Başlığa bakıp da muhteşem bir sünnet düğünü sonrasında halk tabiri ile “adam”, ya da “delikanlılığa” adım attığım sanılmasın. Sünnet olduğumda dört yaşında idim. Köyde, alelade bir sünnet. Herhangi bir eğlence yapıldığını da hatırlamıyorum. Zihnimde kalan tek şey iki katlı olan baba ocağının üst katında benim için bir yer döşeği hazırlandığı. Bir de sonradan henüz on yaşında iken aramızdan yitip giden sevgili kuzenim Ayşe’ye ait olan bir eteği, günlerce giymek durumunda oluşum kalakalmış yâdımda.
Lakin kolleksiyonerlik bu ya, tematik bazı şeyler toplarken ister istemez elime sünnet törenleri ile de ilgili pek çok görsel geçiverdi. Bunları bir yazıda değerlendiririm düşüncesiyle bir köşede tuttum, kısmet şimdiye imiş. Sünnet, bilindiği gibi iki anlamda kullanılan bir kelime. Hem Hz. Muhammed’in fillerini hayata geçirme ve tatbik etme, hem de erkekler için cinsel organlarının ucundaki deri parçasının alınması ameliyesini ifade eden bir kavram. Toplumumuzda yaygın olarak kabul gören kanı, sünnet inancının ilk olarak Yahudi toplumu ile başladığı ve sonradan Müslümanlar tarafından da benimsendiği şeklindedir. Uygulamanın köklerine inmek zor. Ancak sünnetin genel itibariyle Araplar ve Yahudilerin de mensubu olduğu Sami kökenli topluluklar tarafından benimsenen bir eylem olduğu biliniyor. Yine zannedilenin aksine özellikle Afrika kıtasındaki bazı Hıristiyan kiliselerinde de (mesela Kıpti kilisesi) bu uygulama, zorunlu tutulmamakla birlikte kabul görüyor.
Sünnetle ilgili bilinen en eski kayıtlar Mısır coğrafyasına ait. MÖ. 2400’lerde Mısırlı rahipler, ergenliğe geçiş ritüelinin bir sembolü olarak din adamı ve soylu sınıfa mensup erkekleri sünnet ediyorlardı. Yunanlı tarihçi Heredot’ da bu uygulamayı Mısır, Etiyopya, Fenike ve Suriye coğrafyasında var olan bir uygulama olarak takdim eder. Ancak hemen belirtelim ki Yunanlılar, vücudun kusursuz formlarını bozduğu gerekçesi ile sünnete karşı çıkmışlardır. Bazı araştırmacılar Yahudi toplumunun sünnet uygulamasını Mısır’dan esinlenerek almış olabileceğini belirtirler. Ancak Tevrat’ta bu durum Hz. İbrahim ile Tanrı Yehova arasındaki anlaşmanın işareti olarak verilir. Hz İbrahim, Rab’den gelen emir doğrultusunda 90 yaşını geçmiş olduğu halde hem kendisi sünnet olmuş, hem de evinin diğer bütün erkeklerinin sünnet olmasını istemiştir.
Yahudi inancında sünnet, başlangıçta ergenliğe geçiş ritüelinin bir göstergesi olarak yapılmakta idi. Mesela peygamber Yeşu, orduya katılan tüm Yahudi erkeklerin sünnet edilmelerini şart koşuyordu. Sünnet; domuz eti yememe ve Şabat yasağı gibi uygulamalarla birlikte Yahudi toplumunu diğer toplumlardan ayıran unsurlar arasında önemli bir yer tutar. Zamanla Yahudi toplumunda bebeğin doğumunun sekizinci gününde sünnet edilmesi bir gelenek halini alacaktır. Nitekim Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in de yedi, sekiz günlükken sünnet edildiklerine dair rivayetler vardır.
Zaman içinde Yahudilerdeki sünnet uygulamasının bazı dönemlerde baskı altında tutulduğu biliniyor. Mesela Helenistik dönemde Suriye merkezli Seleukos krallığında sünnet uygulaması bir dönem yasaklanmıştı.
Bununla beraber yukarıda da belirttiğim üzere bazı istisnaları olsa da, Hıristiyan inancında sünnet geleneği görülmez. Gelgelelim MÖ. 50 yılında toplanan Kudüs’teki havariler konsilinde sünnet uygulaması da gündeme getirilmiştir. Burada varılan karara göre Hz. İsa’nın yolunu benimseyecek olan paganların, sünnet olmasının zaruri olmadığının altı çizilmiştir. Bu uygulamada belki de havarilerin, diğer Yahudilere benzemek istememeleri önemli bir etken olmuştur. Kesin olan bir şey var ki sünnet uygulaması, bu ritüele alışık olmayan toplulukları ciddi anlamda korkutuyordu. Hıristiyanlık zaman içinde “sünnet” kavramı yerine “vaftiz” kavramını ikame edecektir.
Sünnet İslam inancında da benimsenmiştir. Sünnet uygulamasına Cahiliye devri Araplarında da tesadüf olunmaktaydı. Hz. Muhammed, bir inanışa göre doğuştan sünnetli, bir rivayete göre de yedi günlük iken sünnet edilmişti. Hz. Muhammed’in İslam’a girmek isteyen kimseye yaşı kaç olursa olsun sünnet olmayı emrettiği biliniyor. Ancak bir sağlık gerekçesi ile bu eylemden vazgeçildiği konusunda örnekler var. Ancak sünnet, İslam olmanın alamet-i farikalarından biri olarak kabul görür. Bazı kaynaklarda sünnetsiz Müslümanların Kâbe’yi tavaf edemeyeceği, kestikleri hayvanın yenmeyeceği rivayet olunur. Ehl-i Sünnet inancındaki dört mezhepten ikisi olan Hanefi ve Malikilerde bu eylem sünnet, Hanbeli ve Şafiler’de ise vacib hükmündedir.
Türkler arasında İslamiyet yayılırken gök tanrı inancına mensup insanları en çok düşündüren konu sünnet olmuştur. Hz. Ömer kendisine bu konuda danışıldığında sünnetin mecburi olmadığını söylemiştir. Sünnet mevzusu Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz zamanında yeniden gündeme gelmiştir. Bazı devlet erkanı, insanların samimi olarak değil de vergilerden kaçmak için İslamiyet’e geçtiklerini, bu durumun sonlandırılması için de İslam’a geçenlerin sünnet olmasının zorunlu hale getirilmesini önermişlerdir.
Adaleti ile tanınan Ömer b. Abdülaziz’in bu konudaki cevabı çok nettir: “Allah beni İslam’a davetle vazifelendirdi, sünnetçi olarak değil!”. Ancak ilerleyen yıllarda söz konusu gerekçeden dolayı sünnet zorunu kılınacaktır. İlginçtir ki bazı kaynaklarda Basmil Türkleri liderliğindeki bazı boyların, İslam’a geçmeye hazır oldukları halde, sünnet dayatması sebebiyle Çin sınırına doğru çekildikleri zikrolunur.
İhtişamlı Şehzade Sünnetleri
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki sünnet sırasında bir eğlence tertibi, Asr-ı Saadetten beri uygulana gelen bir yöntem olmuştur. Osmanlılar zamanında da bilhassa şehzadelerin bu tarz törenlerinin ne denli debdebeli olduğu kaynaklarda sıklıkla zikrolunur. Hatta şehzadelerin genel itibariyle sancaklara çıkmadan önce sünnet edildikleri ve bundan kısa bir süre sonra da görev alacakları sancaklara çıkarıldıkları bilinir. Böylece şehzade hem cinsel, hem de siyasi açıdan “muktedir” bir statü kazanıyordu.
Pek çok şehzadenin sünnet düğünü dönemin kaynaklarına yansımıştır. Kaydı elimizde bulunan şehzade sünnet törenlerinin hemen tamamı İstanbul’dadır. İstanbul’daki törenlerin daha ziyade Sultanahmet’teki At meydanı ve Ok meydanında tertip edildiği biliniyor.
Eldeki ilk kayıtlardan biri Fatih devrine aittir ve törenin adresi Edirne’de “Ada Çayırı” denilen mekandır. Fatih burada henüz yedi yaşında olan büyük oğlu Bayezid ile altı yaşında bulunan ikinci oğlu Mustafa’yı sünnet ettirmiştir. Fatih’in tören sırasında haleflerinden farklı olarak açık bir şekilde ulemayı ön plana çıkardığını görürüz. Sultan, sağına müftü yani şeyhülislam Fahrettin Acemî’yi, soluna ise Molla Ali Tusî’yi oturtmuştu. Sonrasında güzel sesli hâfızlardan Kur’an dinlenmiş ve dini konuların yanında aklî mevzular da tartışılmıştı. Her ilim adamının önüne sinilerle yiyecek ve tatlı getirilmiş, ziyafet sonrasında ulemanın bu yemeklerin bir kısmını evlerine taşımalarına yardım edilmişti. Üç gün sürdüğü tahmin edilen şölenin birinci ve ikinci gününde ilmiye sınıfının ön planda tutulduğunu görürüz.
Sünnet sırasında şehzadeler, sadrazam tarafından tutulmuşlardır. Sünnet, sarayın cerrah başısı tarafından yapılmıştı. Sünnette kesilen deri parçası şehzadelerin annelerine gösterilmiş ve bunun karşılığında değerli hediyeler alınmıştı. Sünnet töreni sırasında eski Türk töresinin bir uzantısı olarak ziyafette kullanılan kaşık, çatal, çanak vb. şeylerin katılımcılar tarafından yağma edildiğini görürüz.
“Sûr-ı Hümayun” da denilen sünnet törenlerinin belki de en muhteşemleri, Kanuni Sultan Süleyman’ın çocukları için hazırlattığı törenlerdir. Bunlardan ilki 1530 tarihlidir ve padişahın yaş sırası ile en büyük üç oğlu sünnet edilmiştir. Bunlar; 12 yaşındaki Mustafa, 9 yaşındaki Mehmet ve 7 yaşındaki Selim’dir. Tam dokuz yıl sonra ise sultanın diğer iki oğlu olan Bayezid ve Cihangir sünnet edilmişlerdir.
Törene hem vezirlerin ve devlet erkânının hem de yabancı ülke temsilcilerinin katıldığı biliniyor. Mesela Venedik elçisi şöleni, At meydanına bakan yeni inşa olunmuş bir binadan takip etmişti. Şehzadelerin sünnet merasimleri bugünkü Sultanahmet Meydanı’nda eski Bizans’ın hipodrom alanında icra olunmuştu. Tören alanına evvela Ayas ve Kâsım Paşalar girmiş, sonrasında ise büyük bir debdebe ile sadrazam Pargalı İbrahim Paşa gelmiştir. Bir müddet sonra tören alanına gelen Kanuni, Ayas ve Kâsım Paşalar tarafından karşılanarak meydanın ortasına getirilmiş ve burada sadrazam İbrahim Paşa ile birlikte kendileri için hazırlanan ve dört basamakla çıkılan bir alana geçmişlerdir. İbrahim Paşa, töreni padişah ile beraber izlemiştir ki, tüm bu yaşananlar Paşa’nın, Kanuni nezdinde ulaştığı yüksek mertebeyi gözler önüne serer niteliktedir.
Tören sırasında cirit oyunları oynanmış, havai fişek gösterileri tertip edilmiş, yeniçeriler temsili olarak bir kaleye saldırarak fethetmişlerdir. İp cambazları akıl almaz hünerler sergilerken, kimileri demirden çubukları bükmüş, kimileri tahtadan yapılan sütunları başının üzerinde dengede tutmuş, kimi omzunda dokuz kişi birden taşımış ve kimisi de karnı üzerinde iri taşları kırdırmıştır. Şenlikler toplam üç hafta sürmüştür.
İstanbul’da Sünnet Adetleri
Biraz da halk nezdindeki sünnet törenlerinden bahsedelim. Yaşım her ne kadar çok eskilere uzanmasa da, İstanbul’daki törenlerde yer alan bazı uygulamalar belleğime kazınmış. Bunların başında Eyüp sultan ziyaretleri gelir. Çok eski zamanlarda Eyüp’te türbe ziyareti yapılır ve bunun sonrasında çocuk hem türbedara okutulur, hem de tespihten geçirilirdi. Bugün dahi Eyüp sultana gidenler nerede ise günün her saati türbenin avlusunda ya da bahçesinde sünnet çocuklarına tesadüf edebilirler. Ben de ortaokula giderken Eyüp’te oturuyordum. Okuldan boş kalan vakitlerimde meydanda su satıyordum. Bu sebepten sıklıkla sünnet çocuklarına tesadüf ettiğimi, bunların bir kısmının ebeveyninin yanıma gelerek, “tüm suyu kaç paraya sebil olarak dağıtırsın” deyip benimle pazarlık ettiklerini bilirim. Varılan anlaşma sonrasında sattığım suyun parası toplu olarak ödenir ve gelen geçene “sebil” niyetine dağıtılırdı. İstanbul denilince her geleneğin olduğu gibi sünnetin de bir takım usul ve yordamının olduğunu görüyoruz.
Evvela eski İstanbul’da sünnet için 5, 7, 9, 11 yaşlarından biri tercih edilirdi. Bazı kişiler çocuğun aklının ermediği bir yaşı tercih etse de, genellikle çocuğun bilincinin açık olduğu bir devre de sünnet olması daha makbul kabul edilirdi. Tekli rakamların özellikle uğur getirdiğine inanılırdı. Bu sebepten dolayı eğer çevre ailelerden çocuklar da sünnet edilecekse yani bir toplu sünnet söz konusu ise, çocuk sayısının yine tekli bir rakama denk gelmesi mühimdi.
Sünnet söz konusu olunca, küçük delikanlının ikna edilmesi için bazı yöntemler devreye sokulurdu. Bunların en başında bilhassa Eyüp sultan ziyareti sırasında meşhur Eyüp oyuncakçılarından oyuncak alınması gelirdi. Yine sünnet çocuğunun küçük bir midilliye bindirilerek gezdirilmesi de adettendi.
Sünnet olacak çocuğun bir hafta öncesinde akraba ve komşuları gezmesi, onların da duruma göre hediye, şeker, bisküvi, çikolata ya da para nevinden şeyler vermesi de bir başka adetti. Ayrıca sünnet töreni sırasında da çocuğun en çok istediği oyuncak, alet ya da enstrüman kendisine hediye olarak alınırdı. Davetliler de karınca kararınca hediyeler getirir, bunları yastık altlarına koyarlardı. Sünnet odası da ayrıca düzenlenir, ailenin gelir düzeyine göre çeşitli süslemeler yapılırdı. Genellikle süs olarak krapon kağıtları, balonlar, rengarenk kumaşlar, kurdelalar ve duvar halıları kullanılırdı.
Sünnet çocuğunun olmazsa olmazı ise başındaki sünnet şapkası ve göğsündeki maşallah kurdelası idi. Bunun dışında sünnet olacak çocuğa beyaz çorap, siyah rugan terlik, mendil, iç çamaşırı ve gömlek alınması da adettendi. Sünnet için en uğurlu zamanın Perşembe günü öğleden önce olduğu varsayılır ve törenler genellikle bu vakte denk getirilirdi. Ancak sünnet merasiminin Cuma ya da Cumartesi gününe denk getirildiği de vakidir. Cuma gününe denk gelir ise çocuk Cuma namazından sonra eve getirilir ve sonrasında merasime geçilirdi.
Bir de yok olan ya da yok olmaya yüz tutan adetler var. Bunlardan bir tanesi, sünnet çocuğunun bir gün önceden hamama götürülerek güzelce yıkanması ve sonrasında sağ eline kına yakılmasıydı. Sonraki yıllarda ise hamamın yerini, evde boy abdesti aldırma ve sağ elin serçe parmağına kına yakma adeti alacaktır.
Bir diğer gelenek ise çocuğun doğduğu andan itibaren saçının orta kısmından bir tutamı uzatmak, uzayan bu kısmı örmek ve örülü kısmı da sünnet günü kesmek şeklindeydi. Bu gelenek artık tamamen ortadan kalkmış durumdadır. Öte yandan halk arasında bazı batıl inanışların da var olduğunu hemen belirtelim. Mesela sünnet derisi kurutularak misk ile karıştırılır ve cüzzam illetine karşı tedavi maksadıyla hastalara yedirilirdi. Yine sünnet derisinin kötü niyetli kişilerin eline geçmemesine dikkat edilirdi. Aksi halde tıpkı tırnak, düşen dişler ve bebeklerin göbek deliği gibi sünnet derisinin de büyü malzemesi olarak kullanılması durumunda, sahibine kötülük getireceğine inanılırdı.
Haliyle sünnet düğünleri, ailelerin mali durumlarına göre değişiklik gösteriyordu. Gariban aileler için bu tören ciddi bir külfet demekti. O zaman da mahallenin önde gelen eşrafı devreye girer ve “meydan düğünleri” adı verilen toplu sünnet törenleri yapılırdı. Sonradan bu uygulama daha ziyade oy kaygısı ile hareket eden siyasiler tarafından benimsenecektir. Osmanlılar zamanında da devlet erkânının sıklıkla bu tarz törenler tertiplediği biliniyor. Mesela Sadrazam Koca Ragıb Paşa, 1758’de tam sekiz yüz çocuğu bu şekilde sünnet ettirmişti. Yine bazı varlıklı ailelerin hem sevap kazanmak hem de çocuklarına yarenlik etmesi için konu komşu ya da akrabalardan sünnet çağına gelmiş çocuklarını, kendi çocukları ile birlikte sünnet ettirdikleri sıklıkla görülürdü.
Zenginlerin sünnet merasimleri ise çok daha gösterişlidir. Evvela sünnete davet olunacak ailelere son derece süslü davetiyeler hazırlanırdı. Mevsim yaz ise sünnet düğünleri köşkün bahçesinde icra olunurdu. Bazen de evin içinde özel olarak düzenlenen sünnet odasında bu gelenek icra edilirdi. Çocuğun acısını dindirmek için eve çengiler, hokkabazlar, saz heyeti, curcunabazlar ve karagözcüler davet olunurdu. Bunlar evde kendilerine ayrılan kısımda giysilerini değişirler ve törende sanatlarını icra ederlerdi. Sünnet düğününde en büyük performansı ise hokkabaz sergilemek durumunda idi. Sünnet sonrasında çocuğun acısını en az seviyede tutmak için sürekli konuşur, el şakalarına maruz kalır, gerekirse enseye tokat yer, hasılı çocuğu güldürmek için ne gerekiyorsa yapardı.
Çocuk sünnet odasına alınmadan önce teskin edilmeye çalışılır, sünnet denilen şeyin aslında bir kurdela bağlamak olduğu belirtilir ve çocuğun korkusu en alt düzeyde tutulmaya çalışılırdı. Ancak delikanlı, önceden mahalledeki ya da hanedeki ağabeylerinden durum hakkında bilgi aldığı için, bu teşebbüsler pek de işe yaramazdı. Sünnet geceliği giydirilen delikanlı sünnet odasına girdiğinde, sünnetçi de edavatını saklı tutmaya özen gösterir, en azından üzerlerine bir bez parçası atardı. Sonrasında sünnet çocuğunun bir koluna babası, diğerine de amca ya da dayısı girer ve merasimin icrası sırasında hokkabaz “oldu da bitti maşallah” diyerek çocuğun haykırıp ağlamasına meydan vermemeye çalışırdı. Sünnet sonrası çocuk, önceden hazırlanmış sünnet yatağına yatırılırdı. Nazar değmemesi için de çocuğun başı hizasına gelen tarafa Kur’an-ı Kerim kesesi asılır, yedi delikli mavi boncuk, bir baş sarımsak ve bir miktar çörek otu yatağın münasip bir yerine konulurdu.
Sünnet sonrasında çocuğa hediyeler takdim olunurdu ki, bunlar daha ziyade saat, yazı takımı, para cüzdanı, dürbün, dolmakalem, boya takımı, kol düğmesi ve oyuncak tarzı şeyler olurdu. Eğer hediye kabilinden para verilecek ise, bunlar da edeben bir zarfın içine konulur ve çocuğun yastığının hemen yanı başında ters çevrilmiş olarak duran sünnet şapkasının içine bırakılırdı. Ailenin durumuna göre bundan sonra yemek verilir ya da en azından kahve ve sigara ikram olunurdu. Böylelikle delikanlımız halk tabiriyle “erkekliğe adım atmış” olurdu. Hatta bunun bir göstergesi olarak da bazı sünnet düğünlerinde büyükler tarafından yakılan bir sigara, sünnet olan çocuğa içirilirdi. Ailesine daha nice mürüvvetlerini görmeleri dilenirdi.
Şimdilerde sayfalarca süren ve yazmakla bitmeyecek gibi görünen bu adetlerin çoğu unutuldu. Artık sünnet, herhangi bir özel hastanede ya da klinikte gerçekleştirilen küçük bir operasyon mesabesinde. Bazı aileler özel olarak salon tutup çocuklarına görece mükellef bir tören yapsalar da, bu daha ziyade canlı müzik eşliğinde büyüklerin eğlenmesinden öteye gitmiyor. Öyle görünüyor ki sünnet ile ilgili adetler de moderniteden nasibini almaya ve unutulup gitmeye mahkûm.
Bu yazı 2014 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 89. sayısından alınmıştır.