımız manzaralar oldu.
Kleine Scheidegg’de trenden inip Eiger Dağı’nın içinden geçen çekişli bir başka trenle yolculuğa devam ediyoruz. Dağın içine oyulmuş 7 kilometrelik tünelle zirveye çıkış başlıyor. Vagonlardaki ekranlarda tünelin yapımına ve Jungfrau’ya ulaşma çalışmalarına 1912 yılında Alman ve Japon mühendislerin işbirliği ile başlandığı anlatılıyor. Oldukça ağır ilerleyen yolculuk sırasında yolcuların zirvenin ihtişamını görebilmeleri için iki ayrı noktada mola veriliyor. Nihayet son istasyon Jungfrau’da iniyoruz.
Dağın içine oyulmuş bir şehri andıran Jungfrau’da ilk önce Ice Palace yani buzdan yapılan sarayı geziyoruz. Buzun içinde çeşitli hayvan figürlerinden oluşan buz heykellerin sergilendiği Ice Palace gerçektende görülmeye değer. Dağın içinde yine uzunca bir tünelden geçip, kendimizi adeta bir panayırı andıran yüzlerce kişinin arasında buluyoruz. Dileyen karda yürüyor, kayak yapıyor veya sevimli huskey köpekleri ile tura çıkıyor. Yükseklikten dolayı bulunduğumuz noktada hava çok sık ve ani değişimler gösteriyor. Beş dakika önce çok net görebildiğimiz etrafımızdaki dağlar bir anda bulutlar tarafından kapanıyor. Sonra rüzgar çıkıyor ve bulutları tekrar uzaklaştırıyor.
Jungfrau’nun en tepesine çıkmamıza artık sadece 100 metre var. 3571 metre yüksekliği görecek olmamız bizi daha da heyecanlandırıyor. Zirveye çıkışın sadece bir yolu var o da asansör. 100 metre yüksekliğe sadece birkaç dakika içinde hızlı bir şekilde çıkıyoruz. Ve nihayet zirveye çıktığımızda içimizi tarifsiz bir sevinç kaplıyor. Geçidin en yüksek noktasında yer alan 3.571 m yükseklikteki Sphinx Gözlemevi, hem etrafındaki platformlarla ziyaretçilerine mükemmel fotoğraflar sunuyor, hem de bilimsel bir araştırma merkezi olarak kullanılıyor. Buraya gelenler, bütün yorgunluklarını unutup, bu anı ölümsüzleştiriyor.
Jungfrau, aynı zamanda İsviçre’nin en büyük ve Alplerin sayılı kayak merkezlerinden biri. Tren ve teleferiklerle bağlantı sağlanan üç ana pist, 4000 metrelik Bern Alplerinin oluşturduğu muhteşem fon eşliğinde kayak yapmanıza olanak sunuyor. Bölge, her yıl böyle bir deneyimi yaşamak isteyen milyonlarca kayakçıyı ağırlıyor.
Elbette yalnızca kayak değil, kızak, kar tahtası, dağ bisikleti, buz pateni, körling, kaya tırmanışı, dağcılık, buzul tırmanışı, tenis, golf, binicilik, yelkenli, kano, rafting gibi bölgede yapılabilen pek çok değişik etkinlik de doğa severlerin ilgisini çekiyor.
Eğer yaz ortasında kışı yaşamak ve uzun süre hafızanızdan çıkmayacak bir gezi hayal ediyorsanız Interlaken ve Jungfrau’yu mutlaka görün. Pişman olmayacaksınız…
Bu yazı 2010 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 38. sayısından alınmıştır.