Cuma , 29 Mart 2024

Floransa

Bir yolculuğun başında güzel bir arabanın içindeyiz…Fonda Paola Nutini Güzel sesiyle “Candy” söylüyor. (Bu yazıyı  bu müzik eşliğinde okumanızı etkisini hemen farkedeceğinizi not düşüyorum.) İki  günlük Roma gezimizin ardından Roma tabelaları bir bir azalmaya başlıyor. Köprüden önce son çıkış gibi son Roma tabelası bizi geri döndürmeye çalışıyor sanki .Kanmıyoruz ona ve yeni maceramıza doğru Firenze tabelasını takip edip yola koyuluyoruz.

Yazı ve Fotoğraflar: Asiye Yılmaz

Açık Hava Müzesi

İçimde bir yandan  Roma’yı arkada bırakmanın burukluğu, bir yandan da Floransa’ya gitmenin heyecanıyla  güzel müzikler eşliğinde camdan dışarıyı izlemeye başlıyorum. Gidip bir yeri gezip görmek kadar, sadece yolda olmayı,yolculuğu seven biri olarak Floransa’ya ulaşana kadar geçen üç saatin, benim için ne kadar keyifli geçtiğini söylememe gerek yok herhalde..

Roma – Floransa yolculuğunda yeşillkler içinde küçük köyler ,yol kenarlarında keçiler,kuzular yol boyunca bize eşlik ediyor. Bir an sanki Floransa’ya değil Karadeniz’de bir yere doğru yolculuk ediyormuşum gibi hissediyorum. Yolculuk zaman ilerledikçe burası İtalya demeye, farklılaşmaya başlıyor. Yüksek kayaların tepesine kurulmuş ,oval bir şekil almış kale şeklindeki kasabalar, ortaçağın izlerini hala taşıyan Toscana bölgesinin merkezi Floransa’ya yaklaştığımızı bize haber veriyor.

İçinde  Floransa, Pisa, San Gimignano, Siena, Pienza ve Val d’orcia şehirlerini barındıran İtalya’nın, en sevilen, en çok turist çeken bölgelerinden biri olan Toscana bölgesine girdiğimizi, değişen binalar ve doğasıyla hemen fark ediyoruz.

Meşhur Toscana bölgesine ait ağaçlar arasında gün batmak üzereyken, Floransa’ya son 30 km. tabelasını  görüyoruz. Sağ tarafta gün batımıyla kızıllaşan tepeleriyle karlı dağlar, önümüzde mavinin kızılın mora dönüştüğü gökyüzüyle, güneşi batırmak üzere olan Floransa…Heyecanlanıyoruz..

Aklımda kaçırdığımız gün batımı manzaralı Floransa fotoğrafarıyla (ertesi gün ne yapıp ne edip gün batımını en güzel Floransa fotoğraflarının çekildiği Piazza Michelangelo tepesinde karşıladığımızın notunu da düşüyorum.) hava kararmak üzereyken Floransa’ya  giriş yapıyoruz. Yolunu izini bilmediğimiz bir şehirde araçla oteli  bulmamızın ne kadar zor olabileceğini az çok tahmin edersiniz. Bilinmezliklerin üzerine bir de tarihi dokusu korunmuş, araç trafiğine kapalı yolların, dar sokakların çok olduğu Floransa’ da  park yeri bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Bir saatlik uğraşın sonunda arabamızı park edip Floransa’ da ulaşımın merkezi konumunda olan Santa Maria Novella tren istasyonuna çok yakın olan otelimize eşyalarımızı bırakıp kendimizi Floransa sokaklarına atıyoruz.

Yorucu bir yolculuğun ardında ilk işimiz karnımızı doyurmak oluyor. Otelimize yakın bir yere oturup bir yandan yemeklerimizi yiyip bir yandan da yarın ki planımızı yapıyoruz. Floransa’yla ilgili araştırma yaparken hep oraya kadar gelmişken, Toscana bölgesini, diğer meşhur şehirleri Pisa ve Cinque Tereyi görmeden dönmeyin yazılarını okuduğumuzdan elimizde olan bir güne hem Floransa’yı hem de bu iki şehri sığdırmayı hayal etmiştik. Bu hayalimizin ne kadar gerçekten uzak olduğunu ilk olarak oteldeki resepsiyon görevlisi Tonton Amca bize hatırlatıyor. Tonton Amca Floransa’yı gezmeden buralara gitmenin yanlış olduğunu, oraları başka bir gezimize saklamamız gerektiğini öneriyor. Planımızı yaparken Tonton Amcayı dinleyip 5 köyden oluşan rengarenk evleriyle, deniz manzaralı tepelere kurulmuş Cinque Terre’yi hakkını vererek gezmek için yaz ayına bırakıyoruz. Trenle Floransa’ dan 40 dakika süren Pisa’yı gelmişken görelim deyip, yarın sabah  Uffizi Galerisini gezdikten sonra  trenle gitmeye karar veriyoruz. Pisa’yı bir iki saatte gezip tekrar kısa bir Floransa turu yapıp gün batımını Piazza Michelangelo tepesinde karşılayıp hava kararırken de Venedik yollarına düşmeyi planlıyoruz.

Romada tecrübe ettiğimiz gibi saati saatine planladığımız günümüzün ne kadarını gerçekleştirebileceğimizi yarın yaşayarak öğreneceğiz. Sıra Floransa da ki tek akşamımızı yaşamada..

Floransa Sokaklarında…

Floransa sokaklarına adım attığım anda, farklı bir çağda olduğumuz hissine kapılıyorum.14.yüzyıldan bu yana sanki hiç bozulmamış gibi duran daracık sokaklar, kocaman eski taş binalar, bizi yüzyıllar öncesine götürüyor. Rönesans’ın başladığı; Dante’nin, Makyavel’in doğduğu, Da Vinci’nin yaşadığı muazzam bir şehirde köşeyi dönünce karşıma at arabası, ortaçağ kostümlü insanlar çıksa,  hiçte yabancılık çekmeyeceğimi hissediyorum..Dokusu çok az bozulan, her köşesi çok değerli sanat eserleriyle dolu bu şehirdeki ortaçağ havası ve yaşanmışlık hissi beni çok etkiliyor.

Yolculuğumuzun ilk başlangıç noktası otelimize ve tren istasyonuna çok yakın olan  çan kulesiyle Floransa’ya adım atan turistlerin ilk gördüğü manzaralardan biri ;Santa Maria Novelle bazilikası  oluyor. Ön taraftan dev çan kulesiyle dikkat çeken bu yapının arka tarafına geçince bizi bir süpriz bekliyor. Kilisenin giriş bölümü beyaz mermer üzerine siyah süslemelerle yapılmış. Arkadan kahverengi eski taşlarla örülmüş bazilikanın sanki yapıdan bağımsız gibi duran mermer yüzü, ayrı bir güzellik katmış. Kilise bir meydana açılıyor. Ortasında kaplumbağa figürü üzerine oturtulmuş durumda bir dikilitaş bulunan bu meydan da  hediyelik eşya satın alabileceğiniz ufak çadırlar kurulmuş. Saat 8’ de yaşamın durduğu Roma’dan sonra burada da dükkanların kapanmış olmasına şaşırmıyoruz. Kış günü olduğu için çok kalabalık olmayan sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. Önümüzde ki hedef Floransa’nın her noktasından devasa kubbesiyle görünen yön bulmadan bize yardımcı olan Duamo Katedrali  oluyor. Dar bir sokaktan geçtikten sonra karşımıza dikilen bu beyaz mermerin dantel gibi işlendiği devasa boyutlardaki katedral bizi şaşırtıyor. Akşam ışıklandırmasıyla ayrı bir güzellikte olan Duomo’ ya da uzun adıyla Santa Maria del Fiore, 13 ve 14.yüzyıllarda haç şeklinde inşa edilmiş. Mermer ve küçük heykellerle süslenmiş ön cephesi ile son derece gösterişli duruyor. Büyük bir mimarlık harikası olarak kabul edilen kubbesi ise Rönesans dönemi pek çok kubbeye ilham kaynağı olmuş. Hemen yan tarafında ana yapıdan bağımsız bir çan kulesi var. Campanile adı verilen bu kule 82 metre yüksekliğinde ve 414 basamakla çıkılıyor. Merdiven çıkma konusunda tecrübeli olduğumuz için bu sefer bu tecrübeyi yaşamasakta olur deyip yolumuza devam  ediyoruz.

Katedralin yanındaki bir diğer yapıda vaftizhane. Bugünkü yapısına 11-12. yüzyılda ulaşan Vaftizhane (Baptistery) sekizgen bir şekle sahip. Dış cephesine de yeşil ve beyaz mermer kullanılan vaftizhanenin katedral tarafındaki kapısı; bronz kapı “Cennetin Kapısı” olarak biliniyor. Altın sarısı renginde ve dini motifler içeren on farklı panelden oluşan kapı güzel bir kopya, orijinali Katedral Müzesinde sergileniyormuş. Pek çok ünlünün yanı sıra 19. yüzyılın sonuna kadar tüm Floransalı Katolikler burada vaftiz edilmişler. 1000 yıl öncesine ait, büyüklüğü ve mimarisiyle herkesi etkileyen Floransa’nın simgesi Duamo’nun karşısına oturup bir süre izliyoruz. Sabah çok erken bir saatte Uffizi galerisinde randevumuz olduğu için akşamı erken bitirmeye; kalan yerleri gündüz gözüyle görmeye karar verip otelimize dönüyoruz. Sabahı Roma’da, akşamı Floransa’da karşıladığımız yorucu ama keyifli bir günün ardından ortaçağ hayallerine dalmak üzere uykuya dalıyorum.

Floransa’da ilk sabahımız telaşla başlıyor. Önünde saatlerce kuyruk beklendiğini okuduğumuz dünyanın en meşhur galerinden biri olan Uffizi Galerisi’ne vakit kaybetmemek için gelmeden önce saat 8’ e randevu almıştık. Günlerin verdiği yorgunlukla geç uyanıp bir koşuşturmacanın içinde buluyoruz kendimizi. Akşam kısa bir tur yaptığımız yollardan bu sefer koşturarak geçiyoruz. Bizim telaşımıza rağmen şehir o kadar huzurlu duruyor ki, şehrin, sokaklarının sesi bile farkını gösteriyor. Arnavut kaldırımda bisikletlerin tekerlek sesleri, sağda solda sıkça karşılaştığımız Vespa sesleri, uzaktan duyulan müzikler, şehrin keyfini çıkarın diye bizi uyarıyordu sanki…Her zaman ki gibi yetişme telaşı ağır basıyor ve tadını çıkarmak başka bir sefere diyerek koşturmaya devam ediyoruz. Akşam keyifle izlediğimiz Duamo’nun yanından koşar adım uzaklaşıp, ara sokaktan Repubblica Meydanı’na ulaşıyoruz. Kare şeklindeki büyük meydan, şehrin ilk forum meydanıymış. Yani eski Roma döneminde şehrin kalbinin attığı yer burasıymış. Bu meydandan Flornsa’da alışverişin kalbinin attığı yer olan Calzaiuoli Caddesi’ne çıkıyoruz.Bu caddenin bile kendine has bir havası var. Tarihi binaların altında aslı bozulmadan yapılmış mağazalar güzel süslenmiş vitrinleriyle caddeye ayrı bir hava katıyor. Bu caddenin sonu meşhur Piazz della Signoria meydanına ulaşıyor .Uffizi Galeri’si bu meydanın içerisinde bulunduğu için meydanı incelemeyi Pisa dönüşüne bırakıp, randevumuza yetişiyoruz.

Uffizi Galerisi…

Kitaplardan okuduğumuz bir devre adlarını yazdırmış Leonardo da Vinci, Michelangelo, Boticelli, Caravaggio gibi ünlü sanatçıların eserlerinin sergilendiği sanattan anlasın ya da anlamasın (bizim gibi=)) Floransa’ya gelen herkesin ziyaret etmeye kendini mecbur hissettiği, dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden birisi Uffizi Galerisi. 1560 yılında Floransa’nın meşhur Medici ailesinden Toscana Dükü Cosimo tarafından mimar Vasari’ye yaptırılan galeri, birbirine küçük bir koridorla bağlanan iki uzun ve birbirine paralel iki binadan oluşuyor.U” şeklindeki binada bir ve üç no’lu uzun koridorlar, iki no’lu kısa koridorla birbirine bağlanıyor. Biz soldaki binaya giriş yapıyoruz. Geniş ihtişamlı merdivenlerden çıkarak heykellerin bizi karşıladığı bir kapıdan, galerinin bir no’lu koridoruna giriş yapıyoruz. Koridorlar boyunca da sağlı sollu heykeller, işlemeli ve resimli tavanlar uzanıyor. Heykelleri ve tavanları inceleyerek oda oda gezmeye başlıyoruz. Girdiğimiz her odanın kapısında ve içinde; bizi eserleri koruyan görevliler karşılıyor. Rehberimiz olmadığı için, yine her zaman olduğu gibi eserleri altlarındaki yazılardan anlamaya çalışıyoruz.1500 tane eserin bulunduğu Rönesansın en önemli eserlerini barındıran bu müzeyi anlatmakta yetersiz olduğumu şimdiden söyleyeyim. Gitmeden önce araştırdığım en meşhur eserlerin yanında, diğerlerinden biraz daha fazla sure durarak, kendimce incelemeye çalışıyorum. Teknik olarak yorumlayamasamda meşhur olmayı hakkettiklerini söyleyebilirim. Galerinin en meşhur eseri Boticelli’nin, ‘Venüs’ün Doğuşu’ tablosu. Onun dışında Leonardo da Vinci’nin ünlü “Müjde” tablosu, Michelangelo’nun “Kutsal Aile ve Aziz John” tablosu, Caravaggio’nun “Medusa”sı da dikkat çeken diğer eserler. Bu eserlerin önünde kalabalık biraz artıyor. Hakkını veremesekte, birinci binadaki eserleri inceleyerek diğer binaya geçiş yapacağımız koridora geliyoruz. Bu kısa koridorun sonundaki camda herkes toplanmış fotoğraf çekmeye çalışıyor. Yaklaştıkça bu camdan güzel bir Vecchio Köprüsü manzarası olduğunu görüyorum. Hakkında çok şey okuduğum, merak ettiğim Vecchio köprüsünün ilk fotoğraflarını buradan çekiyorum.

Uffizi’nin ikinci binasını, Pisa trenine yetişmek için daha kısa süre de geziyoruz. İnsanların gezmek için günlerini ayırdığı, dünyanın en meşhur galerisinden birini de 2 buçuk saatte fethediyoruz. Roma da dahil olmak üzere bu dört günde resim ve heykelden ne kadar az anladığımı farkediyorum.

Saat 11:00 deki hızlı Pisa trenine her zamanki gibi bir koşuşturmacanın sonunda yetişiyoruz..Önümüzde 45 dakikalık bir yolculuk var. Bu süre sabahtan beri koşturan bize iyi geliyor. Etrafı izleyip dinlenerek Pisa’ya iniyoruz.

 Pisa….

Tren istasyonu Pisa kulesine 20-25 dakikalık yürüyüş mesafesinde. İlk olarak yürüsek mi yoksa otobüse mi binsek? karar veremiyoruz. Biraz dinlenmişken yürümeye, dönüşte otobüse binmeye karar verip başlıyoruz yolculuğa .Pisa’ da görmeye değer sadece kule olduğunu o yüzden pek bir şey beklemememiz gerektiğini çok duymuştum. Fakat Pisa; sokaklarında yürüdükçe,  tarihi 2-3 katlı evleri, dar sokaklarıyla, sakinliğiyle farklı bir havası olduğunu hemen hissettiriyor. Araçtan çok bisiklet gördüğümüz bu küçük yerde, sağlı sollu dükkanların olduğu tarihi binaların arasından geçip, belediye binasının olduğu meydana geliyoruz. Meydandan sokak pazarının kurulduğu bir alana çıkıyoruz. Biraz pazarda dolanıp ara sokaklara girince kayboluyoruz. Pisa’ya nasıl ulaşacağımızı sorduğumuz İtalyan bir teyze, kendisininde oraya gittiğini söyleyip bize yol boyu eşlik ediyor.

Floransa’yı ikiye bölen Arno nehri Floransa’nın içinden geçerek Pisa’ya kadar ulaşıp, buradan denize dökülüyormuş. Pisa’da Arno nehri üstünde Floransa da ki gibi estetik olmasa da köprüler bulunuyor. Bu köprülerin birinin üzerinden nehrin üzerine düşmüş renkli evlerin yansımasını ve martıları besleyen amcayı çekip yolumuza devam ediyoruz. Özge ve ben fotoğraf çekmekle uğraşırken Seyit, İtalyan teyzeyle sohbeti koyulaştırmış.Yanlarına gittiğimde iki farklı dili konuşup anlaşan iki insan görüp, gülüyoruz. Sokağın sonunda bütün güzelliğiyle Pisa Kule’si görünüyor. Teyzeyle vedalaşıp Mucizeler Meydan’ I (Piazza dei Miracolide) adı verilen meydana giriyoruz.

Pisa Kule’si…

Meydana girdiğimiz anda yemyeşil çimenlerin üzerinde, bembeyaz Vaftizhane, Katedral ve Katedralin çan kulesi olarak yapılan meşhur eğik Pisa kulesi, bütün ihtişamıyla bizi karşılıyor. Yıllardır fotoğraflarda tek gördüğüm Pisa Kulesi’nin yalnız olmadığını, bir kompleksin parçası olduğunu o an anlıyorum.

14.yüzyılda tamamlanan kule 56 metre yüksekliğinde ve sütunlardan oluşan 6 tane yuvarlak parçanın üst üste oturtulmasıyla oluşturulmuş. Yapımında dahi başlayan eğilmenin sebebi ise zemin toprağının yumuşaklığı ya da kulenin altından geçen su akıntılarıymış.  Bu sebeple kule her 100 yılda 7 cm. eğilmekte. Yaklaşık 5 derecelik eğime ulaşan kuleyi korumak amacıyla 1993 yılında eğimin ters yönünde toplam 870 ton ağırlığında taşlar inşa etmişler . Bunun yanında yine eğimin ters tarafında zeminden tonlarca toprak çıkararak kuleyi dengelemeye çalışmışlar.  Bu işe yaramış, eğim azalmış ve kule 18. yüzyıldaki konumuna geri dönmüş. Uzmanlar bu kurtarma çalışmalarının kuleyi en az 300 yıl daha ayakta tutacağına inanıyorlarmış. 1993 yılında ziyarete kapanan kule 2002 yılında tekrar ziyarete açılmış.  Kulenin dengesi için bir seferde sadece 40 kişinin kulenin tepesine çıkmasına izin veriliyormuş. Bu sebeple özellikle yaz aylarında çok uzun kuyrukların oluştuğu söyleniyor.  Bizim gezi kış ayına denk geldiği için burada da kuyrukla karşılaşmıyoruz  fakat o kadar merdiveni çıkmak yerine, çimlerin üzerine oturup, uzaktan keyifle incelemeyi tercih ediyoruz.

Güneşli bir günde çimlerin üzerinde biblo gibi duran bu binaların arasında saatlerce oturabileceğimi düşünürken bir yandan da etraftaki meşhur Pisa pozunu veren insanları izliyorum. Kulenin ön tarafına geçmiş elleriyle kuleyi düzeltmek için şekilden şekile giren bir sürü komik insan. Onları o halde gördükten sonra o meşhur pozu vermekten vazgeçip sadece önünde fotoğraf çektirip hediyelik eşya satanların olduğu bölüme geçiyoruz. Bütün gezi boyunca alamadığımız hediyelik eşyaları buradan aldık diyebiliriz. Biz hediyelik eşya alırken bir anda etraf kalabalıklaşıyor. At üzerinde birkaç adam onların etrafında elinde pankartlar taşıyan bir grup, bir şeyi protesto ediyor. Ne olduğunu tabii ki anlamıyoruz. Ama şunu söyleyebilirim, bizim buradaki protestolara hiç benzemiyor. Gayet sakin bir şekilde eğlenerek protestolarını bitirip meydandan uzaklaşıyorlar. Bir anda hareketlenen Mucizeler Meydanı, grubun gitmesiyle tekrar eski sakinliğine geri dönüyor. Alacak olduklarımızı aldıktan sonra, son kez meydana bakıp fotoğraflarımızı çekip, dönüş yolculuğuna geçiyoruz.

Saat 4  gibi tekrar  Floransa’dayız…Planımız, kalan beş saatimizde sabah koşturarak yanından geçtiğimiz yerleri son kez görmek ve  günü Piazza Michelangelo tepesinde sonlandırmak.

Navano tren istasyonuna indiğimiz an, 24 saati bile doldurmadığımız bu şehre ne kadar alışmış olduğumuzu, ne tarafa gideceğimizi düşünmeden hemen yola koyulduğumuzda fark ediyoruz. Her zaman olduğu gibi başlangıç noktası Santa Maria Novelle bazilikası oluyor. Bazilikanın bulunduğu meydan da hediyelik eşya satan çadırlar açık fakat, Pisa ‘da bu hakkımızı doldurduğumuz için yanlarına bile yaklaşmadan yolumuza devam ediyoruz.

Ara sokaklardan geçerek ikinci noktamız olan Duamo’ya doğru yol alıyoruz. Floransa’ da her an karşımıza çıkan Vespalı şık bayanlar ,bisiklet süren genç ve yaşlılar buranın dokusuna o kadar uygun ki arada gördüğümüz araçlar bende buraya ait değilmişler hissi uyandırıyor. Sokakların arasından bir anda devasa boyutlarıyla Duamo Katedral’i bütün ihtişamıyla yine karşımıza dikiliyor.Yine ilk gördüğüm an hissettiğim gibi hiç beklemediğim bir anda, dar sokakların sonunda karşıma çıkan bu rengarenk mermerlerle işlenmiş katedral beni şaşırtıyor. Önünde biraz oturup son kez Duamo’yu fotoğraflayıp asıl ulaşmak istediğimiz Signoria Meydanı’na doğru hareketleniyoruz. Güzel süslenmiş vitrinleriyle ünlü markaların mağazalarının bulunduğu Calzaiuli caddesinden geçerek  Piazza della Signoria’ya ulaşıyoruz. Meydanda ilk dikkat çeken bina “L” şeklindeki 15.yy’ da  Medici Ailesi’nin saray olarak yaptırdığı, şu an ise hükümet binası olarak kullanılan Palazzo Vecchio oluyor. Bu meydana girdiğimiz anda, Floransa’yı Floransa yapan sanat aşığı Meddici ailesinden bahsetme zamanı geldi.

Meddici Ailesi… 

13. ve 17.yüzyıllar arasında dönemin en güçlü ailelerinden biri olarak, hem kiliseye karşı devrimci sanatçıların en önemli sığınma kapısı olmuş, hem de Rönesans’ın şekillenmesinde çok önemli rol oynamışlardır. Da Vinci’den Michelangelo’ya, Dante’den Galileo’ya kadar bir çok sanatçı, ailenin koruması altında yaşamış, birçok yapıtını ailenin evlerinde ve atölyelerinde ortaya çıkarmışlardır. Daha sonra ticaretten kazandıkları parayla banka kurup, ekonomik ve siyasi alanda hakimiyetini ilerleten aile, böylelikle III. Papa ve birçok Floransa hükümdarı yetiştirmiştir.

İşte  Meddici ailesinin sarayı da bu meydanda..  Saray Meddici ailesinin ünlü ressamlara yaptırmış olduğu heykellerle dolu. Belediye binasının hemen giriş kapısında devasa iki heykel bulunuyor. Bunlardan ilki ve en çok ilgi göreni, sol taraftaki Micheleangelo’nun 5 metre 17 santimetre yüksekliğindeki Davud Heykeli. İnsan anatomisinin en gerçekçi, estetik ve doğal nitelikleriyle ortaya konulduğu bu eser; 15.yüzyılın başlarında bir özgürlük sembolü olarak Signoria meydanına yerleştirilmiş. Fakat ilerleyen zamanlarda korunması amacıyla buradan alınarak, Accademia galerisine taşınmış. Burada bulunan ise aslının birer kopyasıymış. Kapının sağ tarafında ise Bandinelli tarafından gücün simgesi olarak yapılmış olan “Hercules and Cacus” heykeli var. Mermer ve taşlarla neler yapılabileceğini gözler önüne seren bu eserleri, hayretle izleyerek yan taraftaki heykellerle süslü ünlü Loca’nın (Loggia della Signoria) olduğu tarafa geçiyoruz.14. yüzyılda Medici ailesinin törenleri rahatça izleyebilmesi için inşa edilen loca, bugün için onlarca heykelin sergilendiği bir açık hava müzesi gibi. Zaten buradaki eserlerde Uffizi galerisine ait. “Buradaki heykellerin içinde en dikkat çekeni, insanların en çok incelediği ve en meşhuru Cellini’nin bronzdan yapılma ‘’Perseus heykeli’’ oluyor. Perseus’un Medusa’nın başını kopardıktan sonra havaya kaldırması sahnesini anlatan, sağ elinde kılıcı sol elinde ise Medusa’nın başı olan heykelin yapımı 10 yıldan fazla sürmüş. Locanın bulunduğu merdivenlere oturup biraz dinleniyoruz. Uzaktan Hükümet binasının yanında ki meşhur Neptün Çeşmesi’ne bakıyorum.16. yüzyılda Ammannati ve onun öğrencileri tarafından inşa edilen havuzun ortasında Deniz Tanrısı Neptün heykeli ve etrafında da deniz atları ve deniz kızları bulunuyor.

Bu meydana şöyle durup baktığımda, Floransa’ya neden açık hava müzesi dendiğini bir kez daha anlıyorum. Sıra açık hava müzesi olan Floransa’yı bir de gün batımında tepeden görmede.

Bunun için önümüzde 20-25 dakikalık bir yürüme yolu var. Signoria meydanınında Arno nehrinin kıyısına çıkıyoruz. Nehir kıyısına çıktığımız anda bütün güzelliğiyle Vecchio köprüsü karşımızda duruyor. Rengarenk boyanmış, birbiri üstünde bazıları yamuk biçimde duran yığınlardan oluşmuş evler, uzaktan çok hoş görünüyor. 1345 yılında  Arno Nehri’nin en dar noktasına yapılmış olan köprünün en ilginç özelliği, üzerinde çarşının bulunduğu, dünyadaki dört köprüden biri, hatta en meşhuru olması. Bu dört köprüden biri de bize hiç yabancı değil. Bursa’da bulunan Irgandı Köprüsü de üzerinde çarşı bulunan bu dört köprünün içinde. Diğerleri de Venedikte ki Rialto köprüsü ve Bulgaristan ‘da ki Osma köprüsü.

Vecchio Köprüsü…

Micehelangelo tepesi Floransa’yı ikiye bölen Arno nehrinin diğer kıyısında kalıyor. O yüzden uzaktan güzelliğiyle büyüleyen Vecchio köprüsü üzerindeyiz. Köprüden geçerken bu çok katlı dükkanlar ve evler yüzünden sanki bir köprüden değilde bir tarihi bir çarşıda yürüyormuş gibi hissediyoruz. Kuyumcu dükkanlarının yanı sıra, köprü üstünde ünlü kuyumcu, heykeltıraş ve müzisyen Cellini’nin bronz bir heykeli var. Heykelin önündeki köprü demirlerine üzerinde insanlar dileklerinin gerçekleşmesi için isimlerinin yazılı olduğu kilitler asmışlar. Bu arada II. Dünya Savaşında Almanlar İtalya’dan çekilirken Floransa’da bulunan bütün köprüleri bombaladığı halde yalnızca Vecchio Köprüsüne dokunmamışlar. Hitler’in güzelliğine kıyamadığı için yıkılmasını istemediğine dair de söylentiler varmış.

Vecchio köprüsünü geçip, yavaş yavaş tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Yirmi dakikalık yolculuğun sonunda Piazza Michelangelo tepesindeyiz. (Yokuş çıkmaktan pek hoşlanmıyorsanız yürümek yerine, otobüsü tercih etmeniz gerektiğini not düşüyorum.) Tepeye çıktığımız an ne kadar doğru bir zamanda çıkmış olduğumuzu farkediyorum. Güneş yavaş yavaş batmak üzere, rengarenk gökyüzü içinde müthiş bir Floransa manzarası önümüzde. Arno nehri, üzerine kurulmuş en önde Vechio köprüsü onun peşi sıra dizilmiş diger köprüler ve  şehrin siluetini oluşturan Duamonun devasa kubbesini, kızıllıkların içinde mora çalan bir gökyüzü içinde izlediğim anı; hafızama ve fotoğraf makineme kaydediyorum.

Bir şehir 24 saatte ne kadar yaşanır anlaşılır bilmem ama sanki daha uzun sure kalmış gibi hissettiğimiz  Floransa’da geçirdiğimiz vakit, o kadar dolu dolu ve keyifli geçiyor ki bir daha gelinecek yerler listemize ekliyoruz.

Toscana’nın incisi ve Açık Hava Müzesi denmesini ne kadar hakkettiğini bizzat yaşayarak gördüğümüz Floransa’ya son bakışımızı Michelangelo tepesinden yapıp, tekrar dönmek üzere vedalaşıyoruz.

Bu yazı 2013 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 76. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir