Cuma , 22 Kasım 2024

Bir Gezgin Olmak

Biteviye bir seyahati tecrübe ediyor insan, kişi bunun farkında olsun ya da olmasın. İnsan dünyada gezdiği gibi, dünya da geziyor insanda: Bir görüntü çürüğü ya da bir anlam sümbülü olarak.

Yazı: M. Akif  Tunç  Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Baktığına bir algı nesnesi gibi davranan kimseye, bir kamera gibi muamele edecektir içinden geçilen mekân; yani hiç bahsetmeyecektir kendinden. Kendisine kulak vermeyene meramını anlatmada sadece insan ısrar eder. Mekânsa kıskanır sırlarını lâyık olandan bile. Bu yüzden, onun zaman mürekkebiyle yazılmış bir mektup olduğunu sezmek, hatta bilmek dahi yeterli değil zarfın kişiye açılmasına.

gezgindergi_genel_bir_gezgin_olmak (4)

O mektuba duyulacak susuzluktur belirleyici olan ve gerçekliği rencide etme ihtimaliyle ağırlaşan bir tedirginlik gereklidir, en az özgürlüğü istemedeki ısrar ve sabır kadar. Sahi, kafesini sevene duyurulabilecek şeyler mi bunlar? İhtiyatla mesafe kat edilen her yaprağında ılgıt ılgıt susuzluğu derinleştiren ve en coşkun yeryüzü pınarları dahi yanında yanılsama olan ılgım kuyularından; özgür her gezginin bir semazen gibi döne döne girdabında kaybolduğu bir sonsuz gülden bahsediyoruz. Yoksa sonsuzluk bilgisini kuşatacağını mı sanıyordu insan?

“İnsan yeryüzü şeylerinden kesilir/Nasıl kesilirse ana memesinden usul usul”

diyordu, Duino Ağıtları’nda Rainer Maria Rilke. Evet, ana sütü nasıl besliyor ve olgunlaştırıyorsa yavruyu, daha üst bir duruma hazırlıyorsa ve sonra kesiliyorsa yavru ondan; insanın bilinci de yeryüzü şeylerinden aynen öyle beslenmeli, olgunlaşmalı; ama sonra mutlaka kesilmeli onlardan. Çünkü nasıl ki sütün yavrunun bedenindeki seyahati, bir olgunlaşmayla neticeleniyor; fakat daha öte bir ilerleme için sütün kesilmesi ve başka gıdalarla beslenilecek bir aşamaya geçilmesi gerekiyorsa, yeryüzü şeyleri de insanın olgunlaşması için mutlaka geçilmesi ve fakat oyalanılmaması gereken bir aşama, bir durak. Durmaksızın aynı dar dairenin etrafında dönüp dolaşan biri nasıl bir gezgin olabilir; hâlbuki gezgindir insan, mecbur kılınmıştır buna. Daha bir tohumken böyledir bu. Kaçınamayacağı bu durumu bir seçim haline getirmesi, gezgin için her şeyin başlangıcı.

gezgindergi_genel_bir_gezgin_olmak (3)

Evet, bir kişinin seçimiyse gezgin olmak; yani zaten başka türlü olamayacak bir duruma göre yön vermişse kişi hayatına, bu onun her türlü eylemine yansıyacak bir bilinç haline işaret edecektir. Bir gezginin gezdiği mekânlarda kesintisiz bir biçimde müşahede (contemplation) ettiği şey, hiçbir şeyin bir kararda kalmayışıdır. Her şey sürekli yenilenme, tazelenme halindedir. Gece ve gündüzün uzayıp kısalışına, Ay’ın halden hale girişine, bir mevsimin diğerini takip edişine, usulca eşlik etmektedir mekân; değişmektedir.

Evet, gezgin hiçbir şeyin kalıcı olmadığını görüşte kesintiyi en az yaşayan kişidir; bunu arzulamıştır o. Onun zihninin ovasında hüzün ve neş’e, gece ve gündüz gibidir; hiçbiri hükümranlığını büsbütün ilan edemez orada. Onun gündüzünde, gecenin bilgisi vardır; kapkaranlık yeraltı ırmakları gibi akar parıldayan tebessümünün tenhasından. Onun gecesinde gündüzün bilgisi vardır; bilir güneşin doğuşunun durdurulamazlığını; hadiselerin birbiri peşi sıra şiddetini duyurduğu sağanakta, gecenin karanlığının en amansız anında, sanki bir daha hiç doğmayacakmış gibi yoksunluğu omuzları düşüren güneş, tepelerin ardındadır ve doğacaktır.

Her şeydeki geçicilik, yüzleşilmesi en zor şeyle, ölümle karşı karşıya getirip durdukça gezgini, kaçamayacağı bu akıbeti kendi üzerine kondurmayı başarır en sonunda gezgin. Çetin bir iştir bu. Çoğu kimse düşünmeye güç bela yanaşır ölümü. Ve düşündüklerinde dahi, onu başkalarının üzerine kondurmak suretiyle gerçekleşir bu. Çünkü insanın fıtratındaki sonsuzluk çekirdeği güçleştirir kişinin ölümü kendi üzerine kondurmasını. Hayat boyunca, hep başka hayatların (bitki-hayvan-insan) üzerinde gördüğümüz o serin elbiseden bize de bir tane biçilip çatıldığını görmek dünyanın puslu aynasında ve o pusu silip aynanın karşısında bakışmak oradaki gözlerle hayret ve dehşete kapılmadan, kolay değildir. Biz öldükten sonra hayatın devam edecek oluşu, güneşin doğmaktan, baharın gelmekten vazgeç(e)meyecek oluşu; bırakabilirsek, sevenlerimizin bile zamanla biz ölüleri nadiren hatırlayacak oluşu incitir bizi, kim ne derse desin.

Dünyayı sevenler! Soruyorum sizlere, yine de ilan-ı aşk edecek misiniz gidişinize dahi tınmayan bu vefa yoksuluna?

Zarf değil bir mektuptu o, biz insanların dahi birer harfi olduğu. Bizler birbirimizi okuduk aynı sayfanın içinde. Öfke ve bağışlama; bencillik ve fedakârlık; hırs ve kanaat; hepsi sığdılar tek harfin içine. Bunlardı okuduklarımız. Her zaman yol ikiye ayrıldı; işaretleri okuduk-okumadık, tercih ettik birini. Buydu insanın işi: Okumak. Ya aynı sayfanın içinde okuyup okunacaktı insan; böylesi seçerek gezgin olmaktı; o geniş anlam bahçesinde türlü çiçeklere konup konup, en tatlı hakikat balını vermekti. Ya da sadece okunacaktı insan; böylesinin bir ibret harfi olarak okuyanlar tarafından okunmaktan başka bir varlık sebebi yoktur. O da çiçeklere konar. Onun için, hiçbir anlamı, ifade ettiği hiçbir şey yoktur konduğu çiçeğin. Bir harftir; ama harfe saygısı yoktur; hakaret ve alaydır ağzının sanatı. Elbette çiçek de bahsetmeyecektir ona eşsiz sanatından. Bir gezgin diyemeyiz, bu savrulan için. Doğunun büyük şairi Sâdî’nin hitap ettiği kişidir o:

Ey arı! Bal vermeyeceksen, bari iğneni batırma.

gezgindergi_genel_bir_gezgin_olmak (2)

Yine, Alman şiirinin övüncü Rainer Maria Rilke’nin yani dünyanın “mekân”ı en iyi ‘oku’yan şairlerinden birinin, şiiriyle devam edelim birlikte ‘oku’yuşumuza. Son Elçi’nin görkemli melek Cebrail ile ilk karşılaşmasını ve ilk vahyi bakın şiirinde nasıl hikâyeliyor Rilke:

“…Yalvardı bütün iddialardan vazgeçerek / İzin verilsin diye gezgin kalmasına / Eskisi gibi dalgın bir tacir olarak yani / Okumuşluğu yoktu fazla gelirdi O’na/
Bilginlere de görmek sözün böylesini / Melekse buyururcasına gösteriyordu / Levhasına yazılmış olanı yalvarana / Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku! / Okudu O da / Öyle ki Melek hayrandı / Çoktan okumuş denirdi artık O’na / Yapabilendi O / Kulak veren ve yapandı.”

Rilke, karşılaşmanın ve omzuna binen yükün dehşetiyle, gezgin kalmasına izin verilmesi için yalvardığını ifade ediyor Elçi’nin. Evet, O, kırk yaşına kadar hakikat çiçeklerini derledi; içinde yaşadığı toplumun düşüklüğünün dışında kalarak yaşadı; ticaret için şehir şehir gezdi; kimi zaman mağaralara çekildi, günlerce, az bir azıkla, kendiyle ve hep birlediği İlâhı ile baş başa kaldı. Bağlı olduğu bir kitap yoktu; okuma yazma bilmezdi; insanları, hadiseleri, gökleri ve yeri ‘oku’mak yetti O’nun o karanlık çağda dosdoğru bir insan olarak kalmasına. Bir kitaba bağlı değildi; ama hep kulak verdi ve iyi şeyler yaptı.

gezgindergi_genel_bir_gezgin_olmak (1)

“Dalgın” kelimesi, olumsuz bir anlam taşımaz, bir gaflet durumuna işaret etmez Rilke’nin şiirlerinde; aksine dalgınlık gezgin’in onsuz olmazıdır. Burada, ‘oku’yan, yani müşahede (tefekkür-contemplation) eden kişi, derince seyreder; dalmak bazen bir bekleyiş sebebiyledir. Bir kopmadır; ama yüksek bir bilinç halidir. Bir başka şiirinde; “Bu yüzden dalgın değil miydin hep, bir sevgilinin gelişinden haber verirmiş gibi her şey” diyordu Rilke. Kapkaranlık bir gecede güneşi bekleyen için, çok değildir ufka bakıp dalmak. Nasılsa beklenen haber, Sevgiliden başkasından gelmeyecektir.

Düşe kalka da olsa, bir gezgin olmak, bir savrulan olmaktan daha iyidir, diyelim ve ilk selâmımızı verelim Sevgili Gezgin ‘oku’yucularına.

Bir Gezgin Olmak – Bu yazı 2007 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 03. sayısından alınmıştır.

Yazar : NUH ALPER İNAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir