Cuma , 11 Ekim 2024

Muhteşem Yüzyıl’ın İbrahim Paşa Sarayı: Davud Paşa Kasrı

Yazı: Fatih Güldal Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Son dönemlerde yayınlanmaya başlayan tarih dizileri ülkemizde büyük bir izleyici kitlesi buldu. Bunlardan bazıları tarihi gerçekliklerle uyuşmadığı gerekçesiyle tarihçiler tarafından eleştiriler aldı. Ancak tüm bu tepkiler ve çoğu haklı eleştiriler bu dizilerin reytinginde herhangi bir düşüş sağlamadığı gibi aksine seyircinin merakını daha fazla celbetti. Bu tartışmaları biryana bırakacak olursak çekilen dizilerin en önemli sorunlarından biri yaklaşık beş yüz yıl öncesinin özelliklerine sahip set olarak kullanılabilecek tarihi mekânlar bulmaktı. Ülkemizdeki mevcut sarayların sürekli çekilecek diziler için uygun olmaması yapımcıları yeni arayışlara sevk etti. (Muhteşem Yüzyıl dizisinde Şehzade Mustafa’nın kılıç kuşanma merasiminde Topkapı Sarayı’nda gerçekleştirilen törenin dizinin en güzel sahnelerinden biri olduğunu burada söylemek isterim) Bugün tüm eleştirilere rağmen Türk seyircisinin hayli ilgisini çeken Muhteşem Yüzyıl dizisinin konu itibariyle bu tarz setlere en çok ihtiyacı olan yapım olduğu bilinmektedir. Bu amaçla ciddi bir arayış içerisine giren dizi yapımcıları filmde İbrahim Paşa Sarayı olarak kullanılan önemli bir yapı keşfettiler. Bilindiği gibi gerçek İbrahim Paşa Sarayı bugün Türkİslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan Sultan Ahmet’teki yapıdır. Ancak bu binanın bu amaçla kullanılmasının zor olması nedeniyle prodüksiyon ekibi Yıldız Teknik Üniversitesi Davud Paşa Kampüsü’ndeki eski bir kasrı bu amaçla kullanmaktadır. Bahçesine dikilen heykeller yüzünden İbrahim Paşa’yı saray ve halk nezdinde zor duruma düşüren İbrahim Paşa sarayı yerine kullanılan bu kasır tek hâkim elemanlı ve müştemilatlı tipe ait olarak tanıdığımız kasırların en eskisi olup, etrafı bir duvarla çevrili, ağaçlarla kaplı çok geniş bir alana yayılan sarayı meydana getiren irili ufaklı çeşitli köşk, havuz, mescid, daire, hamam, hizmet binaları, ahır vb. yapılar içerisinde ayakta kalabilen tek binadır. Davud Paşa Sarayı, Hünkar Kasrı, Otağ-ı Hümayun gibi adlarla anılan yapının temelleri, XV. asrın ikinci yarısında Sultan II. Bayezid’in 1482- 1497 yılları arasında on beş yıl kadar sadrazamlığını yapan Davud Paşa (ö.1498) tarafından atılmıştır. Bu vesileyle hem saray hem de yine aynı kampüs içerisinde bulunan ve üniversitenin bazı fakültelerini içerisinde barındıran Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı kışla onun adıyla anılır. II. Bayezid devrindeki Davud Paşa Sarayı’nın biçimi ve yapı malzemesi hakkında bilgi yoktur.

Bu sarayın da içerisinde bulunduğu Davud Paşa sahrası, Osmanlı devrinde ordu Batı yönünde sefere çıktığında ilk toplanma ve konaklama yeri olduğundan padişah bizzat sefere katılmıyorsa bu sahrada toplanan orduyu kasırdan, uğurlar ve dönüşte de burada karşılar, yapılan törenler sırasında burada kalırdı. Yapılan ilk sarayın mimarı bilinmemektedir. Reşat Ekrem Koçu, Avrupa seferlerinin en parlak ve haşmetli devri olan Sultan Süleyman zamanında Davud Paşa’dan kalma bina ile yetinilmeyeceğini bu vesileyle eski binanın yerine çok daha büyük ve fonksiyonel bir sarayın inşa edilmiş olacağını söylerken dönemin hassa mimarı Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren kitaplarda bu yapının adının geçmemesine de dikkat çeker.

Bununla birlikte Davudpaşa Kasrının, 17. yüzyıl başlarında Sultan III. Mehmed zamanında (1595-1603) yapıldığı ve mimarının Dalgıç Ahmed Ağa olduğu arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır. Nitekim bir arşiv belgesinde Hassa Mimarı Ahmed, 31 Mart 1603 tarihinde Sadaret Kaymakamlığına gönderdiği yazıdan binanın tamamlandığı ama iç süslemelerinin henüz yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kasrın tamamlanması ise Sultan I.Ahmed zamanına (1603-1617) denk gelir. Bugün restorasyon nedeniyle yerinde bulunmayan alt kattaki oda çeşmesi-nin altı beyitlik manzum kitâbesindeki Bahtî mahlası, bunun I. Ahmed tarafından yazılmış olduğunu gösterir. Sarayın, en hareketli günlerini Osmanlı padişahları arasında avcılığa duyduğu aşırı merakla tanınan Sultan IV. Mehmed zamanında (1648-1687) yaşadığına şüphe yoktur. Padişah buraya sıkça uğraması münasebetiyle burada bir mescid yaptırmış daha sonra Cuma namazlarının da kılınabilmesi için bu ibadethane camiye tahvil edilmiştir. Sultan Mehmed daha sonra halk tarafından da tepkiyle karşılanmaya başlanacak olan uzun av partileri için burada ara ara ikamet etmiştir. II. Viyana Kuşatması bozgunundan sonra Sultan IV. Mehmed avlanmaya daha fazla vakit ayırıyor devlet işleriyle çok meşgul olmuyordu. KAynaklarda anlatıldığına göre halkın yüksek sesle sultanı eleştirmeye

başladığı bir dönemde Şeyhülislam Ankaravî Mehmed Efendi padişaha şikardan (av) kısa bir süre de olsa el çekmesini, aksi takdirde dedikoduların önlenemeyeceğini, fitne ve fesadın yürüdüğünü söyler. IV. Mehmed bu uyarıları dikkate alır ve Davud Paşa Sarayı’ndan İstanbul’a geçer. Ancak bir kaç ay sonra meydana gelen askeri isyan bu tedbirin işe yaramadığını ve sultanın tahtan zorla indirildiğini göstermektedir.

Sultan IV. Mehmed’in tahtan indirilmesinden sonra Davud Paşa Sarayı eski önemini kaybederek kendi haline bırakılır. 1725 yılında Davud Paşa Sarayı’nda yıkılmış olan bazı binaların taşları ve enkazı Bakırköy Baruthanesi tamirine tahsis edilmiştir.

Sedat Hakkı Eldem’in adını vermeden bildirdiği, XVII. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen bir belgeye göre Davud Paşa Sarayı tam bir saray kompleksiydi. Burada: Hünkâr Sofası, Valide Sultan Köşkü, Efendiler Odası, Haznedar Usta Odası, Kethüda Kadın Dairesi, divanhanesi ve misafir odası, Dârüssaâde Ağası Odası, Mehmed Paşa Köşkü, Has Oda Köşkü bulunmaktaydı. Yine Eldem’in bildirdiği, suyollarının tamiriyle ilgili 1110 (1698-99) tarihli bir başka belgede ise sarayın ayrıca şu bölümlerinin adları bulunmaktadır: Hünkâr Hamamı, Afîfe Sultan Odası, Kethüda Kadın Matbahı, Ağalar Odası, Ağalar Hamamı, Hasekiler Dairesi, Akağalar Dairesi, Silâhdar, Rikâbdar, Tülbend ağalarının daireleri. Onun soru işaretiyle kaydettiği Afîfe Sultan Dairesi ise IV. Mehmed’in çok sevdiği gözdesi (belki de kadın efendisi) Afîfe Kadın’ın dairesi olmalıdır. Yine Eldem’in kaynak göstermeden verdiği 1704 tarihli bir mefruşat listesinde eşya ile birlikte sarayın çeşitli bölümleri de daha ayrıntılı bir şekilde anılmaktadır: Padişahın tahtani ve fevkanî harem dairesi, Kafesli Köşk, Kilâr-i Hümâyun, Valide Sultan’ın büyük kâşîli odası, Soba Odası, Valide Sultan’ın çiçekli köşkü, havuza nazır sofa. Haznedar Odası, Çilehane, Camekân Odası, tahtanî ve fevkanî efendiler odası ve divanhanesi, Valide Sultan Matbahı, Bahrî Kadın Odası, Kethüda Kadın Odası, misafir odaları. Hünkâr Camii, Ağalar Camii, Kapudan Kasrı, Mehmed Paşa Köşkü, taşradaki Has Oda ve yanındaki Hırka-i Şerif Odası, Divanhane, Musahip Paşa Odası, Silâhdar Ağa Odası. Reşat Ekrem Koçu’nun yaptığı tespitlere göre Tarihçi Vasıf 1761 yılında çok harap bir durumda olan kasrın tamir edildiğini yazar. Yine Reşad Ekrem Koçu, Sultan III. Selim’in Davud Paşa Sarayı’nı tamir ettirdikten sonra bir gün buraya kalabalık bir maiyetle gelerek büyük bir cirit oyunu oynattığını ve bu vesile ile yakın bendelerinden Mabeyinci Naşid İbrahim Bey’in 66 beyitlik bir kaside yazdırdığını söyler ve bu kasidenin iki beytini verir: “Temâşâye gurûhi bendegânı seyr içün bir gün Biniş emreyledi şâh-ı cihan Davudpâşâya Kudûmiyle o deşt-i dilküşâ cennet nümun oldu Oturdu şevket ü ikbâl ile kasrı ferahzâya” Davud Paşa Sarayı’ndaki son ordu karşılaması Sultan IV. Mustafa zamanında olmuş bu göstermelik karşılama gergin bir hava içerisinde geçmiştir. Nitekim Kabakçı Mustafa İsyanı ile tahtan indirilen Sultan III. Selim taraftarları Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanmış bu durumdan endişe eden Sultan IV. Mustafa ise büyük bir endişe içerisinde Davud Paşa Sarayı’na gelen birlikleri karşılamıştır.

1843 yılında saraydan ayakta kalan tek yapı olan kasrın depo haline getirilmesi kararlaştırılmıştır. Her ne kadar Sultan Abdülmecid zamanında 1848’de kasrın önünde büyük askerî tâlimler yapılmış, padişah da bu törenlerde bizzat hazır bulunarak tâlimleri takip etmişse de harabe halindeki sarayda, hatta kâgir kasırda kısa süre için de olsa kalmış olması mümkün değildir. Bu tarihlerden sonra Davud Paşa Sarayı’nın ayakta kalan son parçası da tamamen ba-kımsız bırakılarak ve pencereleri örülerek komşusu olan kışlanın cephaneliği haline getirilmiştir. Tahir Olgun (Tahirü’l- Mevlevi)’un 1922 yılında bölgeyi ziyareti esnasında saray olduğunu bilmediği Davudpaşa Kasrı’nı anlatırken “kubbesinin kurşunları sıyrılmış, duvarının mermerleri dökülmüş ve galiba birkaç sene evveline kadar cephanelik olmak üzere kullanılmış heybetli bir bina…” ifadeleriyle yapının o tarihlerdeki durumunu anlatmaktadır.

Reşat Ekrem Koçu’nun ilgili maddeyi yazarken Cumhuriyet Gazetesi’nden iktibas ettiği Mimar Sedat Çetintaş ile yapılan bir söyleşi 1938’de binanın durumu hakkında önemli bilgiler elde etmemizi sağlar: Çetintaş’ın yaptığı tespitlere göre sarayın merdivenleri molozlarla kapanmış ve üst katla alt katın bağlantısı kalmamıştır. Bütün sahanlık pencereleri kapı haline getirilmiş, sarayın kuzey tarafındaki kapısının verandası mahvedilmiş, kapısı örülüp baştanbaşa sıvanmıştır. Sarayın ortasındaki büyük mermer direğin hiç gözükmediği, üst katın taraçasının toprakla yığınlarıyla doldurulduğu gözlenmiştir. Söyleşiyi yapan Selahaddin Güngör, Çetintaş’ın günlerce burada amele gibi çalışarak sarayın önünü 25 günde açtırabildiğini ifade etmektedir. Güngör’e göre sarayın meşhur çinileri sanki tırnaklarla kazınmış gibi delik deşik edilmiştir. Sarayın tepesindeki geniş kubbe yer yer çatlamış, kilit taşlarından bir kaçı yerinden oynadığı için bina git gide tehlikeli bir duruma gelmiştir. Gayet sağlam bir harçla yapılan duvarların ötesinde berisinde yekpâre mermerle kaplı küçük rafl arın olduğu salonun köşesinde büyük bir ocağın bulunduğu gözlemlenmiştir. Davut Paşa Kasrı, Davud Paşa Kışlası gibi Cumhuriyet döneminde askeri bölge içerisinde kalmış, ve buradaki birlikler tarafından kullanılmıştır. Daha önceden de bazı çalışmalar yapılmışsa da binanın restorasyona 1957 yılında başlanmıştır. 1994 yılında saraydan geriye kalan tek yapı olan “Taş Köşk”ün mimari yapısı ile ilgili Prof.Dr. Semavi Eyice’nin yazdığı makalede: ” Davud Paşa Sarayı’nın son hâtırası olan kasır, muntazam işlenmiş kesme taştan iki katlı bir yapıdır. Yapıldığında çok zengin şekilde bezenmiş olduğu anlaşılan Dâvud Paşa Sarayı, son yüzyıl içinde kötü kullanılması yüzünden bu süslemesini hemen hemen bütünüyle kaybetmiştir. Alt kattaki ana mekânla dışarı taşkın çıkıntısının tonozlarında kalem işi nakış kalıntıları görülür. Üst katın pandantifl erinde ise malakârî tekniğinde rûmî geçmeler halinde bir bezemenin varlığı fark edilir. Bu izlerden, sarayın bütün tonoz ve kubbesinin aslında kalem işi veya malakârî süslemelerle kaplı olduğuna kesin olarak hükmedilebilir. Sarayın İznik çinileriyle tezyin edilmiş olduğu da gerek belge-lerden gerekse kalıntılardan anlaşılmaktadır. Binanın içindeki molozlar temizlenirken pek çok çini parçası bulunduğu gibi duvarlarda harç üzerinde çinilerin izleri de görülmüştür. Ayrıca bazı duvarlarda yerlerinde kalabilmiş çok az sayıda çini kaplamalara rastlanmıştır. Dâvud Paşa Sarayı, Türk saray mimarisinin değerli ve başka bir benzeri olmayan bir örneğidir. Bilhassa plan bakımından eşsiz olan binaya Osmanlı dönemi içindeki yeri de özel bir değer katar. Hem tarih hem de sanat bakımından itina ile korunması gereken bu sarayın ihmal edilerek uzun yıllar boyunca harap olmaya bırakılması üzücüdür.” yapı ayrıntılı olarak anlatılır.

Davud Paşa Sarayı’nın 2007 yılında restorasyonuna yönelik bazı ön çalışmalar yapılmış, konuyla ilgili ön raporlar hazırlanmıştır yapılan tespitlerde binanın bugüne kadar hasar görmesinde en büyük payın kasrın askeri depo olarak kullanılmasında olduğu anlaşılmıştır. Özellikle binanın narin ve kırılgan olan kalemişi süslemeleri doğal koşulların etkisiyle yok olmuştur. Çatısındaki kurşun kaplamaların 1957 yılında yapılan esaslı onarımda söküldüğü, yerine çimento harçlı beton kaplama yapıldığı bu kaplamanın da zamanla su yalıtımını kaybetmesinden sonra yağmur sularını içeriye sızdırarak büyük tahribata yol açtığı belirlenmiştir. Bugün binanın restorasyonu tamamlanmış ortaya enfes bir yapı çıkmıştır. Ancak kasrın üniversite kampüsü içerisinde kalmış olması görülmesini ve bilinmesini engellemektedir. Üniversite tarafından müze olarak da kullanılacağını öğrendiğimiz binanın halkın ziyaretine açılması ve bu güzel binanın ilgilisi tarafından görülmesi sağlanmalıdır. Muhteşem Yüzyıl dizisi izleyicilerinin görme şansını yakaladıkları yapı bu tarz yapımlar için gerçekten de ideal bir set özelliğini taşımaktadır.

1. Reşat Ekrem Koçu, “Davudpaşa Sarayı”, İstanbul Ansiklopedisi, C. VIII, s. 4309 2. Semavi Eyice “Davud Paşa Sarayı”, DBİA, C. III, s. 8 3. Semavi Eyice “Davud Paşa Sarayı”,,DİA, C. IX,, s. 46 4. Semavi Eyice “Davud Paşa Sarayı”, DBİA, C. III, s. 8 5. Eldem, s. 210-211 6. Eldem, s. 211 7. Reşat Ekrem Koçu, Agm., s. 4311 8. İsmail Hakkı Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972, s. 90 9. Semavi Eyice, Agm., s. 47 10. Reşat Ekrem Koçu, “Davutpaşa Sahrası”, s. 4308 11. Reşat Ekrem Koçu, Agm. s. 4312 12. Semavi Eyice, DİA, s. 48

Bu yazı 2012 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 64. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir