Yazı ve Fotoğraflar: Mirza Özgür Kılıç
Arapçadaki orjinal ismi El Mağrib olan Fas’ın adı ‘batı’ anlamına geliyor. Afrika’nın en kuzeydoğusundaki bu ülkenin ismi bize Berberi ülkelerinin başkentlerinin isimleriyle anılması dolayısıyla başkenti Fez olan eski Fas Sultanlığı’ndan kalmış. Fas’a ‘Fas’ diyen başka ülke yok belki ve bu isim Fas’lılar için çok eskilerde kalmış. Fransızca’da Maroc, ya da İngilizce’deki adıyla Morocco eskiden başkentin Marakeş olması dolayısıyla kalmış. Ülkenin başkenti şimdilerde Rabat olmasına rağmen geçmişten günümüze kalan bu isimlerle anılıyor. Avrupa ile arasında dar sayılabilecek bir boğaz ve isminin batı anlamına gelmesine rağmen her yönüyle doğuda olduğunuzu hissedeceğiniz bir ülke burası.
Fas’daki yolculuğumuz Casablanka ile başladı. Kızım, eşim ve kayınvalidemle beraber şehre trenle 1 saat mesafede olan 5.Muhammed havaalanına güneşin ilk ışıklarıyla indiğimizde tekrar Afrika topraklarında olmanın heyecanı kapladı içimi. Her ülkenin olduğu gibi her kıtanın da kendine has bir rengi var. Afrika’ya karakterize bu renk sabah ışığıyla bize hoşgeldin diyerek fotoğraf çekmemi sağlıyor. Yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Casablanka Fas’ın batılı yüzü olmuş. Modern binaları, kalabalık caddeleriyle cazibe merkezi haline getirilen kent, ülkenin ekonomisinin kalbi olma özelliği taşıyor. Bu özelliklerden sıyrılıp Fas’ın orjinalini görme isteğimiz bizi eski şehir tabir edilen yüksek duvarlarla çevrili bölgeye sürüklüyor. Ülkenin her büyük şehrinde bulunan yüksek duvarlarla çevrili ‘’Medine-i kadim’’ yani eski şehir Fas’ın doğulu ya da orjinal tarafını gözler önüne seriyor. Bu yüzden Fas’da her ulaştığımız şehirde insanlara adres olarak ‘’Medine-i Kadim’’ i soruyoruz. Kalacak bir otel bulup dar sokaklarda dolaşabilmek için eski şehirler gezginler için vazgeçilmez özellikler taşıyor. Tarihi doku, tarihi insanlar ve tabi 3-5 kat düşen fiyatlar bizde buraları daha cazip kılıyor. Casablanka’nın ‘Medine-i Kadim’i Marakeş, Fez ve diğer eski şehirlere oranla küçük ve daha yeni kalıyor. Aslında bu şehrin cazibe merkezi haline gelmesinin en önemli nedenlerinden biri de 1942 de çevrilen o dönem sömürgeci Fransa, İngiltere gibi devlet vatandaşlarının koloniyel yaşamlarını konu alan ‘Casablanka’ filmi.
Eski şehrin sokaklarında ilerleyip şehri bitirdiğimizde Atlas Okyanusu’na ulaşıyoruz. Hemen sahildeki 2. Hasan Camisi devasa görünümüyle dikkatimizi çekiyor. Dünyanın en büyük minaresine sahip cami aynı zamanda Mekke’deki Mescid-i Haramdan ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’den sonra dünyanın üçüncü büyük cami olma özelliği taşıyor. Fransız bir mimara yaptırılan camideki batıya ait çizgiler ziyaretçilerinin dikkatini çekiyor.
Casablanka’dan ülkeyi tanımak için ne tarafa doğru gitmeliyiz diye düşünürken Fas’ın bize göre isim kökeni ve bir dönem Osmanlı’nın sembolü haline gelmiş fesin geldiği yer Fez şehrine gitmek üzere doğuya doğru hareket ediyoruz. Fez’e ulaştığımızda ‘Medine-i Kadim’i sorup, bir an önce dar sokaklarında kayboluyoruz.UNESCO dünya mirası listesinde bulunan bu eski şehir gerçekten içinde gezenleri zaman yanılgısına uğratıyor. Otomobillerin giremeyeceği kadar dar sokaklara sahip olduğundan trafik derdi yok. Dünyada araba girmeyen en büyük şehirlerden birisi kabul ediliyor. Yine de dar caddelerinde çarşı pazardaki insan trafiği bu sokakları oldukça renklendiriyor. Eski Fas Sultanlığı’nın başkenti olan Fez’de dönemin sultanının kaldığı saray dikkat çekiyor. Şehrin yeni Fez’e bakan kapısına yakın dar sokaklarda dolaştığımda büyükçe bir Yahudi mezarlığı ile karşılaşıyorum. Yakın döneme kadar bu şehirde Yahudilerin huzur içinde yaşadıklarını mezar taşlarının görkeminden anlıyorum. Birçoğu turistlere yönelik dükkanlarla binlerce dükkan Fas’ın birbirinden farklı ürünlerini ziyaretçilerinin ilgisine sunuyor. Tabi buralarda alışveriş yaparken pazarlık konusunda dikkatli olmak gerekiyor. Dükkancının söylediği fiyatın beşte birinden pazarlığa başlamak ve fazla yukarı çıkmamanız gerekiyor. Genelde alıcı olduğunuzu hissettirdiğinizde teklif ettiğiniz fiyata ya da çok yakınına pazarlığı bitiriyorsunuz.
Fez’in sadece eski şehrinde 114 tane tarihi cami bulunuyor. Ebu İnam , El- Attarin, Misbahiye ve Es-Saharic Medresesi şehirdeki medreselerden sadece birkaçı. Bize çok farklı gelebilecek bir cemaate sahip camiler de var. Şehrin dar sokaklarının birinde ziyaret ettiğimiz caminin içinde birçok kişi kalıyordu. Genel olarak Maliki mezhebine dahil olan Fas’lıların ibadet biçimleri gözüme çok faklı gelmese de bu camideki ambians bana ‘vay be’ dedirttiriyor.
İnsanlar Türkiye’den geldiğimi öğrenince Fas’ın genelinde olduğu gibi fotoğraf çekmeme izin veriyorlar. Bu farklı cami ve insanlarını fotoğraflamaktan oldukça keyif alıyorum. Fas’da insanlar fotoğrafa biraz tepkili yaklaşıyorlar. Bu durum bazıları için dini inançdan bazıları için ise turist nüfusunun fazla olmasından kaynaklanan rahatsızlıktan olabiliyor. Hatta bazı insanlar fotoğraf çekilince para istiyor ve vermezsen sorun çıkıyor. Fakat nerde olursanız olun Türkiye’den gelmiş olmanın ayrıcalığını hissediyorsunuz. Kapılar açılıyor ve hiç fotoğraf çektirmeyen insanlar size poz vermeye başlıyor. Avrupalı ya da Müslüman olmayan turistlerden oldukça sıkılmış olan halk Müslüman gezginlere özel ilgi gösteriyor.
Fez’den yine Fas’ın en önemli şehirlerinden birisi olan Marakeş’e hareket ediyoruz. Tarihi şehrin yanında oldukça gelişmiş ve büyük bir yeni şehire sahip Marakeş, eski başkent olmasına rağmen halen birçok alanda ülkenin kalbi niteliğinde. Marakeş’in kalbi de şehrin tam göbeğinde bulunan Camiü’l- fena yani Türkçe anlamıyla Fanilerin Meydanı. Dünyanın en hareketli meydanlarından biri olan bu meydanda yılın her günü bir festival havası var. Benim gibi bu şehre yeni gelenler bu meydandaki cümbüşün özel bir günden kaynaklandığını sanıyorlar. Her gün meydanın bir tarafına konulan portatif lokantalarda Fas’ın zengin mutfağından yemekleri uygun fiyata yiyebilirsiniz. Meydanın diğer taraflarında da sokak müzisyenleri, yılan ve maymun oynatıcıları, hikaye anlatıcıları, palyaço kılıklı şaklabanlar ve danscılar gelenlerden para toplamak için türlü numaralar yapıyorlar. Bunların fotoğraflarını çekmek istiyorsanız ve para vermeyi de istemiyorsanız dikkatli olmalısınız. Yoksa mesela benim yaptığım gibi elinde bir kaç yılan olan bir adamla itiş kakış yapabilirsiniz. Ama ne kadar sinirlenmiş gibi görünselerde yılanları gezgingezgingezgingezgingezgingezgingezgingezginüzerinize atmıyolar.
Marakeş yaklaşık bin yıl çölün ortasında bir ticaret merkezi olarak önemini korumuş. Geçmiş devirlerin görkemini yansıtan bir çok yapıyı görebilirsiniz. Şehri isterseniz yürüyerek isterseniz de atların çektiği masalsı faytonlarla gezebilirsiniz.Eski ve yeni Marakeş arasında müthiş bir zaman farklılığı var. Ülkeyi keşfetmeye gelen yabancıların hemen hepsi bu şehirde de eskiyi tercih ediyor.
Eski Marakeşin girişinde bulunan Kutubiye Camii Marakeş’in sembolü olmuş. 12. yüzyılda inşa edilmiş olan bu yapı, Marakeş’te görülmeye değer yapılar arsında yer alıyor. Minarenin her yüzü ayrı bir desenle süslenmiş. Bahai Sarayı, Palmeraie (Palmiye) Koruluğu, Aguedal Bahçeleri eski devirlerin huzur dolu ambiansından izler taşıyor.
Fas’da birazda sahra havası almak isteyip güneye doğru Tikşa Dağ’ını aşıp Varzazat’a geliyoruz. Burası ülkenin sinema sektörünün bir nevi merkezi olmuş bir yer. Şehre yaklaştığımızda bedevi görünüşlü bir adamın yönlendirmesiyle gittiğimiz çölün ortasında bir Kabe dekoruyla karşılaşıyoruz. Kabe’nin 14. yüzyıldaki görünümünü tasvir eden dekor, Fas’lı meşhur gezgin İbni Batuta’nın serüvenini anlatan bir film için kurulmuş. İbni Batuta yaklaşık 30 yıl sonra döndüğü memleketi Tanca’dan hacca gitmek üzere ayrılıyor. Bu niyetle başladığı yolculuk içindeki gezme aşkının açığa çıkmasına neden oluyor. Uğradığı yere tekrar uğramayarak saymakla bitmez bir coğrafyada Çin’den Hind’e, Avrupa’dan Afrika’ya o zamanki dünyanın neredeyse tamamını dolaşıyor. İbni Batuta’nın Seyahatname’sini daha önce hayretle okuduğumdan Fas’a gelişim ve hatta burada gördüğüm dekor beni heyecanlandırıyor.
Varzazat, yine ‘’Medine-i Kadim’’ i olan çölün ortasına kurulmuş toprak renginde bir şehir. Kasbah denilen köylerle insanların nasıl estetik ortamlarda yaşadıklarına şahit oluyorsunuz. Palmiye ağacı liflerinden ve balçıktan yapılan evlerde birbirine yakın yaşamak kasbah insanını güvende tutuyor olmalı. Böyle bir kasbah yakınında bir deve kiralayıp kızımla çevrede küçük bir gezinti yaptık. Devenin yol alırkenki o hakim duruşu ve yürüyüş ritmi yol ne kadar uzun olsa bile sıkılınmayacak gibi gelen bir neşe veriyor. Devenin insan için uzun yollarda mükemmel bir yol arkadaşı olabileceğini düşünüyorum bu kısa gezintide.
Tekrar Marakeş’e dönüyoruz ve kızım, eşim ve kayınvalidemin bu ülkedeki tatilleri sona eriyor. Ben kalmayı tercih edip şimdiye kadar biraz turist gibi gezdiğim bu ülkede şimdi daha rahat ve yavaş gezmeyi düşünüyorum. Güvenli yollardan klasik turistik gezi şeklinde dolaştığımda bir ülkeyi anlamanın çok uzun zaman alacağını düşündüğümden yanımda beni bu tarza mecbur eden birileri olmazsa kendi yöntemlerimle dolaşmayı daha uygun buluyorum. Otostopla Marakeş’den batıya doğru ilerliyorum. Tanıştığım bir adamın köyünde bir gece kaldıktan sonra Fas’da olduklarını öğrendiğim gezgin-hippi arkadaşlarla buluşmak üzere Essavera’ya doğru otostop çekiyorum. Atlantik kıyısındaki şehrin yaklaşık 10 km. uzağında sözleşmemize rağmen onları orada bulamıyorum. Okyanus kenarındaki tarihi harabelerde korunaklı bir yer bulup geceyi geçiriyorum. Kaldığım yerin üstü yarım kapalı olmasına rağmen gece bastıran yağmur ve çok yakına düştüğünü zannettiğim yıldırımlarla unutamıyacağım bir gece geçiriyorum. Ertesi sabahda arkadaşlarla buluşuyoruz. Timur ve Yunan Vasili birlikte geziyorlar. Otostopla Türkiye’den Avrupa’da birkaç tur attıktan sonra Fas’a gelmişler. Daha öncede farklı yerlerde birlikte gezdiğimiz bu arkadaşlarla Atlantik sahilinde karşılaşmak güzel oluyor. Onların planı Moritanya’yı geçip Senegal’e gitmekken Vasili’nin pasaportunu ve parasını çaldırmasıyla sekteye uğruyor. Kuzeye Rabat’a gidip pasaport yenilemeyi ve Moritanya vizesi almaya karar veriyorlar. Bu plan daha sonra yaşanan bazı aksilikler neticesinde daha sonra yine değişiyor.
Essavera’da okyanus kenarındaki harabelerde Timur, Vasili ve onların Fas’da edindiği birkaç arkadaşla çok güzel zamanlar geçiriyoruz. Herbirisi bir müzik aletini ustaca çalarak güzel bir harmoni yakalanıyor. Her gün büyük dalgaların vurduğu okyanus sahilinde 10 km yol giderek Essavera’nın eski şehrinde çarşı pazar yapıyoruz. Eski şehrin girişindeki Portekiz’lilerden kalma ve o devirden topların hala üzerinde olduğu kaleden okyanusu seyrediyoruz. Yine yüksek duvarlarla çevrili bu şehirde insanlar stresden uzaklar gibi görünüyor. Aslında bu durum Fas’da gezdiğim her yerde dikkatimi çekti. Toplumun ruh halinin bu denli barışcıl olması bende son zamanlarda Kuzey Afrika’da başlayan ve Suriye’ye kadar domino etkisiyle devam eden dış destekli devrimci tablonun Fas’da pek tutmayacağı sonucunu doğurdu. İnsanlar Hindistan’daki ifadesiyle oldukça ‘Şanti’ takılıyorlar ve bu yüzden bu coğrafyaya savaşın kolay kolay egemen olamayacağını düşünüyorum .
Essavera’dan ayrılıp otostopla tekrar Merakkeş’e gelip 20 dirhemlik-ki bu 3.5 lira eder- bir otelde birkaç gün kalıp ardından da yine otostopla Casablanka’ya doğru yol aldık. Tırıyla bizi alan Ali ile Casablanka’ya kadar gidip gece geç saatte şehre ulaştığımızda Ali kaptan bizi evine davet etti. Gerçekten her anlamda tam tekmil bir misafirperverlik örneğiyle karşılaşıyoruz. Burdan sonra Casablanka’nın keşfedilmiş bir yer olması ve daha çok arazide zaman geçirme isteğimizden Fas’lı bir arkadaşın tavsiyesi üzerine Casablanka’ya 30 km. mesafede yine Atlas sahilinde Tamaris yakınlarında bir mağarada kalmaya başlıyoruz. Okyanus manzaralı mağara bize tam bir barınak oluyor. Mağara ağzına yaktığımız ateşte yemeklerimizi pişirip çay yapıyor ve Atlas Okyanusu’nu seyre koyuluyorduk. Geri dönüş uçağımın olduğu gün sabah istemeden bu mağaradan ayrıldım. Aynı günün akşamında İstanbul’da evde olmam bana zaman-mekan algısında sapmalar yaşattı ve kendi kendime söylemeden edemedi: ‘İnsanoğlu kuş misali’.
Bu yazı 2011 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 52. sayısından alınmıştır.