Cumartesi , 20 Nisan 2024

Karadağ

Doğusunda Arnavutluk ve Kosova, kuzeyinde Sırbistan, batısında Hırvatistan, Bosna-Hersek, güneyinde Adriyatik Denizi. Balkanlar’ın bağrında bir ülke: Karadağ

Yazı ve Fotoğraflar: Cemal Öztürk

Podgoritsa..

İstanbul’dan yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra Karadağ’ın başkenti Podgoritsa’ya indik. Podgoritsa adını Gorica tepesinden alır. Gorica eteğindeki kent anlamına gelir. 2006 yılında bağımsız olan Karadağ’ın 630 bin nüfusunun 200 bini Müslümandır. Karadağ’ın güneydoğusunda yer alan bir sahil kasabası olan Ülçin’de kalacağımız pansiyondan bir servis bizi havaalanından aldı. İşkodra Gölü kıyısını takib ederek Ülçin’e geldik.

Ülçin..

Ülçin, Osmanlı zamanında İşkodra’ya bağlı ve halen de Müslüman Arnavut’ların yaşadığı bir şehir. Maalesef, 1878 Berlin Anlaşmasıyla zorla Karadağ’lılara teslim etmişiz. Sağlı-sollu balıkçı dalyanlarının yer aldığı bir köprüyü geçerek gittiğimiz bir Müslüman köftecide karnımızı doyuruyoruz. Daha ilerisi Ülçin’in meşhur uzun kumsallı plajıymış. Ama önceden tam araştırma yapmadan gittiğimizden bu plajı göremiyoruz.

Daha sonra Ülçin’i gezmeye başlıyoruz. Merkezde 5 camii ibadete açık. Ezan okunuyor. Bir de türbe gördük, ama herhangi bir isme rastlayamadık. Kalede ufak bir müze ve bir çeşme var. Sağ tarafı hıristiyan mezarlığı. Manzarası İstanbul Boğazı’nı aratmıyor.

İşkodra..

Ertesi gün, kiraladığımız minibüs ile İşkodra’ya gidiyoruz. Rozafa veya İşkodra Kalesine çıkmaya başlıyoruz. Kalenin iki tarafında iki nehir gelerek birleşiyor. Birinin yatağı kışın taştığından o civarda olan ve minaresi hariç, günümüze gayet iyi bir performansla intikal edebilen Buşatlı Mehmet Paşa Camii sular altında kalıyormuş. Kaledeki camii ise hak ile yeksan. Kale karşısındaki muhteşem manzaralı restaurantta hem göl-nehir alabalığı, hem de Adriyatik (Yadran) balığı yiyebilirsiniz. İşkodra’da da öğle saatlerinde genelde dükkanlar kapalı. Türklerin tamir ettiği bir camii ve yurt, göle bakıyor.

Balkan harbinde suikasten şehid olan İşkodra müdafii Hasan Rıza Paşa adına bir anıt yapılmış. Şehir dışındaki kabristanda mezarını da ziyaret ediyoruz. Yalnız kabristan yolu  çok kötü. Kabristanın az ilerisinde Kiri nehri üzerindeki Besköprüsü de altından suyu akmasa da çok şükür ayakta. Yolda bir de Rifai tekkesine rastlıyoruz. 1990 öncesi faaliyet gösteremeyen tekkeler Balkan coğrafyasında nefes almaya başlamışlar.

İşkodra’dan Podgoritsa’ya geçiyoruz. Kaldığımız yer Tuzi kasabasındaydı. Gece etrafta ışık olmadığından İstanbul’da göremediğimiz yıldızlar gökyüzünü kristal avize gibi süslemişlerdi.

Tuzi’de, Fatih Sultan Mehmed devrinden şehidlerin medfun olduğu bir mezarlık ve ortasındaki camii TİKA tarafından tamir edilerek düzenlenmiş.  Orada da Müslümanlar mevcut. Hatta bir medrese dahi açılmış.

Rojaye ve Akova..

Ertesi gün Podgoritsa’dan kuzeye çıkıyoruz. Karadağ’da iki kanyon var. Tara ve Moraça kanyonları. Tara’da ayrıca Milli Park da varmış, ama maalesef  Moraça ile yetinmek zorunda kalıyoruz. Kuzeyde Rojaye ve Biyelo-Polye (Akova) şehirlerini geziyoruz. Bu yerler eski Sancak bölgesi olduğundan Müslüman nüfus daha yoğun. Sancak ikiye bölünmüş, yarısı Sırbistan, yarısı Karadağ idaresinde. Sancak’ın merkezi Yenipazar (Novipazar) Sırbistan tarafında, şehrin kurucusu Sancak Bey’i İsa Bey’in camii var. Akova’da İslam Birliği’ni ziyaret ediyoruz. Cenaze işleri için modern bir merkez yaptırmışlar. Osmanlıdan kalan Rüşdiye Mektebi binası ise müzeye çevrilmiş. Eski çam ağaçlarının bulunduğu bir bahçe içerisinde bulunuyor.

Yugoslavya zamanında Arabistan ve Mısır gibi ülkelere tahsile giden gençler döndüklerinde Reisü’l-Ülama’nın Hanefi mezhebine itinasından, diğer mezheplerin etkilerinde kalmıyorlarmış. Ancak Yugoslavya’nın dağılmasıyla bu itina ile mücadele gelişmeye başlamış. Duyarlı insanlarımız ecdad emaneti olan hatıralara ne kadar ilgi gösterirse o kadar iyi olur. Yoksa tamiratlar tahribata dönüşüyor.

Rojaye’de İslam Birliğini ziyaret ediyoruz.  Ülçin’de olduğu gibi burada da Türkiye’de din eğitimi almış Türkçe bilen İmam Efendiyle karşılaşmak bizleri mutlu ediyor.

Budva, Bar, Kotor..

Ertesi gün sahil şehirlerini dolaşıyoruz: Budva, Bar, Kotor. Bar’da Stari Bar (Eski Bar) denilen kısım nisbeten eski halini muhafaza ediyor. Burada birkaç yüzyıldan beridir yaşayan tatlıcı Manisa’lı bir aileye rastlamak da çok hoş oldu. Bar Kalesi’ni İtalyan’lar yapmışlar. 883/1479’da Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilerek İşkodra’ya bağlanmış. Kale içerisinde Fatih Sultan Mehmed camii, mekteb-medrese,  mescid,  tahıl ambarı,  cepehane, sarnıç, iri toplar, mehterhane kulesi bulunmakta. Bar’da Nisan 2011’de yapılan sayımda 104 kişi kendini Türk olarak tanımlamış. Budva’da “Halal” yazan yine Kosovalı bir kebapçı buluyoruz. Kotor Müzesi’nin girişinde yer alan bir tabloda Barbaros Hayreddin Paşa’mızın resmini görerek, ecdadımızın hüküm sürdüğü yerleri bir yabancı gibi gezmenin burukluğunu hissediyoruz.

Bu sahil şehirlerini anlatmak mümkün değil. Mutlaka görülmesi gereken yerler buralar. Hele Perast Evleri yine birkaç yüzyıllık. Orada evi olmayan o tarihi kısma arabası ile giremiyor. Harika bir sükunet.  Karşıdaki adaya yapılan tekne turu da tarifin ötesinde. Adada yer alan müzedeki bir tabloda Osmanlı denizcilerine karşı, Meryem Ana’nın gökten haçlılara yardım ettiği tasviri yapılmış!

Sahilde daha ileride Tivat diye bir kasaba var. Buradaki sayılı Müslümanların namaz kıldığı mescit haline getirilen bir evde Cuma namazımızı eda ediyoruz. Sanırım en Cuma hutbesine benzer hutbeyi orada dinliyoruz. Çünkü hatip bizlerin ziyaretlerine atıfta bulunuyor.

Ufak bir feribotla bir körfezi geçip Hersek Novi’ye varıyoruz. Burada da Kanlı Kule diye bilinen kalesini ziyaret ediyoruz. Yine çok güzel bir sahil kasabası.

Çetine..

Çetine Karadağ’ın 15.yy’dan 1946’ya kadar eski başkenti. Günümüzde de Devlet Başkanı ve Kültür Bakanı’nın ikametgahı burada. Ortodoks Patrikliği’nden dolayı ruhani merkez olan Çetine’de 12.yy’da yapılan ve 15.yy’da merkez olan Manastır bulunmakta. Zeta Prensi Osmanlılardan kaçarak buraya sığınmış. İlk top güllesi imalathanesi ve ilk matbaa 1492’de buradaki Manastır’da kurulmuş. 1878 Berlin Konferansı’ndan sonra ilk elçimiz Halit Bey buraya gelmiş. Bar şehrinde de bir konsolosluk açılmış.  Çetine’ye 1992’ye kadar Titograd denmiş. Mustafa Kemal Paşa, Sofya askeri elçisi iken, Çetine ve Belgrad’ da kendisine bağlıymış.

Balkan dillerine Türkçe binlerce kelime miras bırakmış. Arasıra bunları görmek, duymak çok güzel bir duygu. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar konuşulan Türkçe’nin, ziyaretlerin, ilişkilerin artmasıyla yaşamaya devam edeceği aşikar.

Bu yazı 2013 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 78. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir