Cuma , 13 Aralık 2024

Dante ve Yolu – II

Yazı : M. Akif Tunç

İlk yazımızda, Dante’nin eşsiz eserini tarih sahnesine çıkarırken karşılaştığı güçlüklerden hareketle, soylu bir iş yapmanın ne denli zor olduğuna değinmiş ve İlahi Komedya’nın Cehenneminde seyahat etmiştik, Dante ve rehberi Vergilius ile beraber.

Dante’nin eşsiz eseri hakkındaki bu ikinci yazımızda, İlahi Komedya’nın ikinci kitabı olan Âraf’ta bir gezintiye çıkacağız. “Deniz kıyısındayız biz yine,

/ gideceği yol aklından çıkmayan/ yüreğiyle yürüyüp, bedeniyle duran”(İlahi Komedya, Çeviri: Rekin Teksoy, Oğlak Yayınları). Böyle bir yol Dante’nin yolu; durduğunda dahi yüreğinin durmadığı, gideceği yolun aslen kalpte alındığı; arınma ve erdem yolu. Öyle ki, girilen bu yol, hayatını boşa geçirdiğini düşündüren yitiğidir Dante’nin: “Yitirdiği yola kavuşan,/ o zaman dek boşa dolaştığını anlayan/ biri gibi yürüyorduk ıssız vadide.”

Hayat yolunun sonuna yaklaştığında tamamlayabildiği kitabında, Dante’nin yanlış yollara saplandığı, hayatını boşa geçirdiği düşüncesiyle yaptığı pişmanlık vurgusu güçlüdür. Dindar bir hristiyana yakışır bir biçimde, kitabında, biri de bizzat Dante olan kahramanlarının ağzından pişmanlığını dile getirmektedir. Dante’nin sevgilisi ve onun Cehennem yolundan döndürülmesinin vesilesi Beatrice’in ağzıyla söylenenler son derece çarpıcıdır: “…bu kişi öyle yetenekliydi ki gençliğinde,/ şaşılacak ürünler verebilirdi/ yeteneğini kullanmasını bilseydi;/ ama toprak iyi ekilmez de bakımsız kalırsa, daha kötü, daha yabani/ olur, güçlü olduğu ölçüde.”

İyi ürünleri yetiştirecek ölçüde güçlü bir toprak, bu amaç için kullanılmadığında, bu alan boş kalmayacak; bilakis dikenleri, yabani bitkileri daha şiddetli bir şekilde bağrından çıkaracaktır. Bu yüzden, sözleriyle kendisini sarsan Beatrice için şöyle diyordu Dante: “Bir ana nasıl acımasız davranırsa çocuğuna,/ öyle göründü o da bana; çünkü ana / sevgisinin tadı acıdır kimi zaman.” Çünkü Dante’yi geçmişiyle yüzleştiriyordu Beatrice; “Aldatıcı nesnelerin uğrattığı düş kırıklığının/ ardından, yükseklere çıkmalıydın/ artık aldatıcı olmayan benimle birlikte./ Bir genç kızın ya da gelgeç bir yeniliğin/ uğrunda ikinci bir tokat yemek için,/ kanatlarını indirmemeliydin.” diyordu. Dante ise, “Pişmanlık ısırganı öyle dalamıştı ki içimi,/ beni onun sevgisinden/ ayıran her şeye düşman kesildim birden” diyordu. Beatrice, öldükten sonra artık Dante için aldatıcı olamayacağını, sonsuzluğa ulaştıran erdem yolunda, dileseydi ona yol gösterecebileceğini söylüyordu. Yani Dante, dünyada kendi yanlış seçimleri ve bunda ısrarı sebebiyle, o âna dek biteviye tokat yediğini itiraf ediyordu Âraf’ta.

Bütün hayatı boyunca, bir taraf olarak, kısır siyasi çekişmelerin ortasında kalmış, yurdundan ayrı düşmüş, menfaat odaklarının etrafında beyhude ömür tüketmiş ve hiçbir şey elde edememiş ve tüm bu süreç boyunca da kendisini yiyip bitiren kabiliyetleri (toprağı) tarafından, âdeta bir ölü gibi sıkıştırılan bir insandan bahsediyoruz. Onu bu yola sevkeden öyle bir geçmiş ki, bütünüyle kalbine zıt. Çünkü, her gerçek insan gibi, onun kalbinde de erdeme sonsuzca bir susayış var. Âraf’taki seyahatimizde bu susayışın izlerinin peşine düşelim ve bu arınma ve olgunlaşma bahçesinin meyvelerinden devşirelim.

“Her davranışın saygınlığını/ azaltan telaştan uzaklaşınca ayakları,/ aklımın daha önce sınırlı ilgi alanı/ genişledi, istekle doldu sanki,/ sulardan çıkıp göklere yükselen tepeye çevirdim bakışlarımı.” Dante, burada, rehberi şair Vergilius’un telaşından kurtulmasının kendi dimağını açtığını ve ona sorumluluklarına yönelme konusunda şevk verdiğini söylüyor. Telaş, olgun bir insanın bir an önce uzaklaşması gereken bir ruh hali; özellikle insanların önünde olan insanların. Onlara yakışan dinginlik ve emniyet. Bu olmadığında, davranışların saygınlığı azalacak ve gereken etki ortaya çıkmayacaktır. Peki dingin ve emniyet veren bir insan olmak tek başına elde edilebilecek bir şey mi? Yoksa, sonsuzluğun farkında bir insanın defalarca sınanarak vardığı bir tutum ve uyandırdığı bir etki mi bu?

Dante, ustası Vergilius ile birlikte Âraf dağına tırmanırken, kendi hakkında konuşanları duyup adımları yavaşladığında, “…Peşimden gel, aldırma denilenlere./ Rüzgârda doruğu bel vermeyen/ sağlam bir kule gibi ol sen;/ çünkü düşüncesinin üstüne düşünce yeşerten,/ uzaklaşmış olur ereğinden,/ ikinci düşünce güçsüz kılar ilkini.” diyor ustası Dante’ye. Hedeflenen amaca doğru vazgeçmeden, yılmadan ve sapmadan ilerleme teması İlahi Komedya’da oldukça güçlü. Cehennem kitabındaki buna benzer mısralara ilk yazımızda atıfta bulunmuştuk. Bunların, bir bakıma, bu büyük şiiri tamamlama konusunda şairin kendi kendine yaptığı telkinlerin ve temrinlerin temaya yansıması olduğunu düşünüyorum. Dante’ye göre bir hedef belirlendi mi mutlaka o yolda ilerlemeli; çünkü yeni düşünce, ilk hedeften sapmanın kılıfı. İşte burada, bir erdem olarak, kutlu yolda direnme ve sabır kendini gösteriyor. İnsan, bir kez düşünüp, tasarlayıp kendi önüne koyduğu bir hedeften vazgeçerse; bütün hedeflerinden vazgeçebilmenin yolunu açmış oluyor belki; bu da her zorluk anında kişinin takatini kıran bir şeydir şüphesiz.

Âraf’ta kalabalık bir kafileyle karşılaşıyor Dante ve rehberi. Şöyle sesleniyorlar bu iki dosta: “Hepimizin yaşamına şiddet son verdi,/ hepimiz son dakikamıza dek günah işledik;/ ama göklerin ışığı aydınlatınca bizi,/ pişmalık getirdik, affa eriştik,/ yaşamı, içimizde onu görme isteği/ tutuşturan Tanrı’yla barışık terk ettik.” Bu insanların özelliği, haksız yere öldürülmüş olmaları; günahkâr olsalar da, Tanrı’nın yol göstermesiyle hatalarından pişmanlık duyan ve O’na ulaşma isteği duyan ve öldürülmüş olma kaderine rağmen O’nunla barışık kişiler olmaları. Âraf’ta karşılaştıkları zorluklar yoluyla arınarak ve daha çabuk kutsanarak Cennet’e ulaşmayı umuyorlar. Bu sebeple Dante’den kendileri için dua etmelerini istiyorlar. Ümit içinde olmak onların erdemi. Dünya pisliklerinden arınmak için, ancak düşlerde görülen yükler altında ezilerek yürüyen ve dua eden bir toplulukla karşılaşınca iki dost, onların şöyle dua ettiğini işitiyor: “…Bugün de bize günlük ekmeğimizi ver,/ vermezsen eğer, geriye giderler/ bu çetin çölde ilerlemek isteyenler./ Nasıl bağışlıyorsak biz, bize/ kötülük yapan herkesi, sen de iyiliğinle/ bağışla bizi bakmadan değerimize./ Kolayca boyun eğen erdemimizi/ sınamaya kalkma eski düşmanımıza karşı,/ ama aklımızı çelen o düşmandan kurtar bizi.” Burada günlük ekmekle bahsedilen, ruhun gıdası; yani Tanrı ruhun gıdasını vermezse (yol göstermezse, güzel olanı ilham etmezse) bu çetin çölde ilerlenemeyeceği gibi geriye gidilecektir. Erdemimiz, Tanrı’nın yardımı olmadan, kolayca boyun eğecek denli güçsüzdür ve eski düşmana (çünkü dünyada değil Âraf’talar) yani şeytana karşı sınanmaya takat getiremez. “Bağışla bizi bakmadan değerimize” diyerek de, tevazu erdemine dikkat çekiliyor. Kişinin kendine biçtiği değer yerine Tanrı katındaki değeri önceleniyor. Böylece ilk günah olan ‘kibir’ (şeytan) ile insanın arasındaki mesafe açılıyor. Evet, aradan 700 yıl geçmiş; ama bu dua hâlâ taze.

Dante ve rehberi, günahlarından arınma yolunda zorluklar çeken ve Dante’nin henüz ölmeden aralarında bulunmasına şaşıran iki ruhla karşılaşırlar; bir süre konuştuktan sonra, içlerinden Romagna’lı olan orada bulunuşunun ve çektiği sıkıntıların sebebini şöyle açıklıyor: “Kanım öyle tutuşmuştu ki haset ateşiyle/, betim benzim atardı/ sevinen birini görünce./ Ne ektimse onu biçiyorum şimdi;/ ey insan soyu, niçin bağlıyorsun yüreğini/ başkalarının dışlandığı yere? (niçin başkalarının dünya nimetlerini tatmasını istemiyorsun?- Ç. N.)” Başkalarının elinde olanı, kendisi için de isteyen kıskanç; fakat başkasında olanın onun elinden çıkmasını; yani başkasının yıkımını, acısını istemek ise hasettir. Bu ise, olgunlaşma yolunda, insanın mutlak surette kurtulması, arınması gereken bir özelliktir.

Romagna’lu ruhun yukarıda söyledikleri üzerine rehberi Vergilius’a danışınca Dante’ye şöyle cevap veriyor Vergilius: “Büyük günahının sonucunu bildiğine göre/…daha az acı çekmeleri için/ insanları uyarmasına şaşmamalı./ Bölüştükçe azalan şeylere yöneldiği için/ isteklerinizin ereği/ çekememezlik kabartmakta yüreklerinizi./ Ama en yüce dairenin sevgisi/ yukarıya doğru yöneltseydi isteklerinizi,/ içinizde bu tasadan eser bile kalmazdı;/ çünkü bizim diyenlerin sayısı/ ne denli çok olursa, o denli zengin kılar herkesi…”  Bunun üzerine Dante tereddütlerini şu şekilde iletiyor Vergilius’a: “Birkaç kişinin bölüştüğü bir değeri,/ çok sayıda kişi bölüşürse, o kişilerin/ daha varsıl olmaları düşünülebilir mi?” Dante’nin bu tereddüdünü gidermek içinse şu sözleri söylüyor Vergilius: “…Aklın hâlâ dünya işlerinde senin,/ bu nedenle olmalı, gerçek ışıktan/ karanlıklar derlemektesin./ O sonsuz, o anlatılmaz güzellik/ parlak bir nesneye giden bir ışın gibi/ koşarak gider sevgiye;/ ateş ne denli çoksa, o denli çok verir kendini,/ böylece ne denli yayılırsa sevgi/ o denli çoğalır sonsuz erdem, üzerinde./ Ne denli çok yürek tutuşursa yukarıda, o denli çok olur sevginin ereği,/ bir ayna gibi yansır erdemler karşıdaki ruha.” Böylece hasedin, yani çekememezliğin altındaki bakışın da, bunlara karşı nasıl bir bakış geliştirilmesi gerektiği de ortaya konmuş oluyor Dante ve rehberi arasındaki sohbet ile. İsteklerimizin ereği, bölüştükçe azalan şeylerden, sevgiyle daha yüksek değerlere yönelmedikçe, bu kısır döngü içinde kalacak demektir insan. Çünkü insan sevilmek ve sayılmak ihtiyacındadır; paylaşmaya razı olmayan nasıl ulaşır buna. Başkalarının elindeki çekemeyen ve bunu davranışlarıyla ortaya koyan biri nasıl saygı uyandırır etrafında? Daha da önemlisi nasıl saygı duyar kendine?

Âraf’ın sakinleri henüz Cennet’te değildirler ve yaşarken sahip olamadıkları erdemlerin acısını duyuyorlar; bu acı ve sıkıntılar sayesinde arınıp daha üst bir mekâna hazır hale geliyorlar. Dünyada da en çok saygı uyandıran ve sevilen insanlar, yaşadığı zorluklara rağmen hedefine yürüyen; insanlarla uğraşmadan, onlarla dalaşmadan yoluna devam eden; sabır suyuyla yüzünde ‘gül’ümseme bitiren insanlar değil mi? Yani insan olma merhalelerini katetme yolunda arınan; âdeta bir sanat eseri gibi, fazlalıklarından kurtulan insanlar değil mi? Shakespeare’in “bütün mesele bu” diyerek, ‘olmak’ ile kastettiği bu değil mi? Taşları binlerce elçi ile dikilen kutlu yol bu değil miydi?

Dante Ve Yolu 2 – Bu yazı 2007 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 8. sayısından alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir