Balkanlardan Anadoluya Bal Taşıyan Adamdır Kazak Abdal.
Veli, insanın kemal mertebesidir… Tasavvufta insan-ı kamil Hz. Peygamberimiz (aleyhisselatü vesselam) dir. Veli ise onu gaye insan olarak örnek alan ve onun yolunda bulunan erendir, ermiştir..
Yazı ve Fotoğraflar : Hayrettin Oğuz
Tasavvufta bütün tarikat silsilelerinin Hz. Ali ve Hz. Ebubekir üzerinden Efendimiz’e çıkması, Veli’nin anlam ve mahiyeti bağlamında en temel husustur. Çünkü olmak, onun yolunda olmak, iman, asıl ona iman etmektir. Allah’a peygamber vasıtası ile iman etme ile, heva ve hevesine göre iman etme arasındaki farktır bu…
Veli Allah’ın dostudur ve insanların O’na dost olmasına vesile olan insanlardır. İzinde olduğu Peygamberin sünnetine uygun biçimde, insanların önüne çıkar ve onlara adeta yol arkadaşlığı eder. Dolayısıyla her Veli aynı zamanda bir Gezgindir.. Eskilerin deyimi ile Hak Aşıkları olan bu insanlar, aslında Hak Yolunun erenleri, ermişleri, dervişleri, seyyahlarıdır.. Yaşadıkları zamanlar ve mekanlar tesadüf değildir.
Daha önce bir başka yazımda da belirttiğim gibi Veli’lerin özellikle dağ başlarını tercih etmeleri tesadüf değildir ve bu izini takip ettikleri Peygamberin sünneti ile ilgili bir durumdur. Mesuliyet hissettikleri topluma bir bütün olarak bakmanın mekanları diyebileceğimiz bu dağlar, onların tekkelerinin ve dergahlarının da mekanlarıdır.
Bu anlamda seyahate gittiğim her yerde gözüm hep dağlarda olur.. Çünkü hissederim ki o dağların bir tepesinde, bir vadisinde, bir yamacında bir Veli türbesi vardır.. Denizli’ye gittiğimde Hacı Bektaş-ı Veli’nin Velayetnamesinde geçen ve en büyük halifelerinden biri olan Sarı İsmail Sultan’ın bu bölgede yaşadığını bildiğim için, ilk olarak Sarı İsmail’in yerini sordum. Öyle ki tarif edildiğinde adeta kaldığım eve neredeyse komşu gibiydi.. Ertesi gün ilk işimiz Tavas Tekkeköy’deki Sarı İsmail Sultan’ı ziyaret etmekti..
Anadolu’yu Anadolu yapan böylesi erenlerin (müze ve turizm kaygısı dışında restore edilenler hariç) türbe ve dergahlarını bakımsız ve harap görmek ayrı bir acıdır benim için.. Çevredeki köylülerin sahip çıkması ile kaybolması bir anlamda imkansız olan bu mekanlar, kültürel bilinci olmayan devletler için hiçbir anlam ifade etmiyor.. Bugün Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi öne çıkan isimler ise maalesef bağlamından koparılarak siyasetin ve seküler bir mistisizmin unsurları haline getirilmişlerdir.
Sarı İsmail Sultan ziyaretinden bu duygularla dönerken yol arkadaşım Kazak Abdal’ın da bu bölgede olduğunu söyledi. Her Veli ayrı bir heyecandır bende.. Onu da bir başka günün konusu yapmıştık böylelikle..
Yine Hacı Bektaş-ı Veli geleneğinin en önemli isimlerinden olan Kazak Abdal’ın asıl adının Ahmet olduğunu biliyoruz. Kazak’lığı ise sakalını traş etmesinden dolayı verilmiş bir lakap.
Bir rivayete göre Balkan Bektaşilerindendir (Romanya) ve Balım Sultan’dan sonra yaşamıştır. Tarihçilerin genel anlamda 17. Yüzyıl’da yaşadığına dair bir ittifakı söz konusudur. Bölge halkına göre Karataş köyü Tekke Mahallesi Babalım Çiftliğindeki tekke ve türbe Kazak Abdal’a aittir..
Turgut Koca’nın Bektaşi Şairleri ve Nefesleri kitabında şöyle anlatılmaktadır: ‘’Rus Çarı’nın kızı bir çocuk doğurur. Fakat bu çocuk, annesinden süt emmez. Bu duruma ne hekimler, ne de papazlar çare bulamazlar. Sonunda Deliorman dergâhından, Rusya’dan Tuz parası almak üzere gelen Demir Baba’ya: ‘’Sen keramet ehli bir azizsin. Bu çocuğu tutulduğu hastalıktan kurtar.’’ diye yalvarırlar. Demir Baba da: ‘’Bu çocuğun süt emmesini sağlar isem, tekkeme nezreder misiniz?’’ der. Kabul ederler. Demir Baba çocuğa: ‘’Em!’’ der. Çocuk, anasının memesini emer. Delikanlılık çağına erince, Demir Baba dergâhına gönderirler. Böylece Demir Baba, çocuğu evlat edinir. Adını Ahmed kor. Bu çocuk daha sonraları Balım Sultan’a giderek, el alır ve adı da ‘’Kazak Abdal’’ olur’’. Söylence böyle bitiyor.
Bazı araştırmacılar ise Kazak Abdal’ın başına Sarı İsmail Sultan, Sarı Saltuk’ta olduğu gibi Sarı lakabını da ilave ederekSarı Kazak Abdal Sultan diye isimlendirirler. Dolayısıyla Sarı Kazak Abdal Sultan bildiğimiz Kazak Abdal’dan başka bir şahıs anlamına gelir. Bâlum Sultan diye birinden söz eder Nezihe Araz. Geyikli Baba Bursa’ya giderken Denizli’de bu bölgede yaşayan Balum Sultan’a uğrar. Geyikli Baba, Bâlum Sultanı görünce dünyanın nesi var nesi yok gözünden silinir ve elinde avucunda ne varsa vazgeçer bir lokma bir hırka düşer yollara.. Bazı araştırmacılar söz konusu bu Bâlum Sultan’ın II. Bayezid dönemindeki Balım Sultan ile ilgisinin olmadığını, onun tarihsel olarak daha sonra yaşadığını, Bâlum Sultan’ın ise fırıncılıkla uğraşan yani ekmekçi olan Sarı Kazak Abdal Sultan olduğunu iddia ederler. Nitekim bize türbeyi gezdiren Uğur Bey, hamur teknesinden, küreğinden ve ekmekçi postundan söz etti. Çiftliğin adının Bababalım olması, ailenin Bababalımlar ismini taşıması meşhur olan Balım Sultan’ın (türbesi Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahında olan) dışında bir Bâlum Sultan’ın da var olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.
Velileri ziyarete giderken yol hali ayrı bir mana doludur bilen ve idrak eden için.. İlk olarak yol kenarında bir çeşme başında mola veriyoruz. Tarlada toprak çapalayan bir yaşlı amca yanında torunu ile bizi bağlarına davet ediyor. Kazak Abdal’a gideceğimizi söyleyerek ayak üstü küçük bir sohbetten sonra ayrılıyoruz. Toprak kokulu bir orman yolundan sağımıza aldığımız Honaz Dağının karlı tepesini seyrede seyrede yolumuza devam ediyoruz. İçimden türbenin ve tekkenin nerede olabileceğine dair düşünürken, elbette Honaz’ı görecek en güzel bir tepe ve yamaçtan cevabını veriyorum gülümseyerek..
Gerçekten de bir süre sonra Bababalım çiftliğine vardığımızda muhayyilemdeki mekanı adeta karşımda görerek gülümsüyorum.. Çiftliğin sahibi Uğur diye gülüşü insanı ısıtan, bakışları gönlümüze ferahlık veren ve muhtemelen Kazak Abdal’ın veya Yeter Ali Sultan’ın soyundan geldiği besbelli bir insan karşılıyor bizi. O misafirperver telaşı hala gözlerimin önünde.. Adeta vermek için yaratılmış bu insanlar. Paylaşmadan yaşayamazlar kesinlikle..
Selam verip hal hatır sorduktan sonra Velileri ziyarete geldiğimizi söylüyoruz. Türbelere giderken tekkenin-dergahın yıkık ve virane hali gerçekten bizi de yıkıyor.. Aslında buraları terkeden insanların kimsesizliğinin göstergesinden başka bir şey değildi gördüğümüz. Yalnız, harabe ve virane olan oralar değil bizdik ve gördüğümüz bizim kendimize tecellimizden başkası değildi. Gözlerim hafif nemli tekkeyi gezerken o eşsiz mihrabı dikkatimi çekiyor. Neredeyse tamamı yıkılmış tekkenin mihrabı, tepesinde besmelesi ve lafza-i celali ile bizi çağırıyor. Dalıp gidiyoruz orada Hakka eğilen başlara, miraca çıkan gönüllere.. Rableriyle sohbetlerinden bir kırıntı da bize düşer mi diye taşlarına, topraklarına dokunarak zamansal bir değişimi istiyoruz.
Sağ tarafta bulunan Kazak Abdal türbesine giderken gelirken hissettiğim mekânla karşılaşmak beni şaşırtmıyor. Gerçekten de Honaz Dağı ancak en güzel biçimde buradan hissedilebilir ve yaşanabilir. Veli’nin dağ ile ilgili nazarı asla ve asla yanıltmaz. Ayak ucuna oturup duamı ederken, içinde yaşadığım dünyanın tam da sureti diyebileceğim o mana yüklü şiirleri geliyor 400 yıl ötesinden.. Sanki bugünler için söylemiş..
Ormanda büyüyen adam azgını Çarşıda pazarda insan beğenmez Medrese kaçkını softa bozgunu Selam vermeğe dervişan beğenmez
Alemi taneder yanına varsan Seni yanıltır mes’ele sorsan Bir cim çıkmaz eğer kamını yarsan Camiye gelir de erkan beğenmez
Dağlarda bayırda gezen bir yörük Kimi timarlı sipahi kimi serbölük Bir elife dili dönmiyen hödük Şehristana gelir ezan beğenmez
Kazak Abdal’ın türbesinin dağ tarafından Dergah’ın hemen yanında daha bakımlı olan türbe ise Uğur’a göre Yeter Sultan’ın türbesi.. Halk arasında Dediği Olur Sultan Türbesi olarak da söyleniyor. Dediği Olur ile Yeter anlam bakımından aynı.. Kitabesinde Yater Ali Sultan olarak geçiyor… Türbe’de eşarp olduğu için burada yatanın bir Kadın Veli olduğunu düşünüyoruz. Ancak kitabenin son mısraında Yeter Ali Sultanım olarak geçmesi dikkatimizden kaçmıyor. Nitekim bazı araştırmacılar Horasan erlerinden biri olarak nitelemektedirler.
Dehri müstegrak envar itdi, Şem’ası(şemsi) bu makam-ı ulyanın Sami ha …… oldu mimarı, Postnişin tekkeye Hüseyin Baba’nın Yazdı abadına cevheri tarih, Hane-i bu merkat valasının Türbe-i şerif tamir oldu, Dedi Yater Ali Sultanım
Mazlum Bababalım tarafından bakımı yapılan türbenin içi gerçekten çok güzeldir. Etrafındaki eski mezar taşları türbe çevresinin aynı zamanda mezarlık olduğunun da göstergesi. Mescidinde iki rekat şükür namazı kıldıktan sonra Uğur’un bizim için demlettiği çayı yudumlarken bir tarih yolculuğundan gelmiş gibi duygusallaşıyoruz. Uğur bize mutlu olduğunu, şehire birkaç kez yerleşmeyi denemesine rağmen huzuru bulamadığını ve buraya geri döndüğünü hatırlatıyor. Ben de bunun tesadüf olmadığını burada yatanlarla ilgili ruhsal anlamda bir bağının olduğunu anlatmaya çabalıyorum.. Ki ben zaten dağların, taşların, türbelerin, mekanların, toprağın ruhu ve canı olduğuna inanan bir insanım.. Bu anlamda Uğur’un kentlileşememesinin buradaki Veliler ile doğru orantılı olduğuna inanıyorum.. Uğur’dan ayrılırken yeni bir dost yeni bir Veli kazanmanın huzuru ile ormanın kıvrımlı yollarında Kazak Abdal’ın sözleri ile kayboluyoruz:
Kazak Abdal der rivayet eyledim Üç yüz altmış er ziyaret eyledim Bu da söz başı bir hikayet eyledim Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır
Bu yazı 2013 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 79. sayısından alınmıştır.