Gezen insanlara öncelikle sorulan sorulardan biridir: ‘Şimdiye kadar seni en çok etkileyen yer neresi oldu?’ O kadar sık karşılaşılmasına rağmen yine her seyyah, gönlünden geçen cevabı verir… Farklı sebeplerle farklı ülkeler, şehirler sayarsınız ama sonra fark edersiniz ki, bazıları daha derin iz bırakmıştır.
Yazı ve Fotoğraflar. Sevde Sevan Usak
Ben de bu soruyla karşılaştığımda fark ettim ki, beni en çok etkileyen yerler su ile yakın teması olanlar. İçinden kanallar geçen şehirler, kenarından denizlere el salladığınız ülkeler ya da nereye dönerseniz dönün, gözlerinizin okyanusla buluştuğu adalar… Ama yine de hiçbir yer ‘Ben burada yaşayabilirim,’ dedirtmemişti bana, taaa ki Zanzibar’la tanışana kadar…
Tekrar Tekrar Gitmek
Sanırım siz bu yazıyı okurken ben yine orada olacağım. Memleket gibi özlediğim, sıkça ziyaret ettiğim beldede. Zanzibar’la ilgili çokça şey okuyabilirsiniz internette. Gidenler, görenler, gezenler orada yapılabileceklere, alınabilecek günübirlik turlara, yüzülebilecek güzel sahillere dair çokça şey anlatmışlar zaten. Ki hepsi tadılması gereken lezzetler… Ama onlardan çok daha önce beni etkileyen şeylerden bahsetmeliyim. Öncelikle samimiyet… İçinize işleyen, hala güzel insanlar var şükür dedirten, o hal ve tavırlar.
Her konuda ellerinden geldiği kadar size yardımcı olmaya çalışan insanlar… Ve yüzlerden eksik olmayan tebessüm. Neşe ile işlerini yapan, size de çok fazla stres yaşatmayan insanlar. Aç gözlülükten uzak, kanaatkar ve mutlu insanlar. Adanın huzurunu daha fazla para kazanmaya tercih edenler. Aslında dört beş satırda anlatılan ve çok basitmiş gibi duran şu birkaç şey, orada geçirdiğiniz her dakikaya ayrı bir mutluluk katıyor. Adanın güzelliği, insanların güzelliği ile taçlanıyor. Tabii ada halkının neredeyse tamamının Müslüman olmasının da ayrı bir etkisi var üzerinizde. Ezan sesi duyabildiğiniz, mescidine gidebildiğiniz, parkında dahi olsa yemeğini rahatça yiyebildiğiniz, beyaz Müslümanların muhabbetle kucaklandığı bir yer ayrıca.
Unguja ve Pemba
Zanzibar adı aslında Tanzanya’ya bağlı olarak özerk yönetilen Unguja ve Pemba adalarının ikisine birden verilse de, gündelik kullanımda Unguja adası için kullanılmakta. Stone Town bölgenin başkenti. Zanzibar İran’dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş. Zangibar olarak da kullanılan ada ismi, Farsçada ‘zencilerin sahili’ anlamına geliyor. 1500’lü yılların başlarından, 1600’lü yılların sonlarına kadar Portekiz hakimiyeti altında kalan ada, Portekizlilerin ardından Umman Sultanlığı’nın denetimine geçmiş. İktidar kavgalarının ardından da, Birleşik Krallığın yönetimi ele almasıyla ada sömürgeleştirilmiş. 1890-1963 yılları arasında Birleşik Krallığın atadığı valiler ile yönetilen ada, 1963’te bağımsızlığını ilan etmiş ve 1964’te özerk bölge olarak Tanzanya’ya bağlanmış.
Darüsselam’dan Stone Town’a
Zanzibar’a nasıl gidilir diye soranlara birkaç yol önermek mümkün. Tanzanya’nın ticari başkenti olan Darüsselam’a Türkiye’den direkt uçuş var. Türk Hava Yolları ile yaklaşık 7 saatte Darüsselam’a uçmak mümkün. Uçakta dağıtılan formları önceden doldurup, havaalanına indiğinizde hızlıca hareket ederseniz çok fazla oyalanmadan kapı vizesi alabilirsiniz. Ağır hareket etmeniz durumunda biraz kuyruk bekleyeceksiniz. İniş, vize ve bagaj işlemlerinden sonra yaklaşık gece 03.00 gibi havaalanının dışında kendinizi buluyorsunuz. Eğer adaya ana karadan uçakla geçmeyi planlıyorsanız -ki yaklaşık 20 dakika sürüyor- iç uçuş için farklı bir yere havaalanına geçip 3-4 saat oyalanmanız gerekiyor.
Bu arada ben buralara kadar gelmişken bir de Tanzanya’nın en büyük şehrini göreyim, en azından bir gece konaklayayım, yol yorgunluğumu atayım diyebilirsiniz. Bu durumda bir otele geçip, gün içerisinde şehri dolaşıp akşam üzeri uçakla adaya geçebilirsiniz. Bir diğer seçenek de, Darüsselam’dan feribot ile adaya geçmek. Bu durumda yine dinlenip, geceyi ayakta geçirmek yerine bir otelde geçirip, gün içerisindeki farklı feribot tarifelerini değerlendirip adaya geçebilirsiniz.
Önceden net üzerinden feribot rezervasyonu yaptırmanız da mümkün. Ben iki şekilde de gittim adaya. Uçakla kısa sürüyor ancak, iç hat uçuşu olduğu için valiz ağırlık limiti 20 kg. İstanbul Darüsselam uçuşundaki 40 kilo bagaj limitini rahat rahat kullananlar için sıkıntılı olabilir tabii… Feribot yaklaşık 2 saat kadar sürüyor, okyanusu seyrede seyrede yol almak mümkün. Tercih size kalmış.
Köle Ticareti
Sadece benim için değil, ziyaret eden yüzlerce insan için de adadaki en hüzünlü yer burası olsa gerek: Köle Pazarı (Slave Market). Kölelerin bir nevi dağıtım noktasıymış yıllarca Stone Town. Afrika’nın farklı ülkelerinden getirilen siyahlar, bu zindanlarda dayanıklılık testine tabi tutulup beyazlara hizmet etmek üzere farklı ülkelere götürülüp satılmış yıllarca. Alt katta gördüğünüz iki zindan, gözlerinizin dolmasına sebep oluyor. 8-10 metrekare ve alçak tavanlı bu mekanlarda insanlar boyunlarından bağlanıp, hareket edemeyecek şekilde yan yana dizilip, test için 3 gün bekletiliyorlarmış.
Zincirleri hala orada görebiliyorsunuz. Erkekler bir zindana, çocuklar ve kadınlar diğerine. 3 gün sonunda sağ kalanlar, dayanıklılık testini geçip, köle olarak satılmak üzere gemilere bindiriliyormuş. Bahçedeki sembolik köle ticareti heykeli o günleri unutmamak, unutturmamak adına yapılmış olsa gerek. Köle ticaretinin merkezi olan bahçede, heykellerin hemen arkasında bir kilise bulunuyor. Kilise aynı zamanda Zanzibar’ın da ilk kilisesi.
3 Gün Pek Kısa
Ben ilk Zanzibar yolculuğumu bir grup arkadaşla Tanzanya’da safari, Zanzibar’da dinlenme şeklinde planlamıştım. Zanzibar’da sadece 3 günümüz vardı. Arkadaşlarım döndüler ancak ben bir hafta kadar kalış süremi uzatıp, adanın tadına vardım. Bolca fotoğraf çekip, bir ucundan bir ucuna dolaştım. Zanzibar için yaptığınız programın bir haftadan az olmaması gerektiği kanaatindeyim. Böylece hem gezip görmeye hem de dinlenip, denize girmeye vaktiniz olacaktır.
Aslında ilk 3 günü adanın başkenti Stone Town’da kalacak şekilde planlamak, daha sonra tercih edeceğiniz bir sahilde vakit geçirmek daha uygun gibi. Stone Town’da en az 1 tam gününüzü sokaklarda kaybolmaya ve belli mekanları gezmeye ayırmalısınız. Ben her seferinde farklı sokaklardan başlayıp, farklı sokaklardan geçerek aynı sahile çıktım. Gördüğünüz kapılar sizi büyüleyecek. Bir kısmı Hint işçiliği, bir kısmı Arap. Şehir koruma altında olduğu için bir çivi çakılamasa da, duvar sıvaları dökülmüş ve evler biraz harap gözükse de, kapılar geçmiş yüzyılların ihtişamı hakkında size yeterince bilgi veriyor.
Güzelliğin rengi çocukların yüzünde.
Ahşap oyma kapılar, Stone Town’ın simgesi haline gelmiş. Tabii kapıların zenginliği, evin sahibinin de zenginliğini yansıtıyor. Sokak aralarında oyun oynayan çocukları fotoğraflamak, dinlenen yaşlılarla selamlaşmak, çektiğiniz fotoğrafları onlara göstermek ayrı bir keyif. Hem medrese hem de devlet okulu eğitimi alan çocuklar kimi zaman entari ve takkeleriyle, kimi zaman tesettürleriyle karşılayacak sizi. Ayrıca evlerin altındaki dükkanlardan da hediyelik eşya almanız mümkün. Ahşap mask, heykel ve yağlıboya tablolar ayrı bir dikkatle incelenmeyi hak ediyor. Sokaklarda kaybolmaya bakın, nasıl olsa her durumda sahilde buluyorsunuz kendinizi.
İlk Kez Tanışılan Balıklar
Her ne kadar isimlerini bilmesem de pembe ve mavi balıkları ilk gördüğüm yer Zanzibar. Balık pazarı, kokusu sebebiyle rahat gezemeyeceğiniz bir yer gibi gözükse de biraz zorlayıp dolaşmakta fayda var. İlk kez göreceğiniz birçok türle karşılaşabilirsiniz. Balık pazarının hemen yanında baharat kokularını takip ettiğinizde bir kapalı pazar bulmanız da mümkün. Yine bir kısım tropik meyvelere burada rastlayabilirsiniz. Eğer kırmızı muz görür ya da bulursanız mutlaka tadına bakın. Çok lezzetli, bir tanesiyle bile öğün niyetine doymak mümkün. Dünya üzerinde yediğim en güzel ananasın da burada yetiştiğini söyleyebilirim. Tanıdık sebzeler, tanımadık şekillerde karşımıza çıkabiliyor yine bu pazarda.
Neredeyse yeşil fasulye büyüklüğünde bamyalar var. Sizi mest eden koku karanfilden geliyor. Dünyanın en büyük baharat merkezlerinden biri, Zanzibar. Hediyelik sunumla hazırlanmış bir çelenk karanfil, annemin mutfağında hala kokmakta. Bu sebeple ‘Baharat Kokulu Ada’da diyorlar Zanzibar’a. Zaten Stone Town’dan bir baharat turu da alıp, bir baharat bahçesini gezmeniz de mümkün. Bahçeden bir hayli büyükçe, neredeyse orman olarak tanımlanabilecek yerler buralar. Rehberler eşliğinde onlarca baharatın nasıl yetiştiğini görüp, tadına bakabiliyorsunuz. Gezinin finalinde yiyeceğiniz meyvelerin tadını da unutamayacaksınız.
Sosyal Mekanlar, Parklar
Sahil kenarındaki Forodhani Park, ada halkını daha yakından tanımak ve biraz da olsa soluklanmak için ideal bir yer. Gün içerisinde yoğun turist gruplarının yerini akşam üzeri, aileleri ile parka gelen yerel halk alıyor. Gün batımından hemen önce onlarca hatta yüzlerce çocuk birlikte denize giriyorlar.
Gün batımında denizde yüzen, oyunlar oynayan çocukları seyretmek tatlı bir huzur veriyor insana. Hava kararmaya başladığı andan itibaren açık pazara dönüşen parktan bu kez de leziz kokular yükseliyor. Denizden çıkan her şeyin piştiği tezgahların başında yerel halk dışında, turistler de yemek seçmeye çalışıyor. Şeker kamışı tezgahları, onlarca çeşit tropik meyve, tatlısı tuzlusu ama en çok da deniz ürünleri..
Rahatça yemek yiyebilirsiniz ama tedirgin olabilecek olanlar için söyleyelim, o ortamda bulunmak dahi ayrı bir zevk. Park ayrıca grupla gezenler için de iyi bir buluşma noktası olabilir. Çünkü hemen etrafında tarihi binalar ve müzeler yer alıyor. Bağımsız olarak buralara gidip daha sonra parkta grup arkadaşlarınızla da buluşabilirsiniz.
Günü Birlik Turlar
Başkentte kalıp günübirlik turlar almak mümkün demiştim. Baharat turundan bahsetmiştim daha önce. Bu tur genelde yarım günlük tur olarak alınıyor ve aşağı yukarı 3 saat kadar sürüyor. Aslında sahil kenarında kaldığınız otelden de alabilirsiniz ama baharat bahçeleri Stone Town’a yakın olduğundan oradan almak daha makul. Ayrıca tur alarak ya da yarım günlük, günlük araç kiralayarak Jozani Park ve Butterfly Center’a da gitmek mümkün. Araç kiralamak isteyenler için minik bir hatırlatma: Trafik polisi o kadar çok durduruyor ki – rüşvet de yaygın-, şoförle araç kiralamak çok daha rahat. Jozanni Park, endemik bir maymun türü olan Red Colobus Monkey’i yanak yanağa görebileceğiniz bir park.
Yine rehberle dolaşırken rahatça maymunları seyredebilir, fotoğraf çekebilir, videoya alabilirsiniz. Parkın bir diğer tarafında da Mangrov Ormanları bulunuyor. Kökleri tuzlu suda bulunan bu ağaçların tohumları, gelişim serüvenleri bir hayli ilginç. Dünyada çok az yerde görülebilir bu ormanı da gezmekte fayda var. Yine bu parka yakın bir de kelebek parkı bulunuyor. Şoförle ona göre anlaşıp o park da gezilebilir. Pek büyük olmamakla birlikte ilgi çekici denilebilir.
Ayrıca yine aynı rota üzerinden dünyanın ilginç restoranları kategorisinde yer alan Rock Restoranda görülesi, hatta önceden rezervasyonla yemek yenilesi bir yer. Benim için ilginç bir deneyime de sebep oldu. Sabah 11.00 civarları, yürüyerek restorana gittik. Birkaç saat oturup yemeğimizi yedikten sonra bir de baktık ki, restoran suyun üzerinde. Kıyıdan yürüyerek geldiğimiz yerden, sandalla döndük tekrar. Gelgitin ne kadar yoğun olduğunu da anladık böylece.
Bir Acayip Ev
Stone Town’ın neredeyse en çok ilgi çeken evi, Beytül Acayip. (House of Wonder) Feribotla adaya gelenlerin uzaktan ilk seçtikleri bina. Saat kulesi ve büyük balkonlarıyla hemen dikkat çekiyor. Tamamlandığı tarihte (1883) Doğu Afrika’nın en yüksek binası olan yer, asansörün ilk kullanıldığı, su ve elektriğin ilk yer aldığı ev olmasından dolayı ‘Acayip Ev’ olarak anılıyormuş. Ben birkaç kez
uğradım ama her seferinde restorasyonda olduğu için evin içini görmem mümkün olmadı. Yine aynı caddenin üzerinde birkaç bina daha var görülmesi gereken.
Ben National Museum’u gezdim. Bir rehber eşliğinde-müzenin rehberi- Zanzibar tarihine dair fotoğraflarla bilgiler aldım. Rehber bir hayli ayrıntılı anlattı sağ olsun. Bir dönem dispanser olarak kullanılan Old Dispansery’ de yine gayet zarif ahşap binalardan. Bir o kadar güzel olan da eski dispanserin hemen yanındaki yaşlı Banyan ağacı. Civarında taksilerin beklediği, altında şoförlerin serinlediği o güzel ağaç.
Stone Town’da Tanıdık İsimler
Stone Town ünlü şarkıcı Freddie Mercury’nin doğum yeri olması ile de ünlü. Doğduğu ev müze haline getirilmiş dense de sadece kapısında bir tabela bulunuyor. Evin alt katı da çoktan hediyelik eşya dükkanı olarak işletilmeye başlanmış. Tam da evin olduğu sokakta ağırlıklı olarak hediyelik eşya satan dükkanlar var. Benim fark ettiğim kadarıyla hediyelik eşya sektörü daha ziyade Hintlilerin, restoran ve tesisler de daha ziyade İtalyanların elinde.
Yerli halk ve anakaradan gelen Masailer daha ziyade turistlerin yanlarına gelerek ellerindeki hediyelikleri satmaya çalışıyorlar. Masailer Stone Town dışında neredeyse tüm sahil şeridinde minik dükkanlara sahip. Freddie Mercury’ye geri dönersek, sahilde aynı isimle meşhur bir lokanta var. Bana pek cazip gelmemekle birlikte, -yemeğini de pek beğenmedim- birçok turistin özel ziyaret ettiği en azından bir akşam yemeği yediği bir mekan. Stone Town’da yemek konusunda pek zorlanmazsınız ama işletmeler Avrupalıların olduğu için fiyatlar da ona göre tabii.
Gelgitlerin Ardından
Stone Town’da 3-4 gün kaldıktan sonra ada sahillerinde bir yerde daha sakin günlere yelken açabilirsiniz. Aslında kalmak isteyeceğiniz sahili biraz da ne yapmak istediğinize bağlı olarak seçmelisiniz. ‘Ben denize girmek istiyorum’ diyenler için, adanın kuzey bölgesi Nungwi en uygun yeri. Gelgitin neredeyse hiç olmadığı tüm gün denize girebileceğiniz, nispeten biraz daha kalabalık olan bölge Nungwi. Ben orada konaklamadım ancak denize girip, fotoğraf çekme imkanım oldu. Gelgiti görmek, zaman zaman yüzmek ve yürümek istiyorum.
Yerel halkla karşılaşmak hoşuma gider derseniz, Uroa ve Kwengwa gayet ideal. Ben iki yerde de kaldım. Gelgit sonrası deniz yıldızı fotoğrafları çektim. Gelgitle boşalan alanda yosun, deniz kabukları toplayan ve sonra da onları satan kadınlarla tanıştım. Söylenenlere göre Paje Plajı, rüzgarı sebebiyle ‘kite surf’ yapanlar için ideal bir yer. Kizimkazı kıyıları ise yunuslarla yüzmek isteyenler için ideal. Teknelerle balığa çıkmak, tüple dalmak, snorkelle dalmak, hepsi mümkün.
Ayrıca şu da var ki, Stone Town’da bir gününüzü ayırıp kiraladığınız araçla tüm plajları da gezebilirsiniz. Önceden rezervasyon yaptırabildiğiniz gibi, gezip görüp beğenip de tercih edebilirsiniz. Mavi Tur almak da mümkün, böylece bir görünüp bir kaybolan deniz ortası kumsallarında meyve yiyip, güneşlenip yüzebilir, Mangrov ormanlarının içinde kulaç atabilirsiniz. Tercihleriniz beklentilerinizle alakalı… Ben tüm sahil şeridini gördüm neredeyse, 2 tam gün araç kiralayıp her plajı gezip fotoğrafladım. Otel, bungalov seçimimi de Uroa ve Kwengwa’dan yana yaptım. Tenha oldukları ve ihtiyacım olan huzuru sağlayabildikleri için.
Prison Island ve Kaplumbağalar
Plajlarda dinlendikten sonra adaya veda etmeden son gün, dev kaplumbağaları görmek için de vakit ayırabilirsiniz. Stone Town’da hemen kıyıdan bir balıkçıyla anlaşıp, Prison Island’a 15-20 dakikada geçmek mümkün. 200 yaşına merdiven dayamış dünyamızın ağır misafirlerini selamlamak ve onlarla bir fotoğraf çektirmek de güzel bir final olsa gerek…
Dinlenmiş, mutlu, huzurlu ve memnun ayrılacaksınız adadan… Her daim tebessümle hatırlayacağınız güzel anılar bırakacak ada hafızanızda. Hatta döner dönmez, ne zaman tekrar gelebilirim diye düşünüp, plan yapmaya bile başlayacaksınız…
Baharat Kokulu Ada Zanzibar – Bu yazı 2014 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 87. sayısından alınmıştır.