Aslında bu yazıyı ben yazmamalıyım. Bu yazıyı ilk bisikletini almak için bütün olanaklarını seferber ederek bisikletine kavuşmuş birisi yazmalı. Bütün çocukluğunu evcil bir hayvan gibi yanında ite ite dolaştırdığı bisikletiyle geçiren biri yazmalı ya da arkadaşlarının o pembeli mavili parlak tozluklu ‘gıcık gıcık’ diye öten kornasını her duyduğunda kıskançlık krizine giren komşu çocuğu yazmalı.
Yazı: Nurya Çakır Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
Orta yaşa sahip bizler için bisiklet, karne tatillerinin en büyük hediyelerinden biriydi. Erkek çocuklarının mahallede birinin sahip olmasıyla öğrendiği, kız çocuklarından birinin sahip olmasıyla asla diğer kızların değil binerek öğrenmesi, bakmaya dahi izin verilmemesiyle, yaz tatillerimiz geçerdi. Doğduğu andan itibaren belli renklere mecbur çocuklar kızsa pembe, erkekse mavi, eğer ergense siyah veya beyaz renklere sahip olurdu. Öndeki küçük sepeti, selenin arkasındaki oturağı, yanda varsa aynaları, fiyakalı kornasıyla (ki bu fiyakalı ses ya vok vok, yada gıcık gıcık şeklinde olurdu ve korna önemliydi) bisiklet bir araç olmaktan çok bir düş, rüya gibi bir şeydi.
Vitesli bisikletler bizim zamanımızda pek bilinmezdi. En iyi ihtimal iyi bir frene sahip olması beklenir, bisikletin kalitesine göre bir iki hafta sonra bisiklet ya tamircide ya da bu işte profesyonelleşmiş ağabeylerin elinde kalırdı. Çocukluğu maalesef apartman dairesinde geçmiş biri olarak bir bisikletim olamadı. Zira gözünüz gibi koruyacağınız bu demirden oyuncağı her gün 4. kata indirip çıkarmanın ne kadar zor olduğunu ebeveynlerim anlamış olacaklar ki bir hafta dahi kullanmama izin vermeden gelen bisikleti geri götürmüşlerdi. Değil iki tekerlekli şekliyle sürmeyi öğrenmeyi, mahalledeki bilmem kaç çocuğun etrafımı kuşatarak bisikleti sürmeye çalışmalarıyla bir Kleopatra edasıyla komşuların ve arkadaşlarımın yanından geçtiğimi hatırlıyorum. Zira bu saltanat da pek uzun sürmedi.
Bisiklet, şimdilerde orta yaşa sahip kişiler için önemliydi. Televizyondaki çizgi filmlerden başka eğlencesi olmayan çocuklar, kendilerini sokağa atar, kızsa; evcilik, ip atlama, erkekse; top, misket oynar veya haşarılık yaparlardı. Dediğim gibi herkesin bisikleti yoktu. Mahallede bir iki kişinin bisikleti vardı. ”Ahmet ver de bir iki tur atayım olur mu?” O gün Ahmet’in en sık duyduğu cümlelerden biriydi. Bisiklet sürmekten bitap düşmüş Ahmet, yorgunluktan pedal çeviremeyecek hale gelmişse rahmet ve şefkat duyguları içinde ‘Al, ama gözümün önünde sür olur mu?’ der, sonra müthiş bir dikkat ve tereddüt duygusu ile bisikletini takip etmeye başlardı. Nasıl takip etmesin. Kaç harçlık verilmiş, kaç gün diller dökülmüş, bilmem kaç zoraki iyilikler yapılarak ulaşılmıştı bu bisiklete. Tabi ki korunacaktı.
Bütün çocukluğu bisiklet üzerinde geçmiş pek çok erkek çocuk vardır. Bisiklet sürmeyi öğrenmek, düşe kalka, bacakların mosmor olduğu, destek olarak bir baba yada ağbinin yanında ‘sakın bırakma’ bağırışlarına karşı, ‘seleden tutuyorum korkma’ sözlerine birkaç gün sonra ‘Beni Bırak!’ sözlerinin yankılandığı, öğrendiğinde de ilk işi ellerini bırakmak olduğu, kendine güven duygusunun en güzel biçimde öğrenildiği anlardı.
Eski zamanlarda bir erkek çocuk için at neyse bizim zamanımızda da bisiklet oydu. Büyüdüklerinde ya da binilmez duruma geldiğinde en büyük ayrılıklarından birini yaşamışlardır eminim. E… kolay değil ağızlarını bile yıkamaya üşenen bu erkek çocukların, her gün yıkayıp baktıkları bisikletlerinden ayrılmaları kolay olmasa gerek. Çocukluğumda bisiklet denince aklıma yan apartmanda oturan adını hatırlayamadığım, sadece okula gidip gelirken görebildiğimiz ağbi geldi. Bu ağbi mahallenin diğer gençleri gibi pek sokağa çıkmaz, okula gidip gelir, nadiren ekmek almaya gittiğini görürdük. Yaz olunca herkesin akşam çayına balkonlarına çıktığı bu saatlerde bisikletini alır, yukarıdan aşağı doğru hafif meyilli bu yolda gözlerini kapar, olanca süratiyle iki elini buda gibi kavuşturarak hızla aşağıya iner, herkesin yüreğini ağzına getirirdi. Bazen bisikletin tek tekerleğiyle o yokuşu inerdi ama çoğunlukla buda pozisyonu en sık kullandığı hareketti. Bilmiyorum belki bu hareketler bir çeşit meditasyondu ve kendini bu şekilde bütün mahalleliye seyrettirerek her şeyden ne denli arındığının! bir havası bir göstergesiydi.
Tekerleğin tarihi çok eski yıllara dayanmasına rağmen, bisikletin tarihi 1700’lü yıllarda Fransa’da geliştirilen araçlarla başlamış. İlk pedallı bisiklet Leonardo Da Vinci’nin çizimleriyle Kirkpatrick Mac Millan 1840 yıllarında İskoçya’da üretmiş. Bu bisiklet halen Londra Science Museum’da sergileniyormuş. Merak edenler gidip görebilir. Günümüzde birçok çeşidi mevcut bu demir oyuncaklar büyük sektörler haline gelmişler. Dağ bisikletleri, arazi bisikletleri, yol yarış bisikletleri, tur bisikletleri, şehir bisikletleri, çocuk bisikletleri, iki veya üç kişilik bisikletler şeklinde çeşitleri mevcut.
Günümüzde bisiklet kullanımı oldukça yaygınlaştı. Araç trafiğinin yoğun olmadığı bölgelerde bisiklet öğrenimi daha kolay ve çabuk oluyor. Gerçi bizim zamanımızda bu kadar araba yoktu ama yinede yoldan ya da evin önünden geçebilme imkanı olan arabalar yüzünden bisikleti rahat süremezdik. Aynı şey şimdi çocuklarımız için geçerli oldu. Oğluma 2 yaşında ilk bisikletini aldım, pedallarini çevirmeye gücü yetmediğinden taş devrindeki gibi ittirerek sürüyordu. 5 yaşında 3 tekerlekli bisikletini aldık. Bisiklet tek sokak yolculuğunu bisiklet mağazasından eve gelirken yaptı. 2 sene çocuk evin koridorlarında dönüş yapmayı öğrenemeden sürdü. Dört bir tarafı cadde olan evimizin etrafında öğrenmesi çok zor. 8 yaşında bisiklet sürmesini bilmeyen bir oğlum var ve bu problemi bir an önce halletmem gerekiyor.
Amerika’da hemen hemen her evde en az birkaç bisiklet bulunuyor. Çocuklar çok küçük yaşlarda bisiklet sürmesini öğreniyorlar. Yolların buna müsait olması çok önemli, her çocuk bisiklet sürerken kask takma mecburiyetine sahip. Çocuk evin önünde kasksız bisiklet sürerken polis kapınızın önünde hemen beliriverip size uyarıda bulunabilir. Avrupa ülkelerinde de bisiklet kullanımı oldukça yaygın. İngiltere, Almanya ve Hollanda en çok bisikletin kullanıldığı Avrupa ülkelerinden. Birçok Avrupa ülkesinde bisiklet parkları ve trafiğin aktığı yollarda ayrıca bisikletler için bisiklet yolu şeritleri sıkça gözünüze çarpar. Amsterdam’da yeni almış bisikletini o gün çaldıran birinin yıllar sonra bisikletini aynı parkta bulduğunu duyunca şaşırmayın çünkü bu tarz ülkelerde sıkça dinleyebileceğiniz bir hikaye.
Dünyada bisiklet tutkunları için turnuvalar düzenleniyor. Bu yarışların en ünlüsü, Fransa Bisiklet Turu ve Fransa’nın çeşitli yerlerinde 4.000 km dolayında bir yol boyunca yapılıyor. İlk 1903 tarihinde düzenlenen Fransa Turu birer günlük 21 etapta ve yaklaşık üç haftada tamamlanan bir tur. Bu etaplarda, Alpler’in ve Pireneler’in sarp yollarında yorucu tırmanışlar da yer alıyor. Benzer 21 günlük turlar İspanya ve İtalya’da da düzenleniyor. Türkiye’de düzenlenen 8 günlük Cumhurbaşkanlığı Turu buna örnek.
Bianchi, Salcano, Bisan, Peugeot, Bmx, Scott, Sedona, Trek, Kron, Koga – Miyata dünyadaki en iyi bisiklet markaları.Dünyanın en pahalı bisikleti Cervelo R5ca’de SolidWorks imzası taşıyor ve 675 gr. ağırlığa sahip. Bu bisikletin fiyatı ise 10 bin dolardan fazla. Böyle bir bisikletin sahibi bisikletini yanından hiç ayırmasa gerek.
Bu yazı 2012 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 69. sayısından alınmıştır.